Benzer isimli bilginler olarak, isimler çok karıştırılmasa da, Hamdi isminden hareketle benzerlik kurduğumuz, aynı zaman dilimlerinde yaşamış, aralarında mektuplaşmalar olmuş, hoca talebe ilişkisi yaşamış, hem doğum hem de vefat tarihleri arasında 9 yıl bulunan ve her ikisi de Antalya ilimizden olan iki büyük âlimin isimlerine yer vereceğiz. Muhammed Hamdi isminin başında Antalya’nın ilçesine nisbetle Elmalılı kullanılsa da soyadında babasının memleketi Burdur’un Gölhisar ilçesine bağlı Yazır köyünün adı kullanılmıştır. Mamafih Elmalılı, hocasının ismi de Hamdi olduğundan hocası Büyük Hamdi, kendisi Küçük Hamdi olarak anılmıştır. Ahmed Hamdi’ye gelince, önceleri isminin başında Antalya’nın ilçesi Akseki’ye nisbetle Aksekili diye anılmış daha sonraları ise soyadı olarak kayda geçmiş ve Ahmed Hamdi Akseki şeklini almıştır. Her ikisinin hayatı ve eserlerine geçmeden önce hoca talebe ilişkisini ortaya koyan Muhammed Hamdi’nin Ahmed Hamdi’ye yazdığı mektuba yer vererek başlamak istiyoruz. Elmalılı’nın Aksekili’ye yazdığı mektup şöyledir:
“Ey azizliği seven ve sevdiğine küsen fâzılım,
15 Muharrem 1359 ve 24 Şubat 1940 tarihli mektubunu aldım. Özlemiştim. Dikkatle okudum. Cerihadar (yaralı) gönlüme bir teselli ararken baktım yine vur abalıya demişsin. Anlaşıldı ki “darabe Zeydün Amren” (Arapça’da sıkça kullanılan bir örnektir. Zeyd, Amr’a vurdu, demektir.) bahsinden kurtuluş yok. Yine kaşları çatmış, azizlikle sitemler yapmışsın. İdmanlı bir sporcu gibi yumruğu sıkmış, ihtiyar hocanı dürtüştüre dürtüştüre okşamışsın. Hem vurmuş hem de hüngür hüngür ağlamışsın. Ben bunu bahçede erik dalına konup da “Üsküdar’a gidelim” diye nevha (öten) eden kumrunun kükremesine benzettim. Hoşuma gitti. Fakat bir hiss-i hazinane içinde tıpkı ihtiyarlığın menazır-ı âlemden aldığı hiss-i hazan gibi. Meyvaları toplanmış müsmir bir ağacın çırpına çırpına dökülen yapraklarının kendisinden ayrılması hengâmındaki vaveylay-ı firak gibi. Bunca senelik hukuk karşısında dökmüş olduğum samimiyet ve fedakârlık meyvalarına bir irca-ı zarar buyurmadan hepsini bir lahza da silkip atıverdiğini yana yakıla anlatıyorsun. Öyle ki İstanbul’a gelsen yanıma uğramayacakmışsın. Neden? Çünkü çok kırılmış, küsmüşsün. Hayır, ondan değil. Gelemezsen mahcubiyetinden gelemeyeceksin. Benim bildiğim irfanın yaptığını bilmemezlik edemezdi. Ne de olsa debbağın sevdiği deriyi taştan taşa çarptığı gibi hiddetle ezim ezim ezmek istediği bivaye hocasını unutamazdı. Vicdanın sana gücendiğini söylediği zaman onun içinde gizlenen âmilin hicap tazyiki olduğunda tereddüdün yoktur diyebilirim.
Malumu âlileridir ki meziyetler hadisi nefis ile değil, miratı hakta sabit olur: “Mahiyet ispat eden asâr-ı ameldir”
Bununla beraber ben her hakikatin söylenmesi meziyet olduğuna kaail değilim. Çünkü hakikatler içinde mağfireti matlup olan nice günahlar da vardır. Yoksa setr-i uyup ketm-i sır fazilet olmaz, gıybet, nemime, ilân-ı münker gibi fiiller meziyet sayılırdı. Kirli çamaşırları ortaya dökmek her zaman hüner olurdu. Hakikati söylemek, lüzumu halinde, emir bilmaruf nehiy anilmünker hükmünü aldığı, izhâr-ı hakka hizmet ettiği, talim ve irşat, şefaat gibi bir hayır ile alakadar olduğu, bir münkere sâik olmaktan sâlim bulunduğu zamandır ki tehlikesi nisbetinde büyük meziyet, hatta vazife olur. Filvaki, söyleyince doğruyu söylemek vecibedir amma her doğruyu söylemek gerekmez. Mucibe-i külliyenin (tümel olumlu-önermenin-) aksi mucibe-i cüziye (tikel olumlu-önerme-) olduğu malumdur. Sonra hakikatı söylemeyi severken onu dinlemeyi ve kendi nefsinde tatbik etmeyi dahi daha büyük bir meziyet olarak sevmeyi unutmamak iktiza eder. Onun içindir ki ben ne kendine ne de sana her hakikatı söylemek iddiasını tavsiye etmem. Fakat “Aatû külle zihakkın hakkahu” (Hakkı olan herkese hakkını verin) emrine ittiba her zaman fariza-i mutlakadır. Bu, bize hak ile hakikat arasında gözetilmesi lazım gelen farklar bulunduğunu gösterir.
Artık sözü fazla uzatmayayım da sefer hakkındaki sualine geçeyim. Gözlerinden öperim.
Elmalılı Hamdi Yazır, 4 Safer 1359 15 Mart 1940.” (Hak Dini Kur’ân Dili, 8/3-4)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942)
Müfessir, fakih, hafız Muhammed Hamdi, 1294/1878 yılında Antalya’nın Elmalı ilçesinde doğdu. Babası Burdur’un Gölhisar kazası Yazır köyünden Numan Efendi, annesi Elmalı ulemasından Mehmed Efendi’nin kızı Fatma Hanım’dır. Bu ilçeye nisbetle anılan Muhammed Hamdi, ilk ve orta öğrenimi memleketinde yaptıktan sonra dayısı hoca Mustafa Sarılar ile İstanbul’a gitti. Elmalılı: “Ben halis Anadolulu öz, Oğuz, Yazır Türküyüm: On beş yaşımda İstanbul’a geldim, ne Arabistan’a gittim ne Türkistan’a. Ne İran’ı gördüm ne Frenkistân’ı. Öğrendiğimi bu vatanda öğrendim. Kayı, Kınık, Bayındır, Eymir, Avşar gibi büyük Oğuz kabilelerinden biri olduğunu da Arapça’dan: Divan-ı Lügati’t-Türk’ten öğrendim” (s. 17) demektedir. Küçük Ayasofya Medresesi’ne yerleşen Muhammed Hamdi, Beyazıt Camii’ndeki derslerine devam ettiği Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’den icâzet aldı. 1324 yılında Beyazıt dersiamı olarak icazet aldı. Aynı yıl Antalya mebusu seçildi. Hocası Büyük Hamdi, kendisi de Küçük Hamdi diye anılan Elmalılı, yazılarında bu ismi kullanmıştır. Soyadı kanunu çıkınca babasının köyünün ismini Yazır soyadı olarak aldıysa da daha çok doğum yerine nisbetle Elmalılı diye meşhur olmuştur.
Mekteb-i Nüvvab, Mekteb-i Kudât, Mülkiye Mektebi ve Medresetü’l-Mütehassısîn’de dersler veren Muhammed Hamdi, önce Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye azalığına sonra da Reisliği’ne seçilmiştir. Evkaf nazırlığı da yapan Muhammed Hamdi, medreselerin kaldırılmasıyla birlikte inzivaya çekilmiş ve ilmi çalışmalarına ağırlık vermiştir. 27 Mayıs 1942 İstanbul/Erenköy’de vefat etti. Hâfız, şair, musikişinas ve aynı zamanda usta bir hattat olan Muhammed Hamdi, İstanbul Kadıköy/Sahrayıcedid Mezarlığı’na babasının yanına defnedildi. Mezar, dört tarafı yollarla çevrili olan mezarlığın İmam Ramiz Sokak -Sahrayıcedit/Kadıköy/İstanbul- tarafındadır.
Eserleri
Hak Dini Kur’an Dili. Muhammed Hamdi’nin en önemli çalışmasıdır. TBMM tarafından Diyanet İşleri riyasetine bir tefsir ve tercüme yapma görevi verilmişti. Tefsiri yazma teklifini kabul eden Muhammed Hamdi, (Hak Dini Kur’ân Dili, 1/8) yılların ilmi birikimi olan eserini on iki yılda (1926-1938) tamamlar. İlk defa Diyanet İşleri Reisliği tarafından İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’nda dokuz cilt on bin takım olarak basımı gerçekleştirilmiştir. (1935-1939) iki bin nüshası müellife kalanlar ise meccanen dağıtılmıştır. (Ömer Nasuhi Bilmen, Tefsir Tarihi, 2/792) Tefsirinin altı yıl süren matbaa tashihlerini Abdullah Âtıf Tüzüner (ö. 1954) ve Ömer Nasuhi Bilmen (ö. 1971) yapmıştır. Ahmed Hamdi Akseki, Diyanet İşleri Reisliği’ndeki Hey’et-i Müşâvere âzalığı görevi sırasında Hak Dini Kur’an Dili ile Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi’nin yayıma hazırlanmasında büyük hizmet görmüştür. Eserin ilk baskısından ofset olarak ikinci (İstanbul 1960) ve üçüncü (İstanbul 1971) baskıları yapılmıştır. Tefsirin bugün üç ayrı heyet tarafından sadeleştirilmiş üç ayrı baskısı mevcuttur. Tefsirin eski harflerle olan nüshasının tıpkıbasımı yapıldığı gibi (13 Cilt. DİB Yayınları) tahkikli neşri de gerçekleştirilmiştir. (6 cilt. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları) Tefsirin meali de defalarca yayınlanmıştır.
Zengin bir içeriğe sahip olan tefsir, “İlahi! Hamdini sözüme sertâc ettim, zikrini kalbime mi’râc ettim, kitabını kendime minhâc ettim…” sözleriye başlamaktadır. Dirayet tefsirinin güzel örneklerinden biri olan Hak Dini Kur’an Dili’nin mukaddimesinde belirtildiği üzere, ayetler arasındaki münasebetler, sebeb-i nüzul, kıraat, terkip ve kelimelerin açıklanması gibi konulara yer verildiği gibi şiirle istişhada yer verilmiştir. Kitapta zikredilen ve tercümenin zorluğuna örnek verilen ilk şiir şudur:
Geh gözde geh gönülde hadengin mekân tutar
Her kanda olsa kanlıyı elbette kan tutar
Tefsirde zikredilen son şiir ise şöyledir:
Geldim likana ermek için iş bu menzile
Haşret erenlerinle beni eyleyip kerem
Bir an imiş meâl-i kitab-i vucudumun
Ömrüm şu tercümanım olan satr-ı mürtesem
Levh-i rızaya yazdır İlâhî bu satırımı
Her dem nevâ-yı hamdini kaydeylesin kalem
Muhammed Hamdi, telif olarak, Mülkiye Mektebi’ndeki ders takrirlerinden oluşan İrşâdü’l-ahlâf fî ahkâmi’l-evkâf (1911) adlı bir ders kitabının yanı sıra Hz. Muhammed’in Dini İslâm adlı Anglikan Kilisesi’nin sorularına şeyhülislâmlık adına verdiği cevaplardan oluşan bir risâle de kaleme almıştır ki, tefsirinin sonraki baskılarında baş tarafa eklenerek yayınlanmıştır. Tefsirin başında neşredilen yazılarından biri de “sefer”le ilgili olanıdır. Abbas Halim Paşa’nın teşvikiyle başladığı yarım kalan İslam Hukuku Kamusu 1997 yılında neşredilmiştir.
Elmalılı, Fransızca’dan Paul Janet ve Gabriel Seailles’e ait Histoire de la philosophie adlı eseri, Tahlîlî Târîh-i Felsefe/Metâlib ve Mezâhib adıyla tercüme etmiştir. Fransızca’dan yaptığı ve henüz yayınlanmayan diğer tercüme ise, İstintâcî ve İstikrâî Mantık adıyla yaptığı tercümedir. İngiliz yazar Alexander Bain’e ait eserin Fransızca’ya yapılan tercümesinden Türkçe’ye aktardığı çalışmasıdır. Muhammed Hamdi’nin yayınlanmamış Usûl-ı Fıkıh, Sûrî Mantık ve noksan bir divanı bulunmaktadır.
Beyânülhak, Sebîlürreşâd ve Ceride-i İlmiyye gibi dergilerde Küçük Hamdi imzasıyla makaleler yazan Elmalılı’nın Vaaz, Ulum-ı İslamiye Aleme Bir Nazar, Mecelleye Reva Görülen Muahezeyi Müdafaa, Müslümanlık Mani-i Terakki Değil Zaman-i Terakkidir, Rü’yet-i Hilal Meselesi: Fazıl-ı Muhterem Fatin Efendi Hazretlerine, Felsefe ve Din, Kur’an Tercümeleri Münasebetiyle: Tercüme, Kuran-ı Kerim Tefsiri: Kur’an-ı Kerim Tercüme Edilebilir mi? gibi bazıları seri halinde neşredilen makaleleri bulunmaktadır. Elmalılı’nın yetmiş civarındaki makalesi Makaleler I-II (2011) başlığıyla yayınlanmıştır.
“Kavim” ve “Nisâ” Kelimeleri ve Bir Nükte
Biraz sonra zikredeceğimiz nükteye geçmeden önce “kavim” ve “nisâ” kelimelerine dil açısından göz atmakta fayda vardır. Bilindiği üzere, Kur’ân’ın farklı ayetlerinde geçen “kavim” ve “nisâ” kelimeleri Hucurât sûresi 11. ayette birlikte kullanılmışlardır. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِّن قَوْمٍ عَسَىٰ أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِّن نِسَاءٍ عَسَىٰ أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ ۚ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ Elmalılı, ayete şöyle meal vermektedir: “Ey o bütün iman edenler! Alay etmesin bir kavm bir kavm ile belki kendilerinden daha hayırlı olurlar. Ne de bir takım kadınlar diğer kadınlarla, belki onlardan daha hayırlı olurlar. Hem kendilerinizi ayıplamayın ve kötü lakaplarla atışmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü isimdir. Her kim de tövbe etmezse artık onlar kendilerine zulmedenlerdir.”
Ayetten anlaşıldığı üzere, “kavim” kelimesi erkek topluluğu; “nisâ” kelimesi ise kadın topluluğu için kullanılmıştır. Elmalılı, “kavim tabirinin aslında kaimin cem’i veya tesmiye bilmasdar kabilinden olarak iş gören ve kendilerinin müdafaaya kıyam edebilecek yani, dirişebilir erkek cemaatine denir. Kavm-ı Nuh ve kavm-ı Firavun tabirlerinde olduğu gibi kadınlara şümulü, dolayısıyla ve bittebadır. Burada erkek ve kadına ayrı ayrı ihtar olunmak üzere kavim ve nisa diye tasrih olunmuştur” demektedir.
“Kavim”den maksadın erkek topluluğu, “nisâ”dan maksadın da kadın topluluğu olduğuna bir delil de hadisten getirilmiştir. Şöyle ki, hadiste: إن أنساني الشيطان شيئا من صلاتي فليسبح القوم وليصفق النساء “Namazımda, şeytan bana bir şey unutturursa erkekler tesbih getirsin, kadınlar el çırpsın” buyurulmaktadır. Başka hadiste “kavim” yerine “ricâl” yani “erkekler” ifadesi kullanılmıştır. Yukarıdaki anlamı destekleyen bir delil de şiirden getirilmiştir ki, Züheyr’e ait şiir şöyledir. أقوم آل حصن أم نساء “Kaledekiler erkek midir, yoksa kadın mıdır?”
Böylece, dil açısından, “kavim” kelimesinin erkek topluluğunu, “nisâ” kelimesinin kadın topluğunu ifade etmede kullanılan kelimeler olduğu Kur’an, sünnet ve şiirden delillerle desteklenmiş oldu.
Nükte
“Nisâ” kelimesi hakkında zikredeceğimiz nükteye gelince, Mahir İz, Yılların İzi adlı eserinde şöyle demektedir: “Merhum üstâdımız Elmalılı Hamdi Efendi inandığına kuvvetle bağlanır ve hiç kimse onu o fikrinden çeviremezdi. Mukaddeme’deki (Muhtemeldir ki, İbn Haldun’un Mukaddime adlı eseri) Arapça bir beyti tamamıyla ters tercüme etmiş fakat yine bir mana çıkarmıştı. يوم علينا ويوم لنا يوم نساء ويوم نسر Yâni: “Günler bir gün bizim aleyhimize, bir gün lehimize tecelli eder. Bir gün üzülür bir gün seviniriz” beytinin ikinci mısraını “Bir gün kadınlar günüdür. Bir gün kartallar günüdür” diye tercüme etmişti. Hafız Yusuf Bey çocukluk arkadaşı idi. Kendisine birkaç defa bunun tashihini rica ettiyse de kabul etmedi. Yani ona nazaran kadınlar ferah ve neşenin, kartallar ise korku ve kederin sembolü idiler. Tabi bu tevil sağ eli ile sol kulağını göstermek gibi idi.” (Mahir İz, Yılların İzi, s. 358)
Ahmet Hamdi Akseki (1887-1951)
1887 yılında Antalya/Akseki’nin Sülles (Güzelsu) nahiyesinde doğdu. On dört yaşına geldiğinde babası onu Ödemiş’e götürerek Karamanlı Süleyman Efendi Medresesi’ne verdi. Tahsili müddetince bir yandan da mühür kazıyarak geçimini sağladı. 1905’te İstanbul’a giderek Fâtih dersiâmlarından Bayındırlı Mehmed Şükrü Efendi’nin derslerine devam etti ve 1914’te ondan icâzet aldı. Mehmed Âkif’ten Muallakât-ı Seb’a başta olmak üzere Arap edebiyatı ile ilgili bazı metinler okudu. Daha sonra Medresetü’l-Mütehassısîn’in Felsefe, Kelâm ve Hikmet-i İlâhiyye Şubesi’ne girdi. Buradan birincilikle mezun oldu. Ruûs imtihanını kazanarak otuz iki yaşında dersiâm oldu. 1924 yılında Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin isteği üzerine, Diyanet İşleri Reisliği Hey’et-i Müşâvere âzalığına tayin edildi. 1939’da Diyanet İşleri reis muavinliğine ve M. Şerefettin Yaltkaya’nın ölümü üzerine 1947’de Diyanet İşleri Reisliği’ne getirildi. Bu vazifede iken 9 Ocak 1951 tarihinde Ankara’da vefat etti. Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi. Yaklaşık 3.300 ciltten oluşan özel kitaplığı, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından satın alınmıştır. (Ahmed Hamdi Akseki Hayatı Eserleri Mücadelesi, 1/149)
Eserleri.
Hayatı boyunca resmi vazifeleri yanında ilmî çalışmalardan da geri durmayan Ahmed Hamdi Akseki, pek çok kitap ve yedi yüze yakın makale yazmıştır. (Makaleler bibliyografyası için bk. Ahmed Hamdi Akseki Hayatı Eserleri Mücadelesi, 2/70-164) Yazdığı kitaplara gelince, İslâm Dîni -İtikat, İbadet ve Ahlak-, İslâm Dîni Fıtrîdir, İslâm Dîni Tabiî ve Umumî Bir Dindir (I-IV), Dinî Dersler (I-III), Ahlâk Dersleri, Askere Din Kitabı, Yavrularımıza Din Dersleri, Köylüye Din Dersleri gibi toplumun farklı kesimleri için kaleme aldığı eserlerini saymak mümkündür. Ayrıca, Bilinmesi Elzem Hakikatler, Peygamberimizin Vecizeleri, Düşmana Karşı, Çocuklarıma-Birinci Kitap-, Çocuklarıma Armağan -İslam İtikadı-, Armağan: Üçüncü Kitap, Dini Öğütler, Müslümanlıkta İktisat ve Tasarrufun Önemi, Yeni Hutbelerim, Ramazan Armağanı, Ruhiyât ve Mâba’de’t-tabia, Müftü ve Vaizlerin Ödevleri Hakkında Gerekli Açıklama, Hâtemü’l-Enbiyâ Hakkında En Çirkin Bir İsnadın Reddiyesi, Namaz Sûrelerinin Türkçe Terceme ve Tefsiri, Ve’l-asr Suresinin Tefsiri, Ruh ve Bekâ-yı Ruh (DİB, 2023) adlı çalışmaları yapan Ahmed Hamdi’nin Mezâhibin Telfîki ve İslâm’ın Bir Noktaya Cem‘i adlı Reşîd Rızâ’dan yaptığı tercümesi ve diğer bazı çalışmaları bulunmaktadır. Akseki’nin henüz yazma halinde bulunan yayınlanmamış çalışmaları da mevcuttur.
Ahmed Hamdi Akseki’nin bazıları seri halinde yayınlanan makaleleri, başta Sebilürreşâd olmak üzere, Mahfel, Hikmet, Hidayet, Ceride-i İlmiyye, İ’tisâm, Ömer Rıza Doğrul’un çıkardığı Selâmet ve diğer bazı süreli yayınlarda neşredilmişlerdir. Gazzâlî’nin Ruh Hakkındaki Telakkiyâtı, Bakara, Al-i İmran, Nisâ ve Tevbe surelerinden bazı ayetlerin tefsiri (ayrı ayrı makale), Bulgaristan Mektupları, Din-i İslam Medeniyet-i Hakikiyyenin Ruhudur, Maddiyyun ve Meslekleri, Akaid-i İslamiyye, Müslüman Kıyafetinde Gezen Bir Protestan Misyoneri ile (Musahabe), Müslümanlık Fıtri Bir Dindir, Ahlak Dersleri, Ahlakın Kuvve-i Müeyyidesi, Ahlakın Menşei, Ahlakiyyat, İbn Sina’nın İhlâs Sûresi Tefsiri Ümmet-i İslamiyye Nasıl Salah Bulabilir? onun yazılarından bazılarıdır. (Bütün çalışmaları için bk. Ahmed Hamdi Akseki Hayatı Eserleri Mücadelesi)
Her iki güzide âlim için sempozyumlar düzenlendiği gibi müstakil kitap ve makale çalışmaları da yapılmıştır. Burada, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki Hayatı Eserleri Mücadelesi (İsmail Kara/Rabia K. Gündoğdu) adlı son derece bir kapsamlı bir çalışmanın yapıldığını belirtmekte fayda vardır.
Din ve Diyanet Kavramları
Sözü her iki değerli âlimin “din” ve “diyanet” kavramları hakkındaki bazı sözleriyle bitirelim. Muhammed Hamdi, tefsirine “Hak Dini Kur’an Dili” adını vermiş, Ahmed Hamdi de kitaplarının başlığında ekseriyetle “din” kelimesini kullanmıştır. Elmalılı, dini: “Zevilukulü (akıl sahiplerini) hüsn-i ihtiyarlarıyle (güzel seçimleriyle) bizzat hayırlara sevk eden bir vaz’ı ilahidir” diye tarif ederken (Hak Dini Kur’an Dili, 1/83) “din” ve “diyanet” ilişkisini de şöyle değinmektedir: “Hâsılı din, iman ve amel mevzuu olarak akıl ve ihtiyara teklif olunacak hak ve hayır kanunlarının heyet-i mecmuasıdır ki millet ve şeriat dahi tabir edilir. Diyanet de bu kanunların hüsn-i ihtiyar ile tatbikidir…” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/90)
Ahmed Hamdi, diğer kitaplarında olduğu gibi İslam Dini İtikat, İbadet, Ahlak adını verdiği eserinin baş tarafında “din” kavramı üzerinde durmaktadır. Ona göre: “Beşeriyetin dinî başlangıcı mutlak bir vahşet değil, bir kemâldir. Vahşet gibi görülen mebâdî, beşerin mebâdîsi olmayıp tevahhuş devridir.” (s. 11.) “Beşerin din başlangıcı bir vahşet değil, belki iptidaî bir kemâldir. Beşer, ister fıtrî olarak, ister bir mürşidin irşâdı ile evvela Allah’ı bulmuş ve O’na teslim olmuştur.” (s. 17-18) “İşte bunun içindir ki, dinlerde olan tekâmül ve değişiklik dinlerin aslında değil, şer’i hükümler denilen fürudadır.” (s. 18) “İnsanlar tedrici bir surette yükseldikçe edyân (dinler) ve şerayi de tedricen tekâmül etmiş, bu tedrici tekâmül Museviyet ve İseviyeti de geçerek nihayet Din-i İslâm’da kemâl mertebesini bulmuştur. (s. 19)
Sonuç olarak, aslı değişmez tevhid üzere bina edilen ve bütün bir hayatı kuşatan dinin her devresinde bir kemâl bulunmaktadır. Bununla birlikte ibtidai bir kemâlden nihai bir mükemmelliğe ulaşmıştır ki, bu da dinin aslında değil, füruda olmuştur. Maide suresi 3. ayette şöyle buyurulmaktadır: “…Bugün, kâfirler dininize karşı (mücadelede) ümitlerini yitirmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim.”

Elmalılı Hamdi Yazır’ın kardeşi Mahmud Yazır tarafından yazılan kitabe:
Hüvelbâkî
İslâm ve Türk ulemasından
Müfessir ve dersiâm Elmalılı hâfız
Muhammed Hamdî Yazır ile
Babası Numan’ın kabirleridir
Mevlâ rahmet eyle
Vefat tarihleri
Babasının Kendisinin
Eyvâh pederim irtihal etti Gitti Türk’ün en büyük uleması
1334 Hicri 1361
1271 Doğum tarihleri 1297
Hamdî fâzıl gitti bekâya âh
Rahmet etsin ruhuna Allah hû
Müjde-i gufranını bildirmede
Rihlet tarihi “mağfurun lehu”
1361 Tahirü’l-Mevlevî
Ketebehu: Mahmud Yazır ibn Nu’mân gufire lehüma. Âmîn.

Sahrayıcedid Mezarlığı’nın giriş kapılarından biri. Elmalılı’nın kabri tam karşıdadır.

Elmalılı’nın mezarına ait görsel

Elmalılı’nın Mezarına ait görsel
