Sana bir hatırla geldim Efendim
Geldim, Nil’de yıkanmışlığımın öyküsünü sararak kadîm zamandan
Artmayarak ve tozlu raflarından indirerek
Gölgelerimi, piramitlerin utancına sererek,
Eski huylarımı kulesinden indirdim,
Geniş bir teselliye yaydım kendimi
Olmalıydı evet ar etmeliydik ağacından kovduğumuz hurmanın tadından
Çölün hikâyesini kumlarından sağmamız değiştirmeyecek rengini gecenin
Suya hata yaptıramayacaklarını anladıklarında
Putun kalbi kırılmıştı İbrahim elinde
Senin gelişlerini ve zarı soyulmamış sözlerini
Bir gelincik masalından, bir nehrin yırtık ağzından
Güneşin, vahşi atların arenasına sürüldüğü yerden
Eleyip nazenin bir turna süzülüşünden vaktin iğretiliklerini
Çocukluğundur deyip gözden geçirmek ağlayışlarımızı
Ne kadar saf tutabildiğimizi ve saf durabildiğimizi önünde hatıranın
Bir mesafe koymadan kalbimizle kanımız arasına
Anlamak ve delirmek hem de en ince ve en anlamlı bir yarılışla
Mümkün müdür evet nasıl mümkündür
Gelişlerini ve zarı soyulmamış sözlerini
Diz çöküp bir insanın orta yerinde veya bir şehrin
Anlamak nasıl mümkündür ki, tartışılabilir mi keyfiyeti ağlayışımızın
Soykırıma uğramış aşklarını gömecek kalpler arayan bir çağın dilini
Çözecek şifrelerimizi nerede kırdığımızı unuttuk
İşte bir geniş zaman, bütün zamanlarımızı içine doldurabileceğimiz
Sığar mıyız kazdığımız ‘ben’ in içine, günahlarımızı atarsak
Leyla’yı çölünden ayıracak bir vicdan her zaman bulunur
Mecnun yapayalnız bir heykel kalır soğuk bir taşın damarlarında
Efendim,
Dikenleri Mekke’nin şimdi uysal
İtaatkâr bir gül şimdi zaman
Bütün ejderhalarını yutmuş görünüyor
Musa’nın dipnotlarından doğan bir tarihi selamlıyor yeryüzü
Sen gel ey Muhammed
Gittiğinden daha fazlasıyla gel
Bak, bu bizim pişmanlıklarımızdan kurduğumuz uygarlığımız
Rüyalarımızı katleden uykularımız üzerine çalışmalarımız sürüyor
İnsanın aktarılmış genlerden istiflendiğini ezberleyeceğimiz kesin
İnsan suret-i katiyyede bir ihtimal değil ve hatta mümkün kader
Senin çocukluğun Efendim,
Yetim bir dünya şimdi
Yüzüstü bir çaresizlik
Ve güldür zaman
En koyusuyla insan
İğnenin deliğinden geçmeyi bekleyen sır
Ağzımın çukurunda bir kırık harf
Satırla dövülmüş gibi aynada mekân
Sıratından kalbime düşen kızgın manadan
Bu ay, bu dolunay,
Ufkumda hilâl, gönlümde yâr
Beni pekiştiren bütün fiillere tutunan acılar
Sevgili kim,
Uğrak bir kalpten sıyrılan tenha
Yani acılar… acılar
Medîne’de çürümemiş bir mezar
Dili geçmiş mevsimlerden üstümüze yağmakta kar
Yağmur dersen ya Resûlallah yine sapsarı
Aylardan kasım
İçime otağ kurmuş yine sonbahar
Yaprakta üzerime gelmeyin diyen bir hicran
Ya Resûlallah,
Külümde, senden sönmemiş bir işaret var
Ben, kendimde soğuttuğum ateşin yanık derisi
Yaralarım üzerinde yakılmış türküler
Uzun havalarımda upuzun yalnızlıklar
Aşk yok diyorsam bu çağda her şey anlaşılır mı
Günahlarını ortaya mı dökmüş olurum insanın
Çağdaş sloganların aşk yok evet aşk yok diyen sesinde
Toplu mezarlar kazılır,
Hırıltılarımızı toplar gömeriz bedenimizi eşerek
Allah bir ve Kayyûm,
Allah büyük, Allah en büyük
Bir itiraf olur dururum tevbenin kapısında
Kalbimi gösterirsem ey Rabbim, bana acır mısın
Seccademde gözyaşı ve secde eden bir ah’la
Öyle beklerim kapında
Bir fetih gibi
Ve bir dua