Kars’tan ayrılmayı, memuriyet kimliğinden arınıp daha özgür bir hayat yaşamayı arzuladığım günlerde Bakanlık, beni bana bırakmadı ve merkeze aldı. Her ne kadar emekli olmayı kafama koymuş olsam da irademin dışında merkeze alınmak dokundu biraz. Dönemin atamadan sorumlu genel müdürü ile Bakan yardımcısı daha iyi bir yere görevlendirileceğimi söylemiş olmalarına rağmen üç aylık süre içinde böyle bir şey olmadı.
Aktif çalışıp sorumluluk aldığım günlerde aldığımdan daha fazla maaş, hesabıma yatmaya başladı. Sanki Ankara Millî Eğitim Müdürü imişiz gibi muamele yaptılar. “Sen git, lazım olursan biz seni ararız” demişlerdi ama hiç aramadılar, demek ki lazım olmamışım. Burada belki birilerinin kulağına su kaçar düşüncesiyle bir yaraya temas etmek isterim: “Sen hiçbir iş yapma, sakın dava da açma! Hazineden maaşını al, keyfine bak!” der gibi bir uygulama daha ne kadar devam edecek, bu vebali kim sırtlanacak? Umarım bu yanlış uygulama bir gün sona erer.
Zann-ı galibim odur ki bu durumda olan binlerce üst düzey yönetici var. Bu durumun gerekçesini ve yorumunu bilemem ama benim için beklediğim o üç ay, işkence oldu. İnsanlık onuruyla bağdaştıramadım. Rahmetli Alev Alatlı’nın sözü aklıma geldi: “Bir şeyin hukuki olması, ahlaki ve adil olduğu anlamına gelmez.”
“Ben müdürlük istemiyorum, bir okula öğretmen olarak atayın, asli vazifemi yapayım” demeye hazırlandığım günlerde dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, durumumdan haberdar olmuş. Ortak dostlarımız vasıtasıyla makamına davet etti. Hizmetlerini ve önemini, bana ihtiyaçları olduğunu anlatmaya başladı. Biliyorum, çok yoğundu ve bekleyenleri de vardı. “Hocam beni ikna etmeye mi çalışıyorsunuz?” diye sordum. “Evet” deyince “Ben çoktan ikna olmuşum, sizinle hangi kademede olursa olsun çalışmaya hazırım” dedim. Dedim ama Ankara’da geçinmenin zorluğunu da az çok tahmin ederek endişelendim.
Ankara’ya her gelişimde burada yaşamak zorunda olanlara üzülürdüm. Onları sürekli bir telaş ve koşuşturma içinde görürdüm. Bense daha çok münzevi hayatı seven biriydim. “Yurtlar ve Sosyal Tesisler İktisadi İşletmesi Müdürlüğü” görevini duyunca geçim derdini unuttum, başka endişeler zihnimi meşgul etmeye başladı. Hoca, benim eğitimci olduğumu biliyordu, işletme ve iktisat ne alakaydı? Mesele çok geçmeden anlaşıldı ki asıl hedef yurtlarda kalan öğrencilerin gönüllerine dokunma meselesiydi.
Türkiye Diyanet Vakfı, 1975 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın maddi ihtiyaçlarına çare olması için kurulmuş. Geçen yıllar içinde hizmetleri kuruluş amacını fersah fersah geride bırakmış, ülkemizin yanı sıra birçok ülkede ciddi projeler yapmış veya bunlara katkı sağlamıştır. “Hediyem Kur’an Olsun” projesi neredeyse Kur’an-ı Kerim olmayan ev bırakmamıştır. Diyanet TV için bir şey diyemem ama Diyanet Radyo, Diyanet Kur’an Radyo ve Diyanet Risalet Radyo gerçekten büyük bir hizmeti icra ediyor. Bin civarı şubesi ile yedi kıtada ve 110 ülkede faaliyetleri var.
Herkesin malumu olan bir durum vardı ki üniversiteler aperatif verdikleri bilgilere bedel olarak gençlerden birçok değeri alıyordu. Geleneğinden, inançlarından ve dahi içinde yaşadıkları toplumunun değerlerinden kopuk, hassasiyetlerinden uzak milyonlarca üniversite öğrencisi ve mezunuyla dolu ülkemiz… Gerek Türkiye Diyanet Vakfı gerekse öğrencilere barınma hizmeti veren İslami hassasiyeti olan dernek ve vakıflar, bu eksikliği doldurmaya çalışıyor, iaşe ve ibateden daha öte sorumluluk üstleniyordu.
Millî Eğitim’den emekli oldum ama kimsenin haberi olmadı
Otuz yıla yakın çalıştığım Milli Eğitim’den emekli olmak için dilekçe verdiğim günlerde biri beni çağırıp “Hocam niçin ayrılıyorsun, senin için erken değil mi? Daha gençsin, bize lazımsın vs.” der, diye umdum. Ama nafile… Sonra “Madem emekli oluyorsun, farklı kademelerde bu kadar yıl çalıştın, onlarca takdir, teşekkür, başarı ve üstün başarı belgesi aldın; bari şu kalem, şu defter, şu kitap sana emeklilik hediyemiz olsun” diyen olur mu diye bekledim ama o da nafile. Sermayesi ve gayesi insan olan bir bakanlıkta insanın kıymeti bu kadarmış.
Emekli olduğum gün ajandama şu notu düşmüşüm: “Otuz yıl çalıştığım Bakanlığımdan ayrılışımdan kimsenin haberi olmadı. Haberi olanlar da tınmadılar. Çok mahzun oldum. Sermayesi ve gayesi insan olan MEB nereye gidiyor? Kimlerle gidiyor? Gidişat hayır gözükmüyor, inşallah neticesi hayır olur.”(09.09.2014)
09.09.2014 tarihinde resmen henüz elli iki yaşında iken emekli oldum. “Ben öğretmenlikten nasıl emekli olurum? Sanırım ölümüm sınıfta olur” diye düşünürken erken denecek bir yaşta emekli olmaya kendimi mecbur hissettim. Çalışmadan maaş almaktansa emekli olup başka işler yapmam daha hayırlı olacaktı. Kaldı ki eğitim de Millî Eğitim Bakanlığı’nın tekelinde değildi. O günlerin psikolojisini kafiyelendirmeye çalıştım ve özetle şöyle dedim:
Aydınlığa çıra olmaya,
Hastalara şifa bulmaya,
Ocaklarda ateş yakmaya
Geldim, usandım gidiyorum.
Cehaletle savaş etmeye,
Zalimlerle güreş etmeye,
Her tarafı güneş etmeye
Geldim, yoruldum gidiyorum.
Kâh oldu ağladım kâh güldüm,
Nice güzel gönüller gördüm,
Çok fazla nümayişler duydum,
Geldim, kırıldım gidiyorum.
Güllere bağban olmak için,
Ürünleri toplamak için,
Sarp engelleri aşmak için
Geldim ve küstüm gidiyorum.
“Sabret sen! Gün doğar” dediler,
“Gayretli ol! değer” dediler,
“Su mecrasın bulur” dediler,
Geldim, kahroldum gidiyorum.
Soldum, sustum, ümidi kestim,
Nâçar, mahzunum, gidiyorum.
15 Eylül 2014 Cuma günü Türkiye Diyanet Vakfı’nda göreve başladım. Adeta hayat yolculuğunda da benim için yeni bir doğum oldu. Çok yerde farklı kurum ve şehirlerde görev yaptım. Bazı dostlar bunun zor olup olmadığını sorduklarında hep güzel taraflarını anlattım. “Keşke yeniden dünyaya gelsem şöyle yapardım, böyle olurdum” demeye gerek kalmadan yeniden hayata başlama fırsatı doğdu.
İlk iş olarak farklı illerimizdeki yurtlarımızı ziyaret ederek başladık. Hem tanıştık hem de yerinde durum tespitleri yaptık. İlk birkaç intibaımı okuyucuyla paylaşmak isterim. Meşhur bir ilimizdeki erkek öğrenci yurdumuzun çevresi sigara izmaritiyle doluydu. Öğrendim ki müdür ve yardımcıları da sigara içiyormuş. Asrımızın hastalığı, gençlerin ve sağlığımızın baş düşmanı sigara, bir nevi özendirilmiş. Sözlü yasaklar kâr etmiyor. Gençlerin, kulakları pek duymuyor belki ama gözleri çok keskin. Mescitteki halılar kokuyor, etüt salonu uygun değil, seminerler yemekhanede yapılıyor.
Maalesef diğer illerdeki yurtlarımız da bundan çok farklı değildi. Yine çok önemli bir ilimizde, kendi binamızda, doluluk oranı yüzde yüz olan büyük bir yurdumuz sürekli zarar ediyordu. Küçük bir incelemenin arkasından büyük ihmaller hatta istismarlar çıktı. Yurtta çalışan müdür ve yardımcısı hatta memur, maaşlarının düşük olmasını gerekçe göstererek başka işler yapıyorlardı. Yurttaki işler de aşçının üzerine kalmış. O da koca yurdun ihtiyaçlarını karşıdaki marketten karşılıyor. Yurt öğrencisi olmayan elli kişi ücretsiz yurttan yemek yiyor. “Niçin böyle yaptınız?” sorusunun maalesef cevabı yok. Durum tespitlerinin hemen ardından Vakıf Mütevelli Heyeti’nden aldığımız destekle tüm yurtlarımızda işini güzel yapan yöneticileri tebrik ettik, teşekkür ettik, destek olduk, yapamayanlara da izin verdik.
Gayretli, muhabbetli, işbilen samimi idareciler işin başına geçince hızla yurtlarımız daha nezih bir hale geldi. Fiziki güzellik, öğrencilerimizin huzur ve başarısına, kültürel faaliyetlerin artmasına vesile oldu. Pozitif bir iklim hâkim olmaya başladı ve yurtlarımıza olan talep arttı.
Yurtlarımızın tamamında şartlar doğrultusunda konferans salonları yapılmasına vesile olduk. Yurtların en çok kullanılan bölümü konferans salonları oldu. Yine her yurdumuza Mehmet Görmez başkandan gördüğümüz destekle eğitim ve kültür işlerinden sorumlu “Eğitim Koordinatörü” adı altında tek işi eğitim, kültür ve sosyal faaliyetler olan müdür yardımcıları görevlendirdik. Onların aracılığıyla okuma, yazma, seminer, konferans, panel, münazara, geziler, sportif faaliyetler ve benzeri faaliyetler icra ettik. Yurtlarımıza spor salonları planladık, uygun spor malzemeleri yerleştirdik. Bazı yurtlarımızın hobi bahçeleri, bazılarının sobalı kış bahçeleri oldu.
Harcamalarımızda büyük tasarruflar yaptık. Bunun için bir eleman aldık. Burhan Şenel kardeşimiz hem satın almaya bakıyordu hem de hizmet aracımızı kullanıyor, yurt ziyaretlerini de birlikte yapıyorduk. İş yetişmezse meccanen fazla mesai yapıyordu.
Bir yurdumuzun öğrencileri o günkü şartlarda kilosu 16 TL.’ lik zeytin yerken ve yurdumuz zarar ederken, başka bir yurdumuzun öğrencileri 6 TL.’ lik zeytin yiyordu. Bir standart getirdik harcamalara üst sınır koyduk. Mesela zeytin azami 10 TL. olacak. ‘Bu fiyata bulamıyoruz’ diyen olursa o yurdumuza Ankara’dan biz gönderiyoruz.
Kalitemiz ve hizmetlerimiz arttı, israfı azaldı. Kârlılık konusunda yurtlarımız rekabet etmeye başladı. Fakat bir yurdumuzda tersine bir durum oldu; pirinç pilavı yiyoruz. Tekrar tekrar denedim pirinç tadı gelmiyordu. Fabrikasyon pirinç, içine ne katıldığı meçhul. Arkadaşlar; “Hocam daha fazla kâr etmek için ucuz olanından aldık” dediler. İvedilikle bu pirince benzeyen şeyin iade edilmesini, iade almazlarsa çöpe dökülmesini istedim. Elbette ekonomik olması önemliydi ama sağlıklı olması çok daha önemliydi.
Ayrıca tüm yurtlarımızda kızartmalar hariç yemeklerde zeytinyağı kullanma kararı aldık. Bazı müdürlerimiz ve aşçılarımız önce karşı çıktılar. Zeytinyağının maliyetleri artıracağını ifade ettiler. “Yemeklere 500 gram kimyasal yağlar koyacağımıza 100 gram hakiki zeytinyağı koyalım, varsın yağı az olsun ama sağlıklı olsun” şeklindeki uyarılarımız kabul gördü. Tabii birkaç gün öğrenciler de itiraz ettiler “Yemekler kokuyor” diye. On gün geçmeden hem yurt yöneticilerimiz alıştı hem de öğrencilerimiz. Rabbimiz; “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan yiyeceklerin helâl ve tayyip (sağlıklı, temiz ve katkısız)olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır” buyuruyor. (Bakara: 168)
İşin aslı, hekimlerin tavsiye ettiği ve Kur’an’da ismi zikredilen üç yağ var: Tereyağı, zeytinyağı ve hayvanların iç/kuyruk yağı. (Bakınız: Müminun:20, Enam:165, Nahl:5).
Bu arada Rabbim yardım etti muhasebeyi değil ama muhasebenin ve işletmenin nasıl yönetilebileceğini öğrendim. Dokuz öğrenci yurdumuz vardı on dokuz oldu. Buna paralel olarak öğrenci sayımız da arttı. Eksilerde olan bütçemiz artıya geçti. Bu imkânı bana lütfeden Rabbime sayısız hamd olsun. Vesselâm.