1. Anasayfa
  2. Edebiyat

Gezgin: Burada Olmayan

Gezgin: Burada Olmayan
0

Bizden uzaklarda neler olduğunu çocukluğumuzdan itibaren merak ederiz. Önce en yakın duvarın arkasını, sonra gördüğümüz en yakın dağın arkasını merak ederiz. Büyüdükçe uzaklar da büyür ve genişler.  Bu merak yaş ilerledikçe kimilerinde sönerken kimilerinde de artar. Ben de uzaklarda neler olduğunu hep merak ettim. Bu merakım sadece gördüğüm, yaşadığım hayattan farklı olanla karşılaşma arzusuna dönük bir şey değildi. Evrenin genişliğini ilkokul çağlarımda fark etmiştim. Çocukluğumu şehirden oldukça uzak bir dağ köyünde, yakınlarımın Hac ve askerlik hatıralarını dinleyerek geçirdim. Bu hatıralar her yıl yenilenirdi. Hac yolcuğu eskiden sadece Mekke ve Medine’den ibaret değildi. Kafileler Hacca kara yoluyla Bursa, Konya, Şam, Bağdat, gibi birçok şehri gezerek giderdi. Bu şehirler döner dururdu zihnimde. Şehirlerin adlarına, anlatılanlara göre manalar yüklemeye başlamıştım. Her anlatılan, o şehrin adının altında toplanmaya başlamıştı. Bağdat’ı hatırlayabildiğim kadarıyla ilk dedemden dinlemiştim. Babam, Uhud savaşıyla ilgili Hacda rehber hocadan dinlediklerini aktarırken “Bizim Türklerden bazıları cephedeki yerlerini terk etmişler.” diye anlatmıştı.

Lise yıllarımda parasız yatılıda kalırken farklı ülkelerden arkadaşlarım oldu. Özellikle Balkan şehirlerinin sesini yakından duyma fırsatına eriştim. Bu yıllarda seyahat üzerine yazılmış metinlere dikkat kesildiğimi hatırlıyorum. Mesela Mark Twain’ın “Öğrenmek istiyorsan seyahat etmelisin” cümlesiyle, İbn Battuta’nın “Yolculuk; önce seni sözsüz bırakır sonra da iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür” cümleleriyle karşılaşmıştım. Benzer pek çok cümlenin altını çizdiğimi hatırlıyorum. “Yeryüzünde gezip dolaşın…” ayeti ve “Seyahat edin, sıhhat bulun.” hadisi aklımın bir kenarında hep yerini korudu.

İnsan hayatını düzenleyen doğal mekanizma onun mutluluk arayışıdır. Bu arayış insanla beraber yaşar. Mutluluğa erdiğinde de arayışı sürer. Yaş ilerledikçe mutluluk arayışı, huzur arayışıyla tanımlanır hale gelir. Bu arayışın karşılık bulacağı yollardan biri de seyahatlerdir. Seyahatler bizi buradan uzaklaştırdığında, içinde bulunduğumuz ruhsal durumdan da bir nebze uzaklaştırır. Ayakta kalma mücadelesinin biraz uzağına çekildiğimizde yaşadığımız ortamı gözlemlemek, içinde yüzdüğümüz nehri seyretmek daha mümkün hâle gelir. Hayatın doğal yatağından arada sırada da olsa çıkmadığımızda, o yatağın içinde küçülme, kendimizi görememe olasılığımız artacaktır. Herkesin içinde kendimizi seyredeceğimiz aynalardan yoksunuzdur. Seyahatler bize buradan ayrıldığımızda harabemizi seyredebileceğimiz aynaları fark etme imkânı verir.

İnsanın hayatını daha görerek ve anlayarak sürdürebilmesi için günlük dilin dışında, kapsayıcı ve şümullü sorulara ihtiyacı olur. Bu soruları buradan ayrıldığımızda daha kolay kurarız. Sorular kurulmadan soruların bir ihtiyaç olduğuna bizi seyahatler ikna eder. Çünkü seyahat, insanın askıda kalma halidir. Bu hal bize kendimizi, zihnimizi durdurma imkânı verir. İnsanın yeni sorulara açık hale gelmesi, derin sorularla karşılaşması askıda bulunma hâlinin bir sonucudur. Ayrıca geçmiş ve gelecek endişesi zaman zaman askıya alınmadığında insanda derin tahribatlara yol açar. İnsan beden olarak buradan uzaklaşması gerektiği gibi zihinsel olarak da o an içinde bulunduğu endişelerden ve beklentilerden uzaklaşması gerekir. Seyahatin insana açtığı görünmez kapılardan en önemlisi budur.

İçinde bulunduğumuz mekân, düşüncelerimizin akışını belirlemede önemli rol oynar. Düşüncelerimiz ve düşünme, hissetme biçimlerimizle bu kadar yakından teması olan mekânın, değiştirilmediğinde zihnimizin daralması gayet tabiidir. Zorunlu olarak bulunmadığımız yerlerde zihnimizin çağrışımları ve sıçrayışları daha geniş manevralara açık hale gelir. Yolculuklar düşüncelere gebedir. Yoldayken kendimizle konuşabileceğimiz geniş zamanlar yakalarız. Her zamankinden farklı bir yer gördüğümüzde düşünme ve hissetme mekanizmamızda da bir değişiklik olur ve zihnimizin daracık koridorlarında kıstırılmış düşünceler yerlerinden kurtulup çıkar. Bazen müzik bazen manzara bizi kışkırtarak aklımızın yorulan, telaşlanan ve bıkmış kısımlarını dinlenmeye bırakarak gönlümüzün sönmeye yüz tutmuş yanlarını canlandırıp önümüze bambaşka yolların açılmasına vesile olur.

Seyahat meselesinin sağlıklı bir zemine oturması için bazı kavramların özellikle turistle gezginin birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü adlandırma, meselenin ruhunu şekillendirir. İki kavramın herkesçe uzlaşılmış anlamları olmasa da birbirinden uzağa düştüğü gerçektir. Takip edilmesi gereken güzergâh gezgininkidir. Kanaatimce gezgin; mimari ve tarihsel teferruatlara boğulma tercihiyle turistlik çerez bilgileri takip etme tercihi arasında bir yerde, kendine daha sağlıklı bir koridor belirleyen yolcudur.  Detaylar işin ehli için elbette elzemdir. Turizm sektörünü ayakta tutan çerez bilgiler de günlük zevklerin peşinde koşanlar için oldukça önemli olabilir. Ama şehirlerin ruhunu arayan, oralarda düş gücünü arttıran gezgin için durum oldukça farklıdır. O, şehirlerin ona ne söyleyeceğine odaklanır. Gözü ve kulağı oradadır. Eşyanın ona buradan uzakta, hangi sırla ve nasıl görüneceğinin; perdelerin açıldığı zamanlara tevafuk etmenin peşindedir. Şehirler onun için hiç karşılaşamayacağı kitaplar gibidir. Gezgin, şehirle ilgili genel bilgilerden ve genellemelerden uzak durur. Onun aradığı söylenmiş ya da yazılmış bilgiler, kanaatler değildir. Turist neyi görmek istiyorsa, ona bakar. Baktığı şeyi ne ölçüde görebilir bilinmez. Günün sonunda liste öyle ya da böyle tamamlanmıştır. O amacına ulaşmıştır. Gezginin listesi yoktur. O, yolculuğuna anlam kazandırabilmek için zihinsel yolculuğunu da başlatmış kişidir. Yolun ona öğreteceklerine, sunacaklarına odaklanmış, yolculuğa çıkarak ruhun sınırlarını keşfetmeye başlamıştır.

Gezgin, ruhundaki çalkalanmaya imkân bulmuş, dünyaya geçici bir süre veda etmiş, yaşadığı yeri arkasında bırakmış başka bir şimdi ve buradanın içindeki kişidir. O, göreceği yerlerin fotoğrafının/suretinin peşinde değildir. Gördüğü yerin, ona ve ruhuna ne göstereceğinin ya da ne söyleyeceğinin derdindedir. Çünkü gezgin, Eliot’ın “Her nereye gidersen git, yolun sonunda, yine kendinle karşılaşırsın.” dediği gibi kendine, başka yerlerden bakmanın derdindedir. Ruhunu genişletmek için arzın farklı mecralarını adımlamaktadır. Gezgin, bir yere varmak, bir yere ulaşmak derdinde de değildir.  Onun derdi bazı müstesna anları yakalayabilmek ve içinde yüzdüğü nehri başka bir aynadan da seyredebilmektir.

Gezginin herkesin yürüdüğü caddelerden, teatral turistlik mekânlardan yürümesi, bir adım önünden gidenleri takip etmesi, mekânın ve manzaranın sesini işitmesi zorlaştıracaktır.  Şehrin içinde bilinmeyen sokaklara, az yürünmüş yollara sapmadan şehrin havasını alması mümkün değildir. Tabiatta da patikalara, sarp yamaçlara ve geniş manzaraya sahip eteklere yönelmesi elzemdir. Van Gogh, kendinden önce yaşamış ressamların doğada görülebilecek her şeyi gördüğüne inanmadığından aramayı sürdürmüştür. Gezgin de kendinden önce gezenlerin görmediği, anlatmadığı hikâyelerle meşguldür. O, burada değilken nerede ve ne zaman elde edeceği belli olmayan keşifler sayesinde, kendini başka aynadan seyretmeyi ve onu diri tutan hayret makamında yaşamayı sürdürecektir.

 

 

1979’da Balıkesir/İvrindi’de doğdu. İlköğrenimini Balıkesir’de, or­taöğretimini Bursa’da tamamladı. Üniversiteyi Viyana’da okudu. Heceöykü, Dergâh, Post Öykü, Karabatak, İtibar, Mahalle Mektebi, Muhayyel, Magrib ve Melâmet dergilerinde öykü, deneme, röportaj ve soruşturmaları yayımlandı. Viyana’da yaşadığı yıllarda arkadaşlarıyla birlikte Arz ve Magrib dergilerini yayımladı. Melâmet dergisinin öykü editörlüğünü yürüttü. Hâlen Pruva Ya­yınlarının öykü editörlüğünü yürütüyor. Evli ve iki çocuk babasıdır. Öykü Kitapları: Bekleme Salonu (2013) (2018’de Arnavutçaya çevrildi.), Beni Hikâyeden Çıkart (2017), Uzaklık Yaralar (2019)

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir