1. Anasayfa
  2. Düşünce

Ankara’yı Yurt Edinmek

Ankara’yı Yurt Edinmek
0

“Ankara’da yedim taze meyvayı
Boşa çiğnemişim yalan dünyayı”

Memleketten ayrılmak çok güç olmadı. Bunda hem yatılı mektepte kazanılan tecrübe etkili olmuştur, hem de idealler. Yatılı okumanın beraberinde getirdiği güçlükler var; bu başlı başına bir tartışma konusu ama faydalı tarafları da var. Ben faydalı tarafları zikredeyim: Çalışma disiplini edinmek, zamanı planlı kullanabilmek, aynı kaderi, aynı dersliği, aynı ekmeği ve aynı oyunu paylaştığın arkadaşlarınla ortak bir dil kura bilmek… Bütün bunlar tahammül etmeyi, sabretmeyi, yetinmeyi ve en önemlisi paylaşmayı insana öğretiyor. Hayatı erken öğreniyorsunuz. Kavgalarınız oluyor, barışıyorsunuz. Harçlığınız bitiyor, hemen oradan bir arkadaşınızda borç alabiliyorsunuz. Derdiniz oluyor, halleşiyorsunuz. Asıl eğitim bu melekeleri geliştirmek, hayata tutunmanın yolunu yordamını öğretmektir. Bunları evci olduğunuzda da mahallede düşe kalka öğreneceksiniz. Bu anlamda yatılı okumak, hızlandırılmış eğitim gibi bir şeydir. Daha kapıdan girer girmez meseleler başlar; siz birini çözersiniz, ötekisi başlar. Böylece tecrübe kazana kazana hayat yolunda yürümeyi öğrenirsiniz.

Böyle bir tecrübem olması hasebiyle kalkıp gitmekten, gurbet yolunu tutmaktan imtina etmedim. İdeallerim de vardı, yukarıda kısmen işaret ettim. O idealleri gerçekleştirmem için öncelikle iyi bir yüksek tahsil almam gerekirdi. Hem şiirle edebiyatla uğraşıyor, Mavera okuyor, Cahit Zarifoğlu’nu seviyordum. Ankara demek Mavera demekti, Cahit abi demekti… Hayatımda yeni bir sayfa açılıyordu. Ne olacağını, nasıl olacağını bilemiyordum. Fakat bütün zorlukları aşacak güce ve akla sahip olduğuma kaniydim. Hadsiz değildim, ama çareler arayacak bir idrake de sahiptim. O bakımdan şendim. Fakat rahmetli anam öyle düşünmüyordu. O oğlunu gurbete yollayan bir anaydı. Ağlıyordu. Biliyordu ki bu gidişin bir daha dönüşü olmayacak… O hep evlat hasreti çekecekti. Ama okumamı, büyük adam olmamı çok istiyordu. İki denizin birleştiği yer anaların kalbidir; orada ne dalgalar olur, ne tufanlar yaşanır kimse bilmez. Anamın, “aynadaki sarı kız”ın ellerinden ve yanaklarından öptüm, öptüm… Doya doya öptüm.

Sonra içindeki hüznü hiç yansıtmayan ve kendisinin mânialar sebebiyle gerçekleştiremediği yüksek tahsili oğlunun yapacağı sevinciyle metin olan babamın, merhum babamın ellerinden öperken fark ettim, o da içten içe aşlıyordu. “Bizi”, dedi, “unutma. Nerede ne olursan ol, geldiğin yeri unutma. Helale ve harama dikkat et. Merhametli ve çalışkan ol. Kimseden değil, Allah’tan iste. Kimseye değil, Allah’a kul ol. Sadece ona eğil. Kimsenin önünde eğilme, kemiklisin kemikli kal…” diyerek devam etti. Altın değerindeki nasihatlerini gönül hazineme bıraktı. Babalar dağlara benzer; metindir, duruşu sağlamdır ve fakat onun da uzaktan görülmeyen dereleri, serin suları vardır. Babamın içten içe ağlamasını, daha sonra evlatlarını gurbete yollayan bir baba olarak tecrübe ettim. Fark etmesinler istedim ağladığımı, ama babam kadar bu konuda becerikli olamadım. Her ne ise yola çıkılacak, yeni bir sahife açılacak… Otobüse bindiğimde her ayrılığın yeni bir kavuşma olduğunu müdriktim. Ama bu yeni sahife nasıl bir sahife, bu yeni kavuşma nasıl bir kavuşma olacaktı? Kimlerle karşılaşacağım? Nerede kalacağım? Burs yahut iş imkânı olacak mıydı? Hakikaten İlahiyat, hedeflediğim eğitimi bana verecek miydi? Ankara’ya doğru seyreden Selçuk Turizmin otobüsünde, orada o koltukta oturuyorum ama aklımda çözümünü zamana bırakmam gereken bin müşkül, bin soru var. Akıl atını bağlamak kolay bir iş değildir. İnsan, hele hele benim gibi yolun başında olan bir insan baştan sona endişedir. Gecenin bir saatinde uykuyla uyanıklık arasında bin endişeyle vardım Ankara’ya.

Ankara terminalindeki halimi düşünüyorum, gülüyorum… Hiç gözümün önünden gitmeyen resim şöyle: O eski Yeşilçam filmlerinden çıkıp gelmiş gibiydim. Bir elimde büyük bir valiz, ötekisinde bir telis çuvala yerleştirilmiş yorgan. Tek eksiğim var, o da kasket. Ha, bıyıklarım da yok; onu da not etmeliyim. Anadolu kokan bir taşralı, Ankara’nın o eski terminaline inmiş oldu. Yüklerim ağır. Bir taksiye bindim, geçici yahut kalıcı olarak kalacağım arkadaşlarımın yanına Keçiören’e doğru yola koyuldum. Menzilimiz Keçiören Alfalt Demir Kapı Durağı Özgür Apartmanı. Sabahın erken saatlerinde menzilimize vardığımda açılan kapı, bir taşralının Ankara’yı yurt edinmesine yetmiş oldu. Yeni sayfa burada yazılmaya başlandı. Yeni yolun ilk adımları burada atıldı. Şunu anladım ki insana şu dünyada bir kapı açılınca, o endişelendiği meselelerin halline dair yeni kapılar da birer bir açılıyor. Mesele yola çıkmakta. Besmeleyle ve hayırlı niyetlerle çıkılan yol, yolcuyu hesap edemediği nice bereketli duraklara ulaştırır.

Prof. Dr. Bilal Kemikli, Sivas’ta doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı, 1998'de doktor, 2002'de doçent ve 2008'de profesörlüğe yükseltildi. Ankara, Yüzüncü Yıl, Süleyman Demirel ve Uludağ Üniversitelerinde öğretim üyesi ve idareci olarak görev yapan Prof. Kemikli, DPÜ İlahiyat Fakültesi’nin kurulmasına kurucu dekanı olarak öncülük etti. Halen Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdüren yazar, daha evvel İlim ve Sanat Dergisi, İslam, Bizim Dergah, Yeni Dünya, Somuncu Baba, Dergah, Edebiyat Ortamı, Ayvakti ve Yedi İklim gibi dergilerde yazılar yayımladı. Bir süre TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda Çocuklar İçin adlı programı hazırlayıp sundu. Bazı TRT Belgesellerinde danışman ve metin yazarı olarak görev yaptı.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir