Düşünce
Dirilişin Hikâyeleri-I
EKLENDİ
-:
Yazar:
Ali IşıkSezai Karakoç’un hikâyeleri, onun dünya görüşünün, sanat ve edebiyat anlayışının bir tamamlayıcısıdır. Onun yazdığı ve yaptığı her şey gibi hikâyeleri de kurmaya çalıştığı medeniyet düşüncesinin bir parçasıdır. Ürün verdiği edebiyat türlerini başlı başına ele alırken onları kurmaya çalıştığı diriliş düşüncesinden ayırarak sırf edebiyat perspektifinden bakmak Karakoç’u anlaşılmasını imkânsız hale getirecektir. Yazdığı şiir, hikâye, oyun, düşünce metinlerinin tamamı diriliş saçağının altında harmanlanmış aynı yolu yürümüş, aynı istikameti işaret etmişlerdir. Karakoç’un şiirini merkeze alırsak hikâye ya da oyun yazarlığı asla şiirlerinden ayrı bir yolda hareket etmemiş, diriliş düşüncesinin dışına evrilmemiştir. Sadece yazı uğraşı değil yapıp ettikleri, kurduğu parti, durduğu yer ve zaman zaman tercih ettiği eylemsizlik hali dâhil her şeyi bu düşüncenin oluşmasına, kimi zaman teorik kimi zaman pratik olarak hizmet etmiştir. Çünkü o, edebiyat, sanat, düşünce ve toplum faaliyetlerini birbirinden ayırmaz, bir bütün olarak görür. “Sanat tutumum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onu bir sesin, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir. Benim şiirim, aşk, hürriyet, yaşayış ve ölüm gibi varolmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele ve absürde bulanmış (MUTLAK)ı zaptetmektir.”1 Genel dünya görüşüyle sanatını ayrı kefeye koymaktan hep imtina eden Karakoç, sanat tutumunun asıl gayesini Mutlak’ı zapt etmek olarak tanımlamaktadır.
Karakoç, sanata ve edebiyata dair görüşlerini bir çok kitabının farklı bölümlerinde ama özellikle Edebiyat Yazıları’nda anlatmıştır. Bu görüşlerini zaman zaman şiirlerinde, hikâyelerinde ve piyeslerinde de dize ya da bir diyalog olarak belirtmiştir. Ona göre sanatçı “Adeta bilmediğimiz bir dünyadan, bir kaza sonucu, dünyamıza düşmüş bir yaratıktır. Yani fizikötesi yaşantılı bir kazazede”.2 Sanatçının öncelikli görevi günceli aşma, hakikati yakalama ve sanatını çağlar üstüne taşımasıdır. Arayış sanatçının yazgısıdır. Arama, tek başına arama, bir buluş kadar değerlidir.
Karakoç’un sanat anlayışının iki ana damarı vardır. Biri metafizik diğeri de soyutlama. Pozitivizm, marksizm ve kapitalizm gibi üç ideolojik yaklaşımı, metafiziği hafife almaları sebebiyle eleştirir. “Bizim anlayışımızda metafizik, temel bir kavram, bir ilkedir, anlayış ve görüştür. Bizim metafiziğimiz, Tanrı ve âhiret inançlarıyla şahdamarında gürül gürül canlı bir kan akan bir metafiziktir: İslam uygarlığının temel ilkesi olan bir mutlaklık âleminin bu dünya penceresinden görülen manzarasıdır. Bu dünya, aslında o dünya metnine bir çıkma, bir dipnotudur.”3 Karakoç, metafizik anlayışla görünenin ötesini kasteder. Dine dayalı bir atmosferdir bu. Metafizik, onda sanatı anlamamızı kolaylaştıracak, inanç prensipleri çerçevesinde olması gereken yere oturtacak anahtar bir kelimedir. Asıl hayatı kavramımızı sağlayacak yolun anahtarıdır. Metafizik, insanoğlu için hayatî önem taşır. Dünyada olumsuz gidişatın sebebi metafiziğin yok sayılması ya da yanlış konumlandırılmasıdır. Metafizik, insan, tabiat ve sanat dengesinin kurulabileceği bir alandır. Sanatta metafizik boyut ihmal edildiğinde bu denge sarsılacaktır. “Ruhu içine alan bu fizikötesi âlem ki, insanı yalnızlıktan kurtarandır. Ona, maddeden ve tabiattan üstün olduğunu telkin eden kudret bu kudrettir. Bu kudrettir ki, ona içinden geleni eşyaya nakşetmek, işlemek duygu ve gücünü vererek, onu bu zarurete çekmektedir. İnsan, tabiata sadece aynalık yapan bir tabiat parçası değildir. İnsanın herhangi bir tabiat parçasına verdiği biçim, mermere kazandırılan hüviyet ve hürriyet, tabiattan çıkan, insana çarpıp kendi üzerinde sabitleşen bir ışık değildir. Sanat insana bağışlananı tabiata bağışlamamızdır. Teknik ilerleme ve sanat yeteneği insana tabiat gibi yapı unsurları olarak verilmiştir. İnsan bu unsurları terkip ederek ‘Büyük sentez’e doğru gitmektedir. İnsan ruhundaki ilerleme de, temelini tabiattan değil, insanın içindeki yenilik ve öteye uzanma sezgisinden doğar.”4
Karakoç’a göre sanatta kalıcı olmanın en önemli yöntemi soyutlama unsurudur. Ona göre soyutlama sadece biçime yönelik teklif değil sanat eserini yarınlara taşıyacak, eserin ömrünü uzatacak, mekânları ve çağları aşıracak bir tekliftir. “Soyutlama, sanatın, bir yandan (biçim)e, bir yandan da kalıcılığı bütünüyle aramaya yönelen ilkesidir. Enlemesine arındırma ve yaşayacak biçime bağlama işlemi, boylamasına da derinlemesine, çürüyecek olanı aşındırıp dayanıklı olanı ortaya koyma denemesi, hilkatin sırlarını okuma ve onları yeni bir alfabeye ve dile bağlama kaygısı. Sanatın amentüsünde, metafizik ve soyut, biri insanüstünün ve doğaüstünün, öteki zaman ve şartlar üstünün kapılarını aralar.”5 Sanatçı, yaratılanı değil yaratışı taklit eder. Yoktan değil olandan var eder. Sanatçı eşyadan kopardığı ve cansızlaşmış parçayı (gerçeği) hayale dönüştürerek şekil verir. Sanatçı yaratışı burada taklit eder. Sonra bu hayalle oluşturduğu eserle gerçeği etkilerler. “Sanatçı, işi, Tanrı’nın yaratışını taklide yeltenme cinsinden bir iş olmakla birlikte, O’nun gibi yoktan varedici değildir elbet. Onun işi, yaratıştan bir yaratış çıkarmak, varlıklardan yeni bir varlık, var olanlardan yeni bir varolan türetmektir.”6 Sanatçı soyutlama yoluyla Tanrı’nın elindeki anahtarlardan bazılarına (Tanrı’nın elinde kalması koşuluyla) ulaşma imkânına kavuşur. Soyutlama, sanatçıyı eserinin üzerine çıkartan daha yukardan bakma imkânı sağlayan bütüne hâkim olma fırsatı veren bir yöntemdir. “Soyutlama, doğanın kemiğini, iskeletini görmek, geometrisine ermek ve matematik imkânlarını kurcalamak, yani eserin üzerine oturacağı şematizmi yakalamak çabasıdır.”7 Karakoç’a göre soyutlama iki aşamalıdır. İlki sanatçının parçayı doğadan koparmasıdır. Kopan parça kolay kolay kendini sanatçıya teslim etmeyecek, direnecektir. Parçanın doğayla bağı kırılmadıkça sanatçının yapacağı bir şey yoktur. Sanatçının görevi nesnenin direncini kırıp hayal âlemine taşımasıdır. Bu uğraş aynı zamanda sanatçıyı doğanın kalbine taşıyacaktır. Soyutlamanın ikinci aşaması sanatçının doğadan kopartarak hayal âleminde şekillendirdiği eseri varlık sahasındaki yaşamına katmasıdır. Karakoç’un bu iki aşamayla alakalı uyarısı da ayrıca dikkate değerdir. “Tanrı’ya teslim olmayan, eşyayı teslim alamaz.”8
Karakoç’un eserleriyle kurduğu diriliş düşüncesinde hikâyenin yeri farklıdır. Karakoç, her ne kadar şiirleri ve düşünce metinleriyle öne çıktıysa da onun hikâyeleri okunmadan bu bütünlüklü yapının anlaşılması zor olacaktır. Çünkü Karakoç’un dili tahkiyeye yaslıdır. Bu durum şiir ve denemelerinde de geçerlidir. Özellikle uzun şiirleri dikkatle okunduğunda görülecektir ki arka planda silik bir hikâye akmaktadır. Yitik Cennet gibi birçok deneme formunda yazdığı kitaplarında da tahkiyeye yaslandığı hemen fark edilecektir. Dolayısıyla Karakoç’un şiirleri ve düz yazıları, tahkiyeye yaslandığından dolayı hikâyeleri okunduğunda daha da açıklığa kavuşacaktır. Bu nedenle Karakoç’un hikâyeleri onun fikri arka planına ve diline dair önemli ipuçları vermektedir.
Türk hikâyecilerinin öteden beri dini değerlere karşı üç tarz tutumu olmuştur. Yaygın olan tutum seküler bir bakış açısıyla dini olan herhangi bir simgeyi, düşünceyi mümkün mertebe hikâyenin, edebiyatın dışında tutmaktır. Eğer hikâye yazarı, olayın gerekliliğinden kaçamıyorsa sisli bir görüntüyle meseleye değmeden geçiştirme yolunu tercih eder. Bir başka tutum (ki son dönemlerde de daha da yaygınlaştı) dini simgeyi ya da düşünceyi, şimdiden uzaklaştırıp nostaljik bir form olarak kullanmak ve mozaiğin bir parçası haline getirmektir. Üçüncü tutumsa dini değeri ya da düşünceyi oldukça içerden, hayatın göbeğinden ele alarak kurgunun bir parçası haline getirmeyi tercih eder. Bu tutumun örnekleri, Türk hikâyesinde oldukça azdır. Karakoç, bu tutumun örneklerini seksenlerde vermiştir. Onun hikâyelerini yazdığı dönemde hikâyenin herhangi bir karakterinin karşısına cami çıktığında karakter yolunu değiştirirken Karakoç, karakterini caminin yanından geçirmekle kalmayıp namaz düşüncesini hikâyesinin bir parçası hâline getirdiğini görürüz. “Seccadeyi bulup bir köşede namazını kılmaya başladı. Namazda, aklına gelen düşünceleri elinden geldiğince koğmağa çalışırdı. Allah’la olunan anda başka hiçbir düşüncenin yeri olmaması lâzımdı. Bir tek düşünceye yer vardır namazda: tam ve saf olarak Allah’la birlikte olmak. Düşünülmeye değer tek varlık O’dur. Tek güçlü olan O’dur. İnsan da ancak O’ndan alır gücünü. Tanrı ölümden güçlüdür, Allah ölümden kudretlidir. Namazda hatırlanan hep budur. O olmasaydı ölüm ve hiçlik her yeri kaplardır.”9
Hikâyeciler yazarken genel olarak iki soruda birikirler. “Ne yazacağım?” ve “Nasıl yazacağım?” Bazılarına göne ne yazdığının çok da önemi yoktur. Bazılarına göreyse nasıl yazdığının hiç önemi yoktur. Karakoç bu durumda ne yazdığını oldukça önemseyen ama nasıl yazdığının da cevaplarını veren bir hikâyecidir. Hikâyelerindeki akıcı dil, okuru hikâyenin ruhuna yaklaştıran atmosfer, uyguladığı farklı bakış açılarıyla nasıl yazılacak sorusunun cevabını vermiş bunun yanında teklif ettiği dünyaya dair işaretleri de hikâyelerine ustaca yerleştirmiştir. Onun düşünce dünyası bir kenara alındığında ve sadece hikâyeleri form olarak incelendiğin de dahi (Tam manasıyla anlaşılamasa da) hikâyelerindeki edebi derinlik ve biçimsel yenilikler göze çarpacaktır. Sanat görüşünü oluşturan soyutlama unsurunu ustaca ve ısrarla kullandığından onun hikâyeleri okunmaya devam edecektir.
1 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları II, Diriliş Yayınları, İstanbul 2007, s.44
2 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları I, Diriliş Yayınları, İstanbul 2007, s. 23
3 Karakoç, a.g.e., s. 6
4 Sezai Karakoç, Dirilişin Çevresinde, Diriliş Yayınları, İstanbul 1988, s. 85
5 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2007, s. 11-12
6 Karakoç, a.g.e., s. 13
7 Karakoç, a.g.e., s. 13
8 Karakoç, a.g.e., s. 40
9 Sezai Karakoç, Hikâyeler II Portreler, Diriliş Yayınları, İstanbul 1988, s. 17
Post Views: 47
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Daha Fazla Yükle
Çok Okunanlar
- Düşünce-
Zafere İman: İsmail Heniyye
- Din ve Hayat-
Türkiye Diyanet Vakfı ve Projeler
- Düşünce-
Haksızlık Karşısında Dilsiz Şeytan Ol(Ma)Mak
- Edebiyat-
Aliya’nın Gölgesinden Yükselen Işık: el-Fatih Ali Hasaneyn Muhammed Şerif-I
- Edebiyat-
Bir Devrimcinin Ardından
- Edebiyat-
Gezgin: Burada Olmayan
- Edebiyat-
Ahmet Haşim ve Frankfurt Seyahatnamesi
- Edebiyat-
Aliya’nın Gölgesinden Yükselen Işık: el-Fatih Ali Hasaneyn Muhammed Şerif-II