Edebiyat
Gül/lük – Yüzdeki Eksiklik ya da Berberlik Yapan Prof’lar
Geçenlerde yaşanmıştı: Dekan ve yardımcısı yine sakallı avına çıkmışlar. Uzaktan garip garip dolaşan birini görünce dekan, yardımcısına işaret eder ve avını yakalamış avcı sevinciyle hızlıca ona yönelirler. Alabildiğine kibar ve nazik bir edayla Dekan uyarır:
-Bir daha seni bu halle görmeyeyim. Yarın yanıma geleceksin ve sakallarını kesmiş olacaksın.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mehmet Nezir Gül
Abdest almak için lavaboya gittiğimde ellerimi yıkadıktan sonra suyu alıp yüzüme götürdüm. Götürür götürmez de ürperdim. Yüzümde bir eksiklik hissettim. Sanki bir parça alınmıştı, yok edilmişti. Hemen telaşla aynaya baktım ve acı hakikatle karşılaştım: Sakalım yoktu. Öyle ya sakalımı kesmiştim. Bunca zamandır (yaklaşık iki yıl) süren sakallılığımız sona ermişti. Yüzüm cascavlak ortaya çıkmıştı.
Kendimi çıplak hissetmeye başladım.
Dekan Bey ve yardımcısının hummalı faaliyetleri olmasa sakalım yerinde olacaktı. Lakin onlar galip çıktılar. Zaman zaman acayip, komik hallere düşme pahasına…
Geçenlerde yaşanmıştı: Dekan ve yardımcısı yine sakallı avına çıkmışlar. Uzaktan garip garip dolaşan birini görünce dekan, yardımcısına işaret eder ve avını yakalamış avcı sevinciyle hızlıca ona yönelirler. Alabildiğine kibar ve nazik bir edayla Dekan uyarır:
-Bir daha seni bu halle görmeyeyim. Yarın yanıma geleceksin ve sakallarını kesmiş olacaksın.
Delikanlı afallamıştır. Ne diyeceğini bilemez. O’nun öyle boş ve anlamsız bakışlarından Dekan yardımcısı bir şeyler sezinler ve sorar:
-Beyefendi burada öğrenci değil misiniz?
-Hayır!
Yüzleri kızarır ikisinin. Diğer öğrencilere karşı da mahcup olmuşlardır.
-Özür dileriz bayım.
Ve gerisin geri dönerler yeni bir av yakalamak için.
…
Evet, sakalımızı kestik.
İlim yuvasında berberlik yapan Prof’lar utansın.
3 Aralık 1986/ Bursa
Zoraki Ev Sahibi
Modernizm insanı bencilleştirdi.
Sadece kendi çıkarını düşünen bireyler oluşturdu. Toplumsal görev ve sorumluluk üstlenmekten uzaklaştırdı. ‘Sadece ben, önce de ben, sonra da ben’ anlayışını empoze etti.
Ve dostlar, akrabalar, tanıdıklar arası gidiş gelişler önemli ölçüde azaldı. Tanımadıklar, tanımadık olarak kaldı. Tanınanlar da resmî ve çıkar ilişkisine dayalı tanındı.
İstisnaları yok mu?
Var elbette…
Geçen hafta Veli Aydın geldi İstanbul’dan.
Yıllardır görmediğim okul arkadaşımı karşılamak için tarif ettiğim marketin yanına gittiğimde heyecanlıydım.
Ne güzel günler geçirdik Veli ile.
Birlikte ders çalışmış, yemek yapmış, geç vakitlere kadar devlet yıkıp devlet kurmuştuk. Şimdi çoluk çocuğa kavuşmuş, üniversiteye giden çocuklarının geleceğini konuşup, kim daha önce dede olacak diye latifeler yapıyorduk.
-Vay Veli Dede, hoş geldin!
-Hoş bulduk, öp bakayım dedenin elini.
Sarıldık.
Eve gidip gece yarısına kadar geçmişten gelecekten bahsederek hasret giderdik.
…
Ertesi gün Veli’yle Şanlıurfa’ya gittik ailece. Halilurrahman’ın ziyaret ettik.
Veli Hoca bana sordu:
-Burada göreceğimiz bir Allah dostu, mübarek bir zat varsa ziyaretine gidelim.
Biraz düşündükten sonra, gideceğimiz bir yer aklıma geldi.
-Tamam, Halil Hocaefendiye gidelim.
Hemen telefona sarıldım
-Hocam müsaitseniz, sizi ziyarete gelmek istiyoruz.
Halil Hoca zayıf bir ses tonuyla cevap verdi.
-Ben şuan evde değilim. Yarım saat sonra sizi ararım.
-Tamam Hocam.
Ve tam yarım saat sonra telefon geldi. Halil Hoca bizi bekliyordu.
Ailece hazırlanıp yola çıktık.
…
Halil Hocanın misafir odası kitaplarla doluydu.
Eski usul bazı rahleler de, Arapça ders verdiği talebeler içindi.
İçeri girdiğimizde, hocaefendi, bir gözü bantlı ve yer döşeğinde yatıyordu.
Geldiğimizi görünce ayağa kalktı, samimi bir tonda “Hoş geldiniz” dedi.
Ses samimi ama sanki acılıydı.
-Hocam geçmiş olsun.
-Sağolun, Allah razı olsun. Doğrusu biraz hastayım. Siz aradığınızda ben hastanedeydim. Gözümden rahatsız olduğum için, bugün ikinci ameliyatımı oldum.
Biz duyduğumuza inanamadık.
Hastaneden yeni çıkan, yeni ameliyat olan Halil Hoca misafir kabul etmişti.
Biraz mahcup olduk ama daha çok gıptayla ve takdirle baktık.
En sağlıklı ve varlıklı insanların misafir kabul etmemek için bin bir bahaneler uydurduğu günümüzde, Halil Hocanın yaptığı muazzam bir şeydi.
Bunu herkes yapamazdı.
-Hocam özür dileriz.
Hem sizin hastalığınızdan haberdar olmadığımız hem de ameliyattan çıkar çıkmaz rahatsızlık verdiğimiz için.
-Asıl sizin bu sözleriniz beni rahatsız eder.
Siz beni ziyarete geliyorsunuz, ben nasıl reddederim. Hiç misafir geri çevrilir mi?
Siz benim acılarımı dindirdiniz.
…
Biraz muhabbetten sonra kalkmak istedik ama Halil Hoca izin vermedi.
Gelen çayları içtik.
Kalkmak için izin istedik. Halil Hoca yine izin vermedi. Yemeğe kalmamız için ısrar etti.
Ben, kurtuluşun olmadığını anlayınca, yemin ederek kalamayacağımızı ama daha sonra geleceğimizin teminatını verince ancak izin koparabildim.
-Eğer hasta olmasaydım asla buradan çıkamazdınız. Sizi silah zoruyla tutardım. Ama bu sefer böyle olsun.
Sonra gülerek bir hatırasını anlattı:
“Bir defa bize bir grup misafir geldi. Yemekler geldi. Biri çok gevşek yiyordu.
Ben onu yemesi için uyardım.
Beni dinlemedi.
Tekrar uyardım.
Yine bildiği gibi yavaş yavaş, azar azar yemeğe devam etti.
Bunun üzerine, minderin kenarında duran silahımı göstererek, “Eğer yemezsen, bununla yediririm” diye tehdit ettim şakayla karışık.
Adam tabakta ne varsa sildi süpürdü.
Siz benim silah kullanamayacağımı anladınız, onun için rahatsınız.
Haydi yolunuz açık olsun. Ziyaretiniz için Allah razı olsun.”
27 Temmuz 2011/Nizip
Çok Okunanlar
- Düşünce-
Muvvakkat Ömürler ve Mekânlar
- Ramazan-
7 Soruda Ramazan – Nurullah Öztürk – RTÜK Üyesi
- Ramazan-
7 Soruda Ramazan – Abdullah Yıldız – Yazar
- Ramazan-
Peygamberimizin Ramazan Ayını İhyası
- Ramazan-
Yeni Bir Ramazan Olsun
- Düşünce-
“Şehrengiz”siz Türkçe Sözlük Olur Mu?
- Edebiyat-
Âşık Veysel’in “Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana” Adlı Şiirine Bir Yaklaşım Denemesi
- Din ve Hayat-
Fahreddin Râzî’den Samimi Duygusal Paylaşımlar