Şehrin en büyük meydanındaki kalabalık, protesto organizasyonunun başlayacağı saat 11.00’e doğru gittikçe artıyordu. Soğuk bir şubat günüydü. Amerika Birleşik Devletleri’nin kutsal şehri işgal eden ve katliamları alışkanlık hâline getiren uydu devlete verdiği ölçüsüz desteği protesto etmek için toplanıyordu insanlar…
Bizim Bay Muhalif yine meydanın ön sıralarındaydı. Cebinden Amerikan malı cep telefonunu çıkardı. Protestocu kalabalık bayrakları sallayıp slogan atmaya başlarken birkaç fotoğraf çekip, Amerikan merkezli sosyal paylaşım sitesinde bunlardan birisinin altına büyük harflerle mesajını döşeyerek paylaştı: KAHROLSUN AMERİKA!
Öfkeliydi kalabalık… Sloganlara da yansıyordu öfke tonu. Meydanın harareti gittikçe yükseliyordu. Bay Muhalif’in gözleri, yanında üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiği gencin üzerindeki monta takıldı. Kendi üzerindeki montun aynısıydı. Sadece renkleri farklıydı: biri gri, biri siyah giymişti. Üzerinde markası yazılı; Jack veya John bilmem ne… O anda gençle göz göze gelip sloganı yinelediler: KAHROLSUN AMERİKA!
Konuşmacıların birisinin kürsüye çıktığı esnada Bay Muhalif’in yanındaki başka bir genç protestocunun telefonu çaldı. Belki farkında değildi, belki bilerek yüklemişti sesi yükselen telefon melodisini. Yine adını ülkenin alt para biriminden alan Amerikan pop grubunun bir şarkısından oluşuyordu telefon melodisi. Konuşmacının ara verdiği noktada arka fonda Amerikan melodisi ile birlikte haykırdılar: KAHROLSUN AMERİKA!
Konuşmacı sözünü tamamlamıştı. Meydana kurulan ses ve görüntü sistemlerinin üzerinden Amerika-İsrail ikilisinin dünyada işledikleri suçlara ilişkin bir kısa bir film sunulmaya başlandı. Ses ve görüntü sistemlerinin üzerinde yazan markalar da yabancıydı ama Amerikan malı mı, değil mi tam olarak belli değil. Bay Muhalif kısa filmi izlerken 20 yıl önce katıldığı benzer bir protestoyu hatırladı.
O dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin bir eyaletinde alınan sözde Ermeni Soykırımı’na ilişkin kararı protesto etmişlerdi arkadaşları ile birlikte. Yanındaki vatandaşlardan birinin, Necip Fazıl’ın “Yakalım şu kâfiri” nüktesini hatırlatırcasına uzattığı yerli marka sigarayı teşekkür ederek geri çevirdi. Farklı bir sigara içtiğinde öksürük yaptığını söyledi. Tıpkı 20 yıl önce yaptığı gibi cebinden Amerikan kapitalizminin sembolü markalardan birinin ürünü olan sigarasını çıkartıp yaktı: KAHROLSUN AMERİKA!
Protestocular dağılıp meydanı boşaltırken bizim Bay Muhalif evden verilen siparişleri hatırlayıp en yakın noktadaki marketten içeriye adımladı. Hemen bir alışveriş arabası aldı. Temizlik ürünleri reyonuna uğradı; İsrail’in ‘Sabra ve Şatilla Kasabı’ ile aynı ismi taşıyan küresel şirketin ürünü çamaşır deterjanını arabanın içerisine attı. İçinden bir ses vicdan fısıltısı gibi seslenmeye çalışsa da bir an, ‘aman neyse’ diyerek bastırdı, dikkati başka bir tarafa yöneldi. Sonra yine aynı küresel şirketin diğer ürünlerinden bulaşık makinası deterjanı, tıraş bıçağı, tıraş köpüğü gibi ürünleri yan yana sıraladı.
İçecek reyonuna uğradı; Amerikan emperyalizminin taşıyıcısı meşhur siyah şekerli sudan aldı. Çocuklarını hatırladı; hemen yan tarafta başka bir küresel markanın çikolata ve gofretlerine eli uzandı. Oysa hemen yan tarafta Anadolu’nun farklı bölgelerinde üretilen ürünler alıcısını bekliyordu. Ama markalara alışmış, marka takıntısına kapılmıştı bir kere. Alacakları bittikten sonra kasaya yaklaştı. Neyse ki içerisinde alışveriş yaptığı marketler zinciri Amerika-İsrail menşeili değildi. Sıra kendisine gelince ürünlerin ardından cebinden kredi kartını uzattı. Üzerinde ‘visa’ yazıyordu. Sloganı sesli söylemese de yine dilinin ucundaydı: KAHROLSUN AMERİKA!
Az ilerideki otomobiline ulaştı. Alışveriş poşetlerini bagaja yerleştirdikten sonra kontağı çevirdi. Neyse ki otomobili Amerikan değil, Alman malıydı. Bir önceki Amerikan malı jipini hatırlayıp mırıldandı: KAHROLSUN AMERİKA!
Amerikan kapitalizminin kimliksiz mimarisinin etkisiyle inşa edilen bir sitenin 17’inci katında bulunan evine ulaştı. Site ve çevresindeki her şey ya beton ya taştı ya da soğuk metal. Toprağa, ağaca hasret sitenin çevresinde göstermelik çiçekler bile beton saksıların içerisine dikilmişti. Yabancı markalı bir asansörün içerisinde Amerikalı popüler bir şarkıcının sesi yükseliyordu. ‘Güleriz ağlanacak halimize’ dercesine tebessüm etti: KAHROLSUN AMERİKA!
Dairenin kapı önünde çocuklarının ayakkabıları sıralanıyordu; her birisi de küresel emperyalizmin kültürel taşıyıcısı meşhur markalardan birine aitti. Eve girdi, üstünü değiştirdi. Küçük oğlu bugünlerde İngilizceye merak sarmıştı; ‘wellcome baba’ diye takıldı. Birden günlük hayatta ne kadar yabancı kelime kullanmaya başladıklarını hatırladı ama aldırmadı Meşhur Amerikan haber kanalını açtı. Şöyle haberlere bir göz attı. Arada reklamlar çıktı. Gözü markette aldığı bir hijyen ürününün edepsiz reklamına takıldı. Çocukların yanında biraz kızarıp, kanalı değiştirdi. İçinden mırıldandı: KAHROLSUN AMERİKA!