İnsan en azından memleketini gezmeli. Gezmeli ki tanımalı. Birçok sorunumuz zaten birbirimizi tanımamaktan kaynaklanmıyor mu? Tanımak mütekabiliyet gerektiriyor. Tanımıyorsak, tanınmıyoruz da demektir. İnsan birbirini yüz yüze tanır. Şimdilerde herkes birbirini tanımadan birbiriyle ilgili kanaate sahip. Hem de ziyadesiyle nahoş kanaatler. Kötülemeler, nefretler, hınçlar, linçler vs. hepsi yüzüne bakmadığımız, iki kelam etmediğimiz, hâsılı kendisini tanımadan hakkında kanaat sahibi olduğumuz insanlarla ilgili geliştirdiğimiz tutumlar ve düşünceler oluyor. Gidelim, görelim, tanıyalım, tanışalım, hemhal olalım, iyileşelim. O yüzden memleketi gezmek, şehirleri ve tabii en başta da yaşadığımız şehri dolaşmak ve tanımak gerek diye düşünürüm hep. Her ne kadar şehirlerimiz, tarih içinde var ettikleri o şiirsel güzelliklerini, maalesef büyük oranda kaybetmiş ve dahası bir kısmı da o sanatsal güzelliklerini bir çirkinlik ile değiş tokuş etmiş olsalar da, yine de şehirlerimizin farklı bir cazibesi hep olmuştur. Bu güzellik ve cazibe, zannedersem göz ile değil ancak his ve gönül ile fark edilebilir.
Böylesi bir gezmenin ve bilmenin güzel duraklarından birisi de Tunceli, namı diğer Dersim’dir. Sanki İç Anadolu ile Doğu Anadolu arasında bir kavşakta, bir ara noktada duran Tunceli, insanın daha önceden oraya dair bir bilgisi ve haberi olmaması durumunda, her şeyiyle insanı şaşırtan bir yer. Bir yer diyorum çünkü böylesi yerler yalnızca bir şehirden ibaret olmayan yerler. Böyle yerler iklimi, vadileri, dağları, ırmakları, şelaleleri, gözeleri, yaban hayvanları, kültürü ve insanları ile bir bütün olan yerlerdir. Zaten bu tarz yerleri güzel ve ayrıcalıklı kılan da bu özellikleri oluyor.
Daha önce hep aklımdan geçirdiğim ama gidemediğim Tunceli’ye bir akademik kongre vesilesiyle ilk defa gittim geçenlerde. Bu nedenle kısa bir süre ancak kalabildik fakat bu iki gün Tunceli’yi bir kuşbakışı olsa da tanıma fırsatı verdi. Bu bir ilk görüştü, zira Dersim’i hakkıyla görebilmek elbette ki iki günden daha fazlasını gerektirmekte. Ama bu iki günün damağımızda ve dimağımızda oldukça güzel bir tat bıraktığını söyleyebilirim.
Dersim, ilginç ve çarpıcı bir şekilde isyan eden bir coğrafyaya sahip. Dağları ve çayları ile yerden fışkıran suları, Munzur’u ve dağ keçileri, ayıları ve kurtları ile böyle. Gidişte ve dönüşte yol üzerinde ayılarla karşılaştık. Sanki medeniyetin bir göstergesi olan bu yolların hemen yanı başında durarak ona isyan ediyorlardı. Bizim gittiğimiz yol Pülümür Çayı boyunca ilerliyordu ve ırmakla doğanın bu güzel birlikteliğinden ötürü yol boyunca konaklama yerleri ve lokantalar mevcuttu. Buralardakilerin anlattığına göre, tüm insan hareketliliğine rağmen sık sık kurtlar gelirmiş, bazen insanlara bazen de köpeklere saldırırlarmış. Onlar bile bir tür isyanda.
Dağlar da böyle mesela. O kıvrım kıvrım akan ırmakların iki tarafında göğe doğru yükselen dağlar, kimi yerlerde öyle bir hâl alıyor ki, göğe doğru mu yükselmekte yoksa üzerinize doğru eğilmekte, ayırt etmekte güçlük çekiyorsunuz. Hep kullanılan bir ifadedir ya “filmlerden çıkmış gibi”. İşte oralar tam da öyle, filmlerden çıkmış gibi yerler.
Dersim’in suları da ilginç, kimi yerde yeryüzünden gökyüzüne kimi yerde de gökyüzünden yeryüzüne doğru akmaktalar. Bu cümbüşün iki önemli aktörü olan Munzur Irmağı ile Pülümür Deresi tam Tunceli şehir merkezinde birleşmekte. Şehrin meskûn olduğu yeri ikiye bölmekte. Bu bölme sanki iki farklı Tunceli meydan getirmiş gibi. Bir tarafta eski yerleşim yerlerinin kaldığı kısım, diğer tarafta üniversitesi, bir kısım kamu binaları, yolları ve apartmanları ile yeni. Hoş eski de bütünüyle eski kalabilmiş değil. Diğer şehirlerimizde olduğu gibi burada da eksi ile yeninin uyumsuz ve çarpık bir birlikteliği söz konusu. Ama yine de her şeye rağmen doğanın güzelliği bu durumu bir nebze de olsa görünmez kılıyor.
Daha yazabilecek, denebilecek ve anlatabilecek çok şey olmasına rağmen, böylesi kısa bir değerlendirme yazısında bir takdim ve işaret babında bu kadarı ile iktifa etmek gerekir. Hâsılı hakikaten görülesi, gezilesi ve tanışılası insanlarıyla hoş sadâ bırakan bir memleket. Son olarak güzel misafirperverliğin ve gönülden bir uğurlamanın da bu kısa seyahatin güzel bir noktalı virgülü olduğunu söylemek isterim.
Seyahat şifadır, hem gezene hem de gezdiği yerdekilere.