1. Anasayfa
  2. Dergi Tanıtımı

Yitiksöz 29 (Haziran-Temmuz 2025) Merhaba!

Yitiksöz 29 (Haziran-Temmuz 2025) Merhaba!
0

Yitiksöz 29 Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Ağlayın, su yükselsin! / Belki kurtulur gemi.” dizelerini ters lale eşliğinde kapağa taşımış.  Yitiksöz, yirmi dokuzuncu sayısıyla yaz mevsimini karşılıyor. Kurban Bayramı öncesinde gönüllerimize bir ferahlık kattı Yitiksöz.

Sayın Duran Boz, Genel Yayın Yönetmeni olarak bilinçli okur olmanın arka planını ele alır. Çağımız, görselin insan üzerinde tahakküm kurduğu bir çağ. Böylece uluslararası sistem insanın tasavvur-tahayyül-tefekkür etme yetilerini dumura uğratmak için bin bir plan yapıyor. Bize düşen, insanı robot-ruhsuzlaştırmayı amaçlayan bu planı ters yüz etmek. Bunu gerçekleştirmek için Sayın Boz, bizleri okumaya davet ediyor. Yazıdan bir bölüm huzurlarınızda:

Başlangıç sınavını sorunsuz geçen kimse, bilinçli okur olabilme çabasına girer. Önden gidenlerin deneyimlerini göre okuya bir yöntem edinir kendisine. Uzun erimli bir gayretin ufuklarını yürüdükçe zihnî zenginliğe erer. Doyumu olmayan keşiflerin ardı sıra yolculuğuna devam eder. Her aşama, okurluk donanımını kışkırtan yeni bir merhaleye karşılık gelir. Bilginin sınırsız açılımına tanık oldukça okuyucunun heyecanı artar. Farklı kapıları yoklayarak arayışına devam eder.

Yitiksöz, 29. sayısında bilinçli okur olma imkânını eşeleyen yazılarla okurluk dikkatini sınamayı deniyor. Okurluk donanımı yönünden zenginleşmeyi öneriyor insana. Bilinçle kotarılmış kalem denemelerinden bir sergi açarak çağı kavrayabilme cehdine sahip olma erincini çalıştırıyor insan kalbinde.

 

Hep birlikte bilinç eleğinden geçmiş nice okumalara… (Bir Dünyadan Diğerini Okumak, Duran Boz, s. 3)

 

Yitiksöz 29’da şiirlerini okurla buluşturan şairler bizlere bir şiir resmigeçidi sunuyor. Sevgili Okur, bu sayıdaki birkaç şairden birkaç dizeyi dikkatlerinize sunalım:

 

vardım beni bekliyor o güzel iç mevsim

billûr kesim billûr kesim billûr kesim (Bahar Evliği-Cafer Keklikçi, s. 8)

 

kara bulutlar. geri dönün. hayır yağmur yağmayacak.

sırnaşıklara gününü göstermeyecek aynalar

eşikler aşılmamış anlaşılmamış henüz günahın rengi

kalkın ey ehramına bürünüp duranlar (Cepheden Gelen Tezkere, Cengizhan Konuş, s. 12)

 

annem halı dokurken kenardan izlemekti hayat

başımı dizlerine koyup dalmak gözlerine

saçlarımı okşarken merhamet dolu bakışlarına

annemmm deyip sarılmaktı doyasıya (Hayat, Yunus Emre Altuntaş, s. 15)

 

Her gün üç beş satır da olsa yaz, ayda bir eder belki yılda bir

Uğrarsa yolumuza derviş, alnında tomurcuk ter, gün, bayram eder

Tutulur imlası şiirin, dili lal, elleri aşk kesilir, sözü sessiz ufuklarda (Keyfekeder Durağı, Yasemin Kuloğlu, s. 18)

 

Hayat diyorum bu hayat

Beni bir başıma bırakmayan

Bu gül goncası bir kalp çarpıntısı

Bu ağrılı geçen günler diyorum. (Hayat Diyorum, Nurettin Durman, s. 52)

 

O geceye bir de şairler gelir

Sustukça önlerinde birikir kelimeler

Sustukça başlarında eski harfler yığını

Cümlelerden yapılma sandallara binerler

Dönmeyi istemezler seslerin kıyısına

Ah güneş söylemese dağılmasa gölgeler (Ayın İşaret Dili, Esma Polat, s. 108)

 

Huzur,

Bir annenin gözlerinde bekleyen bir damla yaşta.

Ve biliriz ki,

Beyrut, Gazze, Semkuli…

Her şehir, her mabed.

Sonunda barışa döner,

Sonunda huzur bulur masumiyet. (Semkuli’nin Fiistin’e Duası, Süleyman Çoban, s. 110)

 

Yitiksöz 29’da öyküleriyle yer alan öykücülerimizden sizlere tadımlık örnekler sunuyoruz. Öykülerin dünyası sizleri bekliyor:

 

Sakın kimseye anlatayım deme!

Nefesim kesilecek gibi olunca uyandım. Rüyamdaki saman balyaları yüzünden kusma isteği geldi yine. Banyoya zor attım kendimi. Bu rüya yıllardır uykularımı ziyan ediyor. Vefat eden halamın cenazesi için ilçeye gitmem gerektiğini öğrendiğimden beri sanki midem daha sık bulanır oldu.

Yol kenarındaki kurumuş tarlaları, o hastalıklı sarı rengi görmemek için gözlerim kapalı. Birkaç saatlik yoldan sonra, yarı uykulu yarı uyanık vardım ilçeye. Taziye evinin kapısında onlarca ayakkabı karşıladı beni. Avluda koşturan çocuklar, içeri girip çıkan delikanlılar, uğurlanan misafirler, yeni gelenler… Hayatta kalanlardan biri olmak bu keşmekeşi yadırgamamayı gerektiriyordu. (Saman Balyalarının Günahı, Emame Harmancı, s. 102)

Fakat ikimiz de yetimiz, benim babam nasıl öldüyse dedem de vakti saati gelince ölüverdi. Salona bu yatağı sermen olmaz, bak Ayten işten gelip de bunu görünce canı sıkılır, yüzü asılır, aranız açılır, artık kayınvalidesine bakan kimse kaldı mı, biraz özen gösterelim titizlendiği şeylere, toplayalım şimdi hemen, aranız açılmasın yine.

Öldü demeye utanmıyor musun? Babalar kolayına ölmez, daha mürüvvetimi bile görmedi. Dünyanın en iyi babası, arkadaşımla sinemaya gitmek için izin istedim diye dövmüştü ama alışsa mıydım o karanlık kuytulara. Babalar kızları için en iyisini bilir, beni kime verse, odur.

Tamam anne odur, o babamdır, harikadır, dedem gördüğü görgüsünü işledi, iyi de adamdı, televizyondaki bir dizide kızlara kötü davranılınca gözü nemlenir, ekrandan içeri dalacak gibi olurdu, amenna, ama o öldü. (Geçip Giden Şeyler, Yıldız Ramazanoğlu, s. 90)

 

Yitiksöz 29’da özenle hazırlanmış derinlikli bir Okuma/Eleştirel Okuma Dosyası sizleri bekliyor. Okuma eyleminin izi sürülüyor bir nevi bu dosyada. Ayrıca Sercan Ceylan Mehmet Narlı Bey’le eleştirel okuma üzerine oylumlu bir söyleşi yapmış. Dosyadan birkaç tadımlık alıntı huzurlarınızda:

 

Felsefi okuma [aynı zamanda felsefe ile okuma], felsefi bir metnin felsefi tavır ile okunmasıdır. Felsefi tavır nedir, sorusu beni bir başka hocamın dersine götürüyor: Yine

Alman mimarisinin Türkiyedeki görkemli örneklerinden birinde, tıpkı İstanbul Üniversitesinde olduğu gibi bir zamanlar koridorlarında Almanyadan kaçan hocaların ayak seslerinin duyulduğu, âdeta bir kartal yuvasını andıran Dil ve Tarihin üst koridorunda, Sıhhiyeye bakan bir odadayız. Necati Hoca o 19. Yüzyılın meşhur zihniyet konusunu, çayından bir yudum aldıktan sonra anlatmaya devam ediyor: Zihniyet, aklı kullanma biçimiydi. Aklın içinde bulunduğu ve düşünce ürettiği ortamdı. Aklı kullanma biçimi olgusal (pozitif) ve büyüsel (magique) olmak üzere ikiye ayrılırdı. Felsefi tutum aklın hâkim olduğu bir tutumdu ve başlıca üç özellik içinde kendini gösterirdi: (1) Bütüncül bakış, (2) eleştirel yaklaşım, (3) hoşgörü (Öner, 2006: 199-202). Bilahare Saffet Hocanın anısına hazırladığımız armağan kitaba konuya ilişkin yazısını almak için kendisini aradığımda büyük bir memnuniyet ve nezaketle, mutluluk duyarım demişti.

 Felsefe ile okuma felsefi olmayan, ancak içerisinde felsefi motifler barındıran metinlerin, en sık karşılaşılan şekliyle, edebî metinlerin, felsefenin ışığında ve felsefenin katkısı ile okunmasıdır. Felsefe ile okuma, daha çok okuyucu merkezli bir okumadır; okuma ediminde metindeki anlam geri planda kalır, onun yerine okuyucunun bir yorumcu olarak kendisinde bulunan anlam, analiz ve sentez gücü öne çıkar. Bu durumda metin okuyucudaki anlama giden bir vesile durumuna gelir. Okuyucu, metni belki yazarının hiç hayal bile edemeyeceği bir yola sokar. Felsefe ile okumanın verimi okuyucuya, okuyucunun bakışına görüşüne, donanımına, konuya aşina olup olmamasına, metnin felsefi referanslarını uygun bir şekilde oluşturup oluşturamamasına bağlıdır. Okumanın verimi ve başarısı neredeyse tümüyle bu yoğunlaşmaya bağlıdır. Metinde ve okuyucuda, okunan metin ve seçilen felsefi yola ilişkin bir ilginin, yakınlığın olması, okuma ve yorumlamadaki başarıyı etkileyecektir. Felsefe ile okuma, metni türsel bir dönüşüme uğratan, edebiyattan felsefeye doğru dönüştüren bir okumadır. (Felsefi Okuma, Felsefe ile Okuma, Vefa Taşdelen, s. 28-29)

 

 Kanaatimce okumak, okumanın bedelini göze almak, risk almak, hiç yoktan dert sahibi olmak demektir. Okudukça sadece kazanıyor, başarıyor, yükseliyor ve ilerliyorsanız aslında okumuyorsunuz demektir. Bence okumak böyle bir şey değil. Okumak Platonun Phaidros diyalogunda bahsettiği pharmakon gibidir. Feqiyê Teyranın Ay Dilberê şiirinde geçtiği üzere hem dert hem dermandır. Belki de ikisi arasında Derridanın ifadesiyle karar verilemez bir durumdur. Çünkü okuma enformatik bir alış-verişin ötesinde metinle, yazarla, anlamla girilen bir diyalog ise okuma faaliyeti sırasında bize neler olabileceğini önceden kestirebilmek mümkün değildir. Bu nedenle her okuma bir risktir. Tabii ki her risk beraberinde bir imkânı hazırlayacaktır. Bedel ödemekse bir imkânı doğuracaktır.

 Okumanın bedelini ödemek onu epistemolojik ve pozitivist bir zeminden ontolojik ve hermeneutik bir ufka ve dünyaya getirmek demektir. Ontolojik ve hermeneutik ufuk epistemolojik özne-nesne ayrımına dayalı Kartezyen yaklaşımdan farklı olarak özne ile nesne arasında diyalojik bir ilişkinin varlığını salık verir. Buna göre okumak, okuduğumuzla dönüşebilmeye, değişebilmeye açık olmak demektir. Bedel ödemeyi göze alan bir okuma hermeneutik bir okumadır. Bir okurun hermeneutik donanımı ise bedel ödemeyi göze alması, yani okuma eylemini bilgi istifleme, epistemolojik çoğalma, enformatik büyüme olarak değil, içinde hayretin, merakın, aşkın ve yaşamın, mutluluğun ve acının olduğu ontolojik bir tecrübeye dönüştürmesidir. Aşkla ve yaşamla irtibatı olmayan okuma, çok kötü bir zaman öldürme şeklidir. İllaki zaman öldürmek, vakit geçirmek isteniyorsa okuma dışında her şey yapılabilir. (Okumanın Hermeneutik Doğası, Okurun Hermeneutik Donanımı, Mehmet Ulukütük, s. 36)

 

Okuma; bir sırrı çözme, anlama, öğrenme, bilme gibi anlamları taşır. Tüm bu anlamların yanı sıra okumayla birlikte düşünülmesi gereken bir eylem daha vardır: Yazma. Yazma, insanlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilir. Fakat okurunu bulamayan yazmanın bir şey ifade edemeyeceği aşikârdır. Mağaralardaki resimlerden sosyal medyadaki herhangi bir paylaşıma kadar her şeyi içerisine alan yazma, okumayla beraber dönüşüm yaşar ve günümüze kadar ulaşır. Yazma, okunulan metnin çoğaltılması için en ilkel yollardan da biridir. Metnin çoğaltılmasına duyulan ihtiyaç ise insanlığın var oluşuyla birlikte sahneye çıkan kutsal metinlerin okunurluğunun artırılmak istenmesiyle ilişkilidir.

 Bir kâhinin yıldızlara bakarak hava durumunu okuması yahut bir şifacının tedavi için gelen hastanın gözlerinin renginden hastalığını okuması, okumanın anlama kudretini içinde barındırmasıyla ilişkilidir. Okuma, bu kudretle birlikte bugün anlaşıldığı biçimde metne bağlı okumadan daha evvel de ilahi bir anlama sahiptir ve yazının icadıyla birlikte bu durum pekişir. Çünkü okuma, ne anlama geldiği belli olmayan şekillere anlam kazandırır. Sesli okunarak duyurulan kutsal mesajların yazıya aktarılmasıyla beraber ise zaten ilahi bir anlama sahip olan okuma, ilahi bir kitabı okuma, anlama, bilmeyle beraber kutsiyetini daha da artırır. (Bitmeyen Sefer; Okumak, Saime Kemerci, s. 83)

 

– Eleştiri, yaratıcı eleştiri, yaratıcı okuma ve yazmanın da bir parçası. Çağın ve bugünkü edebiyat ortamının koşullarını da düşündüğümüzde sizce eleştiri bugün edebiyatımızın neresinde? Sanat öldü deniyor fakat eleştiri de mi öldü?

 – İnsanın doğasına atıf yaparak ilerleyelim: İnsan idraki, eleştirel bir idraktir. İnsan varsa eleştiri vardır. Özne varsa eleştiri vardır da diyebiliriz. Çünkü özneler, nesnelerle ilişkilerinde, kendi özneliklerine göre ilişki kurarlar; özneler, biriciklikleri ile var oldukları için fark kendiliğinden var demektir. “Farkı fark etmek eleştirinin esasıdır. Yani insan, yeryüzünde eleştirel bir varlık olarak bulunur. Dolayısıyla, insan kendisi olarak bir şeyle ilişki kurduğunda, eleştirel olmamasının ihtimali yoktur. İlişki kuramıyorsa insan, kendisi olmaktan uzaklaşmıştır.

Eleştirinin esası ise bir seçmedir, seçilenle ilgili bir şey söylemektir. Seçme aynı zamanda bir şeyi dışarda bırakmayı da içerir; dışarda bırakılan reddedilmiş olabileceği gibi kıyas edilerek itilmiş de olabilir. İnsan, bir şeyi seçtiği veya bir şeyi dışarda bıraktığı anda bir şey söylemeye de hazırdır. Bu kitabı seçtim, niçin? Bu öğle uykusunu tercih ettim, niçin? Öbür kitap dışarıda kaldı, niçin? Uyanıklığı dışarıda bıraktım, niçin?

 Bir metni okumaya durduğunda, oradaki düşüncelerle, duygularla, yöntemlerle konuşmaya da başlarsın. Bu tam da eleştirinin başladığı andır. Bu durumda okur olarak ortada olduğun gibi eleştirmen olarak da kendini kurmaya başladığın andır. Eleştirel okuma dediğimizin esası da budur zaten. Ama temel şartı unutmayalım: kendin olarak okumak. (İnsan kendi olarak okuyamayabilir mi? Evet, hem de hayli mümkündür. Belki ilerde değinirim) Eleştiri öldü mü diyorsun. Ölmez. İnsanlar, olaylar, kitaplar, metinler, yazarlar, üretenler var olduğu sürece eleştiri de vardır. Dahası, her yazılan roman öbürüne bir eleştiridir. Her yazılan şiir öbür şiire bir eleştiridir. İnsan konuştuğu sürece, ötekinin eleştirisidir. (Mehmet Narlı ile “Sözün Düşüşü, Estetik Huzursuzluk, Eleştirel Okuma Üzerine”, Konuşan: Sercan Ceylan, s. 61)

 

Yitiksöz 29’da deneme, inceleme, anı ve kitap tanıtımı yazıları da yer almaktadır:

 

Garaudy, sorunların farkında olan ancak sorunların içinde boğulmayan bir düşünürdü. Bu bağlamda insanlığın kurtuluşuna olan inancını hiçbir zaman kaybetmedi. Bu umudu besleyen en güçlü unsur ise İslâm’dı. O, İslâm dininin bilim, hikmet ve imanı en güzel şekilde birbirine bağladığını biliyordu. Batı’nın göz ardı ettiği gayeler üzerinde tefekkür etmek demek olan hikmet, İslâm medeniyetinin mayasıydı. İslâm, aklıselim ve kalbi selimle insanlığı huzura, mutluluğa, barışa ve esenliğe davet ediyordu. Batılı akıl ise “pozitivist”, asıl boyutlarından koparılmış kötürüm bir akıldı (Garaudy, 2021c:132). Bu akıl hikmetten kopuk bir şekilde, atomla, füzeyle ve genle oynayarak dünyayı felâkete sürüklüyordu (Garaudy, 2020d:60). Batı’nın totaliter “akılcılığı” insanın manevî boyutunu hep yok saydı (Garaudy, 2020a:174). Görüldüğü üzere Batı düşüncesi birleştiren değil ayıran bir temele sahipti. Tabiat, insan ve Tanrı’nın birliği Batı kültüründe parçalanmıştı (Garaudy, 2020a:41). Akla taparcasına güvenen Batılı insan sırf akılla her şeyin yapılamayacağını anlayamadı. Oysaki akıl sevgiye, güzelliğe, hayatın ve ölümün anlamına tek başına ulaşamazdı (Garaudy, 2020a:175).

 Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Roger Garaudy, zorlu hayat koşullarında davasına sadık kalmış, ideallerden vazgeçmemiş, şartlar ne olursa olsun umudunu ve inancını kaybetmemiş, düşüncelerini özgürce ifade etmiş, her zaman mazlumların yanında yer almış, duruşunu bozmamış asil ve onurlu bir düşünürdü. Fikrin yılmaz savaşçısını saygıyla anıyor ve onun varoluşa kattığı anlam parıltılarından insanların nasiplenebilmesini diliyorum. (Fikrin Yılmaz Savaşçısı: Roger Garaudy, Erol Çetin, s. 21)

 

Sevgili Mevlâna İdris ile Çorlulu’da Erenler Kıraathanesinde tanışmıştık. Mevlâna her zaman sükûtiydi. Arada bir konuşurdu. Daha çok içine dönüktü. Sevgili Hasanali Yıldırım onun için “tanıdığım nadir kalb sahibi insanlardan biriydidemişti. Öyleydi.

 Az konuşurdu. Genellikle hazretşeklinde hitap ederdi, biraz mesafe koymak isterse “bayım” derdi. Heybesinde anlatacak birkaç yeni espri mutlaka bulunurdu.

 

Sultanahmetteki evine davet etmişti. Eşi Aysel ile de orada tanışmıştık. Yemek yedikten sonra neyinden taksim geçmiş, bazı ilahiler okumuştu. Sonra eşiyle birlikte nikâhımıza gelmişti. (Sevgili Mevlana İdris ile 35 Yıl, Selman Gemuhluoğlu, s. 86)

 

Kırk şiirden oluşan Kıyıya Vuran, şairin bize gönderdiği kırk değerli hazine. Söz konusu hazine, Bazen Birini Seversin şiiri ile başlıyor ve Yol Adabı ile de sona eriyor.

 

Bazen Birini Seversin başlıklı şiirde; “Sevmek de iyilikten sayılır (…) En çok da masalsız kalan çocuklara ağlamalı (…) Çiçeklerin başkaldırma mevsimine bahar diyor birileri (…) ve “Anlamına yenilen kelimelerim var” dizeleriyle şair, şiir okuruna seslenerek insanın iç dünyasının harekete geçmesini işaret ediyor. İnsanın yalnızlığa sürüklendiği bu çağda, insandan insana iletişim kanalları açmak gerektiğini ifade ediyor. Çünkü kurulan iletişim kanalları sayesinde çağımız insanının sorunlarına çareler bulunabilir.

 

Yol Adabı şiirinde ise “Kendi etine gömülen kemik kadar sadakati yok kalbimizin (…) Hayat ki beyazdan en beyaza hizalar bizi (…) Yazgı, kabuk tutan bir yarayı kaşımanın / Hazzı kadar öznesidir bir cümlenin (…) Çoktan seçmeli bir uçurumdur aşk” ve “Seni de unutmadık / Merhamet aşktan üstündür diyen ozan” diyerek hayatın birtakım dertlerle, acılarla, yoklukla insanı sınadığı gibi her türlü sevinçle, neşeyle, bollukla da sınadığını gündem konusu yapıyor. Bu sınamada herkesin beyazı kendine özgüdür. Aşkın çoktan seçmeli bir uçurum şeklinde nitelenmesi şair eğitimci yönünü de bize duyuruyor.  (Kıyıya Vuran (Hazine), Erdoğan Muratoğlu, s. 109)

 

Yitiksöz 29, 2025 yılının Kurban Bayramı öncesinde okurla buluştu. Allah için en sevdiğini feda etmek… Evet Hz. İbrahim (AS) gibi, en çok sevdiğini kurban eden Gazzeli Müslüman kardeşlerimiz yaklaşık 1400 küsur yıl önce vacip kılınan Kurban ibadetini hakkıyla yerine getirmekte. Maalesef bizlerse Kurban’ın sadece gelenekselleşmiş yönünü ifa ediyoruz. Rabbim bizleri hakkıyla Kurban Bayramı’nı idrak edeceğimiz günlere eriştirsin.

 Sanal medyanın insanlığı ve insani değerleri imha etme operasyonu tüm şiddetiyle devam ediyor. Artık yanına yapay zekâ (!) adlı canavarı da alarak insanı robotlaştırma operasyonuna son sürat devam ediyor. İnsana ait duyma, düşünme ve akletme melekesini imha etmek için bin bir oyun oynanıyor. Bizler bu oyunlara tüm gücümüzle direnmeli ve insani olanı koruyarak geliştirmek için gereğini yapmalıyız.

 Yitiksöz 29, bu uğurda direnen ve insani olanı yaşatmak için sorumluluğunu yerine getirmeye çalışan dertli bir grup dostumuzun yüreklerimizi serinleten bir mecraı. Rabbim sayılarını ve tesirini bereketlendirsin.

İnsan kalmak ve insani olanı daim kılmak için emek harcayan ve adımlarını yoğunlaştıran Yitiksöz-29 şu sitede elektronik olarak yayımlanmaktadır:

https://duranboz.com/yitiksoz_01/

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir