Sana yalnız elden teslim edebileceğim
Sözcükler taşıyorum sırt çantamda
İlk nüsha, yekpare, monoblok
Elinden tuttuğun mendil bende hâlâ
Ama ucunda senin ellerin yok
Tanıdık kokular topladım sana
Lavanta kokusu mesela
Yağmurdan sonra toprak
Kalbin kuşların kalbi
Ama sen yine de mavi bak
Islak bir gece vakti kırıldıklarına
Sabırla düşle bir kalbin ürperişini
Çiçeğin açmasını bekleyen bahar gibi
Hünerli bir duruştur bu da
Kaç hüzün nazil oldu kalbine bugün
Gülüşlerinin kıvrımına sığmıyor hiçbir açelya
Bir uçurum kanıyorsa reddi mirastır
Bir gülüşün yağmurları dindirir sen de biliyorsun
Çok yalnız dünya
Düştüğümde dizlerimin annesi olur musun?
Umudunu kırka böldüler
Yaranı kanatan bir dizeye çarpınca yüzün
Sildin lügatlerden güzel kelimesini
İncinmesin güzelliği diye şair sözünün
Bak yine soyuluyor yüzündeki kerte
Pazar payı daraldı Endülüs öykülerinin
Yakılan gemilerin ahı var sende
Beni böyle sev dünya diyebilseydin
Ağrısı kesilecekti belki
Bütün ağrı kesicilerin
Öyle sustun ki
Muasırı sandılar seni piramitlerin
Göğsüne kaç harf sığar kaç satır
Kaç mevsim serinliğidir bir ömür
Anne olmadan ölenler
Hangi muayyen güne gömülür?
Nasıl da yüklü tereken
Bir cep aynası bir tarak
Ve soğuk bir eldiven
Kırılması muhtemel bir fay hattı
Boydan boya içinden geçen
Bir intihar yöntemidir gözlerine bakmak
Ya da bir matematik denklemi
Birinciyi aynen alıp
İkinciyi ters çevirip çarpmak
Yürüdüğü yolun gönlünü yapar gibi
Leylak kokan ellerin
Mahalli idareleri geçtim
Ah bir bilsen!
Kaç seçim kaybettirdi bana gözlerin
Söylesene şair!
Hangi gözyaşına sarıldın da
Islandı kalbin
Kaç yetim saçı
Şahittir parmak uçlarına