Sezai Karakoç’un şair, düşünür ve eylemci yönleri arasında mesafe/ler bulunduğu elbette söylenebilir ve bunu doğal karşılamak gerekir. Ancak bu mesafenin/mesafelerin çelişkiye yahut tutarsızlığa yol açtığını söylemek haksızlık olur. Her türlü haksızlıktan sakınmak gerekir.
Herhangi bir durumu veya olayı değerlendirirken sadece kendi eğilim ve tercihlerimizi esas alırsak kolayca haksızlık yapabiliriz. Söz konusu durumun ve olayın asıl kahramanlarını ve onların maddi ve manevi şartlarını, hâletiruhiyelerini hesaba katmak zorundayız.
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
mısralarıyla başlayan o meşhur şiir, bir kitap içinde karşıma çıktığında bu mısraların şairi tarafından
Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak.
şekline sokulduğunu görünce şaşırmıştım. Şiirde başka değişiklikler de yapılmış, akrostiş de bozulmuştu. Benzer şaşkınlıkları Necip Fazıl’ın şiirlerinde yaptığı değişiklikler karşısında da yaşadım. Şairlerin böyle tasarruflarına anlayışla ve saygıyla yaklaşmamız, şiirlerinin ilk şekillerini daha güzel bulmamıza mâni olabilir mi? Elbette hayır!
Sezai Karakoç’un “Çocukluğumuz” adlı şiiri Diriliş dergisinde Mehmet Yasin imzasıyla yayımlandığında “Fethi Gemuhluoğlu’na” ithaf edilmişti. Şiir kitaba alınırken bu ithaf kaldırılmıştır. Necip Fazıl da 1927 yılında Meş’ale dergisinde yayımladığı “Sayıklama” adlı şiirini Ahmet Hâşim’e ithaf etmiş ve fakat şiiri kitaplarına koyarken bu ithafı çıkarmıştır. Bu durumun ve benzer durumların bilinmesinin ve yorumlanmasının bilinmemesinden daha öğretici ve değerli olduğunu düşünüyorum.
Sezai Karakoç’un Rasim Özdenören’in ilk hikâye kitabı Hastalar ve Işıklar ile Cahit Zarifoğlu’nun ilk şiir kitabı İşaret Çocukları hakkında kaleme aldığı iki tanıtım ve değerlendirme yazısını Sütun’un sonraki baskılarından çıkardığını biliyoruz. Fakat “Yazarın gazetede yayımlandığı hâlde kitaba almamış olduğu başka yazıları var mı?” sorusunun cevabını bilmiyoruz. Diyeceğim şu: Sezai Karakoç’un gazetelerde ve dergilerde yayımlandığı hâlde kitaplarına girmemiş olan yazıları, araştırmacıların himmetini bekliyor.
“Siyasette iktisatta kültürde ruhta Yeni İstiklâl” adıyla yayımlanan “Haftalık siyasi gazete”nin 1963 yılı Ocak sayılarından birinde gördüğüm “Kulübümüz” başlıklı yazı Mehmet Yasin imzasıyla basılmış. İlk paragrafla ikinci paragrafın ilk cümlesini aktarıyorum:
“İslâmlığın parlak günlerinde, tarikatlar, birer fikir, ahlâk ve ruhî eğitim kulübüydü. Yedisinden yetmişine halk, bu kulüplerde yetişiyor, yükseliyor, inceliyor ve derinleşiyordu. Kadirilik, gönlü temizlemeyi, sonra inancı yerleştirmeği esas almıştı. Rüfaîlik, Allah ismini toplu ve açık olarak anmakla, ilkin kişilerin üstünde tertemiz ve mücerret inançtan örülü bir topluluk şuuru doğuruyor, sonra o şuurun örsünde ruhları teker teker döğüyor, yumuşatıyor, eritiyor, mükemmelliğin ve sonsuzluğun şekline sokuyordu. Nakşîlik ise, iç ve deruni bir ma’şeri, “gizli anma”yla, üstün kişilerin sırrı olarak topluluğa resmediyordu. Üstün insan, gerçek müslüman yetiştiren bu kulüpler, velilerin okulları olarak İslâm halkını şartlandırıyordu.
Gerçek bir İslâm Rönesansı, İslâm’ın yeniden doğuşu, bu okulların bıraktıkları eserleri tarihî birer kalıntı, arkaik birer tortu olmaktan çıkararak, yeni kuşaklara ulaştırmakla mümkün olacaktır.”
Yazının devamını vermeyeceğim. Sezai Karakoç’un “tarikat” ile “kulüp” arasında kurduğu bağı yadırgayacak olanlar, “cuma namazı” ile “sinema” arasında kurduğu ilişkiyi de yadırgayacaklardır.
Temennimi tekrar edeyim: Sezai Karakoç’un gazetelerde ve dergilerde kalmış bütün yazıları toplanıp kitaplaştırılmalıdır.