Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Çocuğun Avucunda

Küçük çocuğuna bir parça kuru ekmek yedirmeye çalışan annenin önünde gayri ihtiyari duruverdik, ekmek parçası mı daha kirliydi çocuğun yüzü mü, yoksa bizim yüzümüz mü? Küçük bir taş ile bana vurdu anne. İnce kabuğumdan ayırdı ve aç evladına verdi.  Çocuğunu besleyen anne, acıkan çocuk ve ben, çok uzaklardan gelen, birçok kişinin elinden geçen, küçük çocuğun nasibi olan ceviz, üçümüz de mutluyduk.

EKLENDİ

:

Yazar: Saniye Mecek

Güz geldi, havalar soğumaya başladı, geceleri ayaz çıkıyor, kırağı düşüyor otlara. Güneş yüzünü gösterene kadar kıpırdamak istemiyorum. Bugünlerde iyice büyüdüm sanki, irileştim, yeşil mantom dar geliyor, yırtıldı, rengi değişti, bir tuhaflaştı. Yaylanın sakinleri bir bir sahildeki evlerine döndüler, kalanlar bir elin parmaklarından az. Allah’tan ihtiyarların telaşları yokmuş, onlar bir kaç ay daha burada olurlarmış. Gidenler hafta sonlarında geri geliyor, bağı, bahçeyi sulayıp, sebze ve meyveleri toplayıp yine gidiyor. Yaylacıların gitmesiyle kuşların sayısı arttı, keyintirikler (sincap) rahatça ortalıkta geziyor, ara sıra kedi, köpek de görüyorum, yiyecek peşindeler. Karşı tepenin karnını yarıp geçen yolda bir gözüm, en çok hareket orada. Yaylaları birbirine bağlayan bu yoldan arabalar, insanlar, keçi sürüleri geçiyor. Gözden kaybolana kadar gıptayla, onları izliyorum. Ne kadar şanslılar! Ben tam altı aydır buradayım, aynı yerde…

Bu sabah mutluyum, çevremdeki evlerden sesler geliyor. İnsanlar ellerinde kovalar, kasalar, bahçelerinde çalışmaya başladılar, beni görmüyorlar, yüksekçe bir yerdeyim, onları merakla izliyorum. Kırmızı çatılı evin babası ve kızı gülüşerek buraya doğru geliyor, tahta merdiveni ağaca dayadılar, beni gördüler mi, benim için mi geldiler acaba? Evin annesi de göründü, bir elinde uzunca sırık, diğerinde çuvallar var, heyecanlıyım. Baba, merdivenden ağaca tırmandı, bana yaklaştı, eline sırığı aldı ve vurmaya başladı, korkuyorum, ha değdi ha değecek! Durmuyor, vuruyor, vuruyor ve nihayet üzerinde durduğum dala öyle kuvvetli vurdu ki savruldum, yere düştüm. Daha ne olduğunu anlamadan bir el beni tuttu, yerden aldı. Evin kızıydı bu. Parçalanmış olan yeşil mantomu üzerimden kolayca ayırdı ve bir kenara attı, beni de çuvala koydu, hiç bir şey yapamadım.

Sarsıntılı ve gürültülü yolculuk başlayalı bir saatten fazla oldu. Burası karanlık ve sıkışık, yalnız değilim üstelik. Bizi nereye götürdüklerini bilmiyorum. Üzerime ağır bir şeyler koymuşlar, tatlımsı, kekremsi bir koku var, tek bir koku değil, uyumsuz bir karışım, hepsini ayırt edemiyorum ama üzüm, elma, armut, biber biraz da domates kokusu gibi. Çuvalın içinde olmasam, görebilsem, bilirdim ne olduklarını. Gitgide artan sıcaklık kokuları da pişiriyor, dayanılmaz hale geldi. Bunaltıcı bir hava var, sıcak, karanlık, olduğum yerde sıkıştım artık dayanamıyorum, gözlerim kapanıyor.

Nihayet kapı açıldı, aydınlandı ortalık, koku bir nebze olsun dağıldı. Üzerimdeki yığınlar tek tek azalıyor, kurtuldum ağırlıklardan. Evin kızının sesini duyuyorum, beni ve yanımdakileri nereye götüreceğini soruyor, evin annesi çatı katına diyor. İçinde bulunduğum çuvalı zorlanarak kaldırdı, sırtına aldı, gidiyoruz.  Belli ki zar zor taşıyor, nefes nefese kaldı. Oysa onu görmüştüm, hatırlıyorum, hiçte çelimsiz değildi, oldukça güçlü bir görünüşü vardı. Birkaç dakika sonra sanki fırlatırcasına sert bir şekilde çuvalı yere bıraktı. Az sonra yanıma bir çuval daha dayadılar ve bir çuval daha, yalnız değilim. Esintiyi hissediyorum, pencere açık olmalı, neredeyim, bana ne olacak merak ediyorum.

Ayak sesleri geliyor. Hızlıca çıkılan merdivenin sonunda benim bulunduğum odaya gelen evin annesi, aceleyle çuvalı açtı, galiba beni ve diğerlerini çıkartacak, mutluyum çok mutluyum. Birlikte aşağıya iniyoruz, önce mutfağa geçtik sonra bizi sarıp sarmalayıp hole bıraktı anne. Salondan sesler kulağıma geliyor. Misafirler var içeride, koyu bir sohbete dalmışlar bense pürdikkat onları dinliyorum. Ayaklandı misafirler, ev sahibi anne, onları uğurlarken beni ve diğerlerini misafir annenin eline tutuşturuverdi. Şimdi yolculuk nereye?

Yeni yerim eskisine göre daha ferah, olduğum yerden evin sakinlerini gözlemleyebiliyorum. Evin küçük bir oğlu var, hiç yerinde durmuyor, odadan odaya koşuşturuyor. Annesi evde yokken kırdığı okuma gözlüğünü konsol çekmecesinin içine sakladı, meyve suyu döktüğü örtüyü de dolabın arkasına. Şimdi kendine ekmek arası bir şeyler yapıyor oysa bir saat önce yemek yemişlerdi. Yanakları al al, tombiş bir oğlan, yemeyi seviyor. Asansöre bindiğinde son lokmasını yutmaya çalışıyordu, yanında ben de vardım. Apartmanın önünde çocuklar top oynuyor, bizimkini oyuna almadılar, haklılar, son oyunda mızıkçılık etmiş, kavga çıkarmış. Bir iki çocuk oynasın dese de topun sahibi izin vermiyor. Çok dil döktü topun sahibine, en sonunda kendisini oyuna alırsa beni ona vereceğini söyledi. Teklifi kabul edildi, anlaşmaya varıldı. Akşamüstü başka bir eve doğru yol alırken evlerin yüksek, havanın sıcak, insanların vefasız olduğunu düşündüm.

Kapıyı güzel bir genç kız açtı. Kardeşine tebessüm ederek onu içeri aldı. Mutlu bir aile olmalılar dedim. Artık küçük çocuğun odasındayım, onu bir kaç gündür üzgün görüyorum, oyun oynamak için dışarı çıkmaz oldu, hiç neşesi yok. Yere oturmuş somurturken, kapı çaldı ve ablası içeri girdi, yanına oturdu. Biraz sessizlik sonrası konuşmaya başlayan abla oldu. Başlarda isteksiz davranan küçük çocuk konuşmaya, sonra, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ablası ona sarıldı, uzunca bir konuşmanın ardından sakinleşti küçük çocuk. Ablasının okulu başlıyordu ve uzaklara gitmesi gerekiyordu ama küçük çocuk ablasından ayrılmak istemiyordu, onu çok seviyordu, şimdiden özlemişti. Ablası cebinden çıkardığı mini oyuncak arabayı kardeşine vererek onun gönlünü almaya çalıştı, “özlediğinde bu arabaya bin ve benim yanıma geldiğini hayal et” dedi. Küçük çocuk hızlıca ayağa kalktı, yanıma geldi, beni alarak ablasının ellerine bıraktı. Hep yanında olsun, her zaman beni hatırla dedi. Yine sarıldılar bu defa her ikisinin gözünden yaşlar süzülüyordu.

Başkentteyim, üç-dört ay oldu geleli. Bir yurt odasında kalıyorum. Gündüz olunca küçük çocuğun ablasıyla birlikte okula gidiyorum, bazen okuldan sonra geziyoruz. Günlerim güzel geçiyor diyebilirim şu içimdeki sıkıntı olmasa. Küçülüyorum, içim çekiliyor sanki. Havasından mıdır bilmem, karardım biraz. Neyse bugün dinlemeyeceğim kendimi, çünkü tüm gün gezeceğiz, gitmediğimiz, görmediğimiz yerleri keşfedeceğiz. Parklar, tarihi mekânlar, şehrin en ucu derken vaktin nasıl geçtiğini fark etmedik, hava çoktan kararmış. Dönüş yolundayız arka sokaklardan ara caddelerden geçiyoruz. Karanlık örter ya her şeyi pek öyle değilmiş, biraz telaş biraz korkuyla alelacele adımladığımız bu dar sokaklar yoksulluğu, yoksunluğu gözlerimizin önüne seriyor. Yiyecek arayan sıska kediler onlardan daha zayıf insanlara rastlıyoruz. Küçük çocuğuna bir parça kuru ekmek yedirmeye çalışan annenin önünde gayri ihtiyari duruverdik, ekmek parçası mı daha kirliydi çocuğun yüzü mü, yoksa bizim yüzümüz mü? Bu duyguyu tanıyor muyum, acımak, utanmak? Küçük çocuğun ablası cebinden biraz para çıkardı, anneye uzattı. Beni de annesinin kucağında oturan çocuğa. Anne minnetle, çocuk sevgiyle baktı koşar adım yanımızdan ayrılan yüzü güzel, gönlü güzel kızın ardından.

Küçük bir taş ile bana vurdu anne. İnce kabuğumdan ayırdı ve aç evladına verdi.  Çocuğunu besleyen anne, acıkan çocuk ve ben, çok uzaklardan gelen, birçok kişinin elinden geçen, küçük çocuğun nasibi olan ceviz, üçümüz de mutluyduk.

Çok Okunanlar