Şahsiyet
Hocaoğlu Bir Çelebi
Hz. Peygamber’in beşikten mezara kadar ilim öğrenmek ve öğretmek düsturu içtenlikle benimsenmeli ve bu sünneti ihya için çabalamalıyız.” İşte bu bilinçle hayat boyu öğrenmeyi ilke edinen İlyas Çelebi, Ahmet Yücel ve Zekeriya Güler’le birlikte hâlâ Suriye’li Ömer Naci’den dersler alıyor, el-Belâğatü’l-vâdıha’yı ve A’lamu mütefekkiri’l-Arap isimli ansiklopediyi okumaya devam ediyor. Hiçbir maddi karşılık beklemeden dersler veriyor.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Müjdat Uluçam, Dr.İlim, kültür ve sanat insanları genellikle sakin ve mütevazı bir hayat sürmeyi tercih ederler. Okumak, araştırmak, düşünmek ve faydalı bir eser verebilmek için uzlete, dinginliğe ihtiyaç duyarlar. Karınca, arı veya ipek böceği misali sabırla çalışıp didinir, bilginin özünü toplayıp bal eylemeye, kozasını örmeye, ömürlerini iğneyle kuyu kazmaya adarlar. Şöhretten uzaktırlar. Günümüzün malumat kargaşası ve popülerlik bulanıklığında onlar meydanda görünmeden dînî ve millî kimliğin inşası için içtenlik ve fedakârlıkla nöbet tutmayı sürdürürler. İşte bu neferlerden birisi de Prof. Dr. İlyas Çelebi Hoca’dır.
1951 Oltu doğumlu. Dedeleri, İnci köyünde uzun yıllar imamlık yaptığı için “Hocaoğulları” diye anılırmış. “Hocaoğulları” soyadını almak istediklerinde nüfus memuru buna karşı çıkmış, onlar da “Çelebi” soyadını tercih etmişler. Çelebi sülalesinde her aileden bir kişinin “hâfız” olması geleneği hâkimmiş. Hâfız olan ağabeyi, uzun yıllar İstanbul’da müezzinlik yapmış, amcasının oğlu meşhur hattat Hasan Çelebi de ailedeki hâfızlardan bir diğeriymiş.
İlk Bilgiler Aileden
İlyas Bey, ilk dini bilgilerini annesinden almış. Annesi; inançlı, ibadetlerine son derece düşkün, dindar bir hanımmış, “annemin namazlarını kazaya bıraktığını hatırlamıyorum” diyor. Çocuklarına Kur’ân okumasını o öğretmiş. Osmanlıca dînî kitapları da okur ve çocuklarına onları okuyarak yetiştirmeye çalışırmış. Babası Tahir Amca, gür sesiyle ezan okur, müezzinlik yapar, Kur’ân’ı elinden düşürmezmiş. Köylerinde uzun ve soğuk kış gecelerinde köy odasında toplanılır, yatsı namazından sonra Kara Davud, Battal Gazi, Muhammediye gibi kitaplar okunur, güzel sohbetler yapılırmış. Tahir Amca, bu sohbetleri can kulağıyla, pür dikkat dinler, sonra da heyecanla eve gelip çocuklarına anlatırmış.
İlyas Bey’in ilkokulda üç öğretmeni olmuş. En çok sevdiği ve etkilendiği ise lise mezunu yedek subay bir öğretmen olan İstanbullu Behram Sadıkoğulları. Behram öğretmenin teşvikiyle devlet parasız yatılı imtihanlarına girmiş ve kazanmış. İmam hatip serüveni de böylece başlamış. İlkokulda Amerikan yardımı olarak gönderilen süt tozunun her sabah kaynatılıp zorla öğrencilere içirilmesini hâlâ unutamamış. O yıllarda bir taraftan da köydeki Kur’an kursuna devam edip dini bilgilerini geliştirmiş, Kur’an okumayı öğrenmiş. İnci köyünden imam hatip lisesine giden ilk öğrenci İlyas Çelebi olmuş. Onun ardından köyün çocukları akın akın imam hatibe gitmeye başlamışlar. Hatta bir ara imam hatip lisesinde okuyanların sayısı 80’lere ulaşmış. Bunlardan bir kısmı üniversitelerde akademisyen olmuş.
İmam Hatip’e İlk Adım…
İlyas Bey, devlet parasız yatılı sınavı için Adana’ya ulaştığında sınavların yapıldığını ve kayıtların bittiğini öğrenmiş. Çok üzülmüş, inkisâr-ı hayâle uğramış. İlyas Bey’le yolu kesişenlerden biri de sonradan İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapan Ömer Balıbey. Aynı gün Ömer Balıbey de Elazığ’dan Adana’ya gelmiş. Okulun bahçesinde tanışıp birlikte çare aramaya başlamışlar. Balıbey’i sınava getiren Elazığ İmam Hatip son sınıf öğrencisi Osman Şekerci, bir cuma vaazı sonrasında okul idarecileri ile görüşüp durumlarını arz edince ikisi de imam hatipli olmuş. Bayram etmişler adeta. O yüzden kendisine hep minnet hisleriyle dolu. İşte o fedakâr Osman Ağabey, yıllar sonra Sakarya İlâhiyat Fakültesi İslam Hukuku öğretim üyelerinden biri olacaktır. 1970’lere kadar tüm ortaokul ve liselerde her öğrenci şapka giymek zorundaymış. Sadece okulda değil, sokakta da mecburi imiş, aksi takdirde disiplinlik olurlarmış. Her okulun öğrencisi şapkasındaki şeritten tanınırmış. İmam Hatiplilerin şeridi de beyazmış.
Bazı Hocaları ve Kitaplar
İlyas Çelebi, Adana İmam Hatip Lisesi’nde altıncı sınıfa kadar okuduktan sonra son seneyi Trabzon İmam Hatip’te tamamlamış ve oradan mezun olmuş. Gerek lisede gerekse üniversitede güzel insanlarla karşılaşmış. Çok kıymetli hocalardan dersler almış. Yukarıda bahsettiğimiz Ömer Balıbey Adana’dan, Ali Rıza Ertürk ise Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden sınıf arkadaşı. İslam hukukçusu Prof. Dr. Yusuf Kılıç, dinler tarihçisi Prof. Dr. Günay Tümer, felsefeci Prof. Dr. Mehmet Dağ ve Prof. Dr. Mikail Bayram Adana’daki öğretmenleri; Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü hocalığı da yapan Hulusi Özkul Adana İmam Hatip’teki ilk müdürleri. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ve Marmara İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi Nuri Ünlü ise aynı okuldaki ikinci müdürleri imiş. O yıllarda Adana Müftüsü olan Cemalettin Kaplan da dışarıdan derslerine gelmiş. Ortaokul üçüncü sınıftaki öğrencilerin bile Ramazan ayı boyunca camilerde vaaz etmelerini sağlar, imam ve müezzinlere de “sakın ha bu çocuklar hata etseler de müdahale etmeyin, şevklerini kırmayın!” diye tembihte bulunurmuş. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığı da yapmış olan Prof. Dr. Bahattin Kök de Trabzon İmam Hatip’ten unutamadığı hocalarından birisi.
İlyas Bey ve arkadaşları dînî ve millî hisleri güçlü, millet, memleket ve ümmet sevdasıyla yanıp tutuşan bir nesilmiş. Asım’ın nesliymiş çünkü onlar. Ellerine geçen her kitabı büyük bir tutkuyla adeta yutarcasına okurlarmış. Merhum Numan Kurtulmuş’un “Amentü Şerhi”, Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Mabetsiz Şehir”, Sami Arslan’ın “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı”, Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” ve “İslâm’da Sosyal Adalet”, Said Nursi’nin “Tabiat” ve “Kader” Risaleleri elden ele dolaşır; Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”su, Mehmet Şevket Eygi’nin “Bugün” gazetesi merakla takip edilir, Şule Yüksel Şenler’in cesurane, yürekli yazılarıyla heyecanlanır ve coşarlarmış. Ortaokul üçüncü sınıfta iken bir grup arkadaşıyla Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik Kur’ân-ı Kerîm meâlini baştan sona okumuşlar. Adana İmam Hatip’teki hocaları Celil Bey’den “Celâleyn” tefsirini baştan sona okurken, yaz tatillerinde köyün imamı Hâfız Osman Çelebi’den sarf nahiv dersleri almaya devam etmiş, Kâfiye’ye kadar bitirmiş. Trabzon’da öğrenci iken Sağlık Meslek Lisesi’yle “verem” konusunda yaptıkları münazarayı kazanan ekibin içinde İlyas Çelebi de yer almış. Ömer Seyfettin’in hikâyeleri, Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” ve “Yalnızız” gibi romanları, Saadet Bektöre’nin “Volga Kızıl Akarken” ve Kadir Mısıroğlu’nun “Lozan Zafer mi Hezimet mi” gibi eserleri ve en önemlisi Necip Fazıl’ın “Çile”siyle Mehmet Akif’in “Safahat’ı zevkle okudukları başucu kitapları olmuş…
İlyas Çelebi, 1974’te Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olmuş. Yakın tarihimizin önemli simaları ve akademisyenlerini orada tanımış, talebeleri olmuş. Kimler yok ki! Cevat Akşit, İhsan Süreyya Sırma, felsefeci Mehmet Aydın, Ruhi Özcan, tefsirci Abdullah Aydemir, tasavvuf hocası İbrahim Düzenli, Nevzat Aşık, Özgü Aras, Şaban Karataş, Orhan Okay ve Hüseyin Ayan…
“Bunlar içinde en çok etkilendiğim hocalardan biri Orhan Okay’dır. Hocanın hem tatlı ders anlatım üslubu hem de dersine iyi hazırlanarak gelmesi, Türk İslam edebiyatını çok zengin bir muhtevayla tanıtması beni çok etkilemişti” diyor. Sitayişle bahsettiği bir diğer hocası ise “Tefsirde İsrailiyat” adlı eseriyle tanınan Abdullah Aydemir. İlyas Hoca, Erzurum’da da klasik dînî eserleri okumaya devam etmiş. Bir grup öğrenciyle Ömer Nasuhi Bilmen’in medreseden arkadaşı Erzurum Müftüsü Osman Bektaş Efendi’den Kadı Beyzâvî tefsirini, bir başka hocaefendiden de Nesefî’nin “Medârik” tefsirini okuyup bitirmişler. Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı tefsiri, Gazzâlî’nin “İhya”sı, Babanzade Ahmed Naim’in “Tecrîd-i Sarih Tercemesi” ve Ömer Nasuhi Bilmen’in “Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu” ise İlyas Çelebi’nin o yıllarda tek başına okuyup bitirdiği eserler. Mehmet Zihni Efendi’nin “Nimet-i İslâm” adlı ilmihalinin ise ayrı bir yeri var, “hiçbir ilmihalde ondaki zevk ve lezzeti bulamadım” diyor.
Ve Öğretmenlik
İlk görev yeri Mardin Kız Meslek Lisesi. Burada Batı klasikleri üzerine yoğunlaşmış, klasiklerin büyük bir kısmını okuma imkânı bulmuş: Balzac, Dostoyevski, Tolstoy… Bu derece yoğun okumalar yapan birisi akademik dünyadan uzak kalabilir mi? 1976’da Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nde açılan kelâm asistanlık imtihanlarına girmiş ama nasip olmamış. İstanbul’a tayini çıkınca Beykoz ve Paşabahçe ortaokullarında öğretmenlik yapmış. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Paşabahçe Ortaokulu’ndaki müdürlük görevinden alınıp Ümraniye Ortaokulu’nda görevlendirilmiş.
Trabzon’dan sınıf arkadaşı Ali Rıza Ertürk, müdür vekili olduğu dönemde kendisini Pendik İmam Hatip Lisesi’ne davet etmiş, 1981’de okula gelip 1986’ya kadar birlikte çalışmışlar.
Biz kendisiyle 1981’de tanıştık. 12 Eylül darbesinin ağır baskısı hâlâ devam ediyordu. Subaylar sık sık okulu denetime gelir, çeşitli tazyiklerle öğretmen ve idarecileri yıldırmaya çalışır, tedirgin ederdi. İlyas Çelebi, Arapça ve Tefsir derslerimize gelirdi. Bizlere bir ufuk kazandırmaya çalışır, öğrenmeye ve araştırmaya teşvik ederdi. İlyas Hoca’nın ufkunu ve gayretini anlayacak yaşta ve olgunlukta değildik tabii ki. Bir ara üç arkadaş okul çıkışında kendisinden özel ders almak istedik. O da kabul etti ve Pendik İstasyon Camii’nde ikindi namazlarından sonra nahivden Avâmil ve fıkıhtan Nûru’l-Îzâh okumaya başladık. Üç dört ders kadar devam edebildik. Üniversite sınavlarını bahane ederek derse ara verdik. Fıkıh kitabındaki farz, sünnet, mübah gibi tanımlar, özellikle de Ebû Hanife’nin “fıkıh” tanımı beni adeta çarpmış, Arapçayı sevmeme ve İlâhiyat fakültesini tercih etmeme yol açmıştı.
İlyas Hocam o günleri şöyle anlatıyor:
“Okulumuzda idealist bir kadro vardı, öğretmenler çok idealistti, öğrencilerin daha iyi yetişmesi için istişarelerde bulunur, hep birlikte aşkla ve şevkle çalışırdık. Bunun semerelerini de ileriki yıllarda gördük. O günkü talebelerimiz de çok çalışkan ve gayretliydiler. İçlerinden doktora yapan, bürokraside önemli mevkilere gelen pek çok öğrencimiz oldu.”
1983 Haziranında okuldan mezun olmuş, Marmara İlâhiyat’ta lisansa başlamıştık. Bir müddet sonra İlyas Hoca’yı da fakülteye gelip giderken görünce çok sevindik. 1983’te kelâmdan yüksek lisansa başlamıştı. 32 yaşlarındaydı o zaman. Onca ders yükü, aile, çoluk çocuk, maişet derdine rağmen büyük bir heyecan ve coşkuyla ilim yolculuğuna devam ediyordu. Üstelik Pendik’ten minübüs veya otobüsle birkaç vasıta değiştirerek Bağlarbaşı’na kadar geliyordu. Nasıl gıpta etmesin insan? Fakültenin koridorlarında veya bahçede karşılaşır, hasret giderir, hasbihal ederdik. Bizde de yüksek lisans ve doktora yapma hevesi İlyas Çelebi sayesinde başladı.
İslam Kitabevi
Ali Rıza Ertürk Bey’le ortaklaşa “İslâm Kitabevi” adıyla bir kitabevi açmışlardı. Maltepe’de dînî yayınlar satan tek kitabeydi. Çölde bir vahaydı adeta. Maltepe’nin entelektüel nabzı orada atmaya başlamıştı. O küçücük dükkânda derin entelektüel sohbetler olurdu. Prof. Dr. Amil Çelebioğlu gibi pek çok önemli zevatla orada tanıştık, dersler yaptık, farklı fikirler ve kitaplar üzerine analizlere şahit olduk. Fazlurrahman’ın “İslâm” adlı eseri gibi birçok kitabı o kitabevinden aldım. Kitabın mütercimleri Mehmet Aydın ve Mehmet Dağ’ın İlyas Beyin hocaları olduğunu yıllar sonra öğrenecektik tabii ki. Ali Rıza Bey’le Trabzon’da başlayan sınıf arkadaşlığı kader birliğine dönüşmüştü. On bir yıldan fazla bir süre “Avusturya Lisesi”nde din derslerine girdiler. O liseye dair anıları ve intibaları da zihin dünyamızda farklı bir ufuk ve pencere açıyordu. Mesela Avusturya Lisesi öğrencileri hangi üniversiteden mezun olurlarsa olsun, ister Boğaziçili isterse İTÜ’lü, kendilerini hep, “Avusturya Lisesi mezunuyum” diye tanıtır ve bununla iftihar ederlermiş. Eğitimden en ufak bir taviz verilmezmiş. Özellikle yabancı öğretmenler bu konuda çok katı ve sert bir tutum sergiler, derse karşı hafif bir gevşeklik veya ilgisizlik gördüklerinde hiç acımaz, hemen filan kitaptan 20 sayfa ezber cezası verirlermiş. Öğrenci de boynunu büker, hiçbir itirazda bulunmadan gereğini yaparmış. “Bizde ise merhamet ve şefkat ağır basıyor, en ufak bir tepkide esniyor, gevşiyor ve taviz veriyoruz” diyor. Velhasıl resmi öğretmenlik, kitabevi, yüksek lisans, Avusturya lisesi derken İlyas Bey bir koltukta dört karpuzu birden taşıyordu! Bu nasıl bir azim ve nasıl bir gayretti!
Akademik Yolculuk
1986’da yüksek lisansını tamamladı, “İslam İnancında Gayb Problemi” adlı teziyle 1991’de doktor oldu. Takdîr-i İlâhî tecelli etti, gök kapısı açıldı, aynı yıl Marmara İlâhiyat Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak atandı. Uzun yıllara sâri geceli gündüzlü hummalı çalışmalar ve emekler semeresini vermişti. Biraz soluklanıp rahat bir nefes alabilirdi belki artık. Fakat o yılmadan koşusuna devam etti. Şairin dediği gibi “Uzun yola çıkmaya hüküm giymişti”. 1996’da doçent, 2002’de profesör oldu. Raşit Küçük hocanın dekanlığı zamanında dekan yardımcılığı, üç dönem Senato üyeliği yaptı. Kazakistan Farabi ve Yesevi Üniversiteleri’nde ve KKTC Yakın Doğu Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak dersler verdi. Anadolu ilim ve irfanını uzak diyarlara taşıdı. İslam Ansiklopedisi merkez ilim heyetinde yer alarak 95 adet maddeye imza attı. 24 yıl binlerce öğrenci yetiştirdikten sonra 2015 yılında emekli oldu. Fakat hemen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Halen bu üniversitede rektör yardımcısı olarak görevine devam ediyor.
Fethi Gemuhluoğlu, üniversitedeki dostlarına “On doktora talebesi yetiştirmeden üniversiteden ayrılmayın” tavsiyesinde bulunurmuş. İlyas Bey şu ana kadar kırk civarında yüksek lisans, on beş civarında da doktora talebesi yetiştirmiş bir akademisyen.
İlyas Çelebi, eğitimde ezberciliğe ve “bilgi yüklemeye” karşı, bu yöntemi tasvip etmiyor, çünkü “önemli olan bilgi üretebilmektir; bilgiyi tüketen değil, üreten olmalıyız” diyor. İnsanlara onlarca kitap okutmak için uğraşmak yerine düşünme metodunu, kritik ve analiz yöntemlerini öğreterek yetenek ve melekelerini geliştirmeye çalışmalıyız. Her Müslüman bireyin, özellikle de her imam hatiplinin bir “muallim” gibi yaşaması gerektiğine inanıyor. Çünkü Hz. Peygamber de “muallimdi”. “Kelime-i şehâdeti ve amentü esaslarını bile bilmeyen yüz binlerce insanın bulunduğu bir memlekette bu sorumluluktan kaçılamaz.
Hoca ve Örnek Olmak Kolay Değil…
Hz. Peygamber’in beşikten mezara kadar ilim öğrenmek ve öğretmek düsturu içtenlikle benimsenmeli ve bu sünneti ihya için çabalamalıyız.” İşte bu bilinçle hayat boyu öğrenmeyi ilke edinen İlyas Çelebi, Ahmet Yücel ve Zekeriya Güler’le birlikte hâlâ Suriye’li Ömer Naci’den dersler alıyor, el-Belâğatü’l-vâdıha’yı ve A’lamu mütefekkiri’l-Arap isimli ansiklopediyi okumaya devam ediyor. Hiçbir maddi karşılık beklemeden dersler veriyor.
Dört ilim halkası mevcut. Okudukları kitaplar da öyle her insanın kolaylıkla okuyup anlayabileceği eserler değil! Kelâm ilminin klasik muhalled eserleri! Nesefî’nin “Tebsıratü’l-edille”si, Fahreddin Râzî’nin “el-Muhassal”ı, Teftâzânî’nin “Şerhu’l-Akaid”i ve Nureddin Sâbûnî’nin “el-Kifâye”si. Bu yönüyle de İlyas Bey, klasik metinleri okutma hususunda Bekir Topaloğlu’ndan devraldığı bayrağı düşürmeden, yücelterek taşıyor. İmam Maturidî’nin “Kitabü-Tevhîd”ini Bekir Hoca’dan iki defa okumak herkese nasip olmaz ki! “Öğrencilerimle ders yaparken veya bir konuyu araştırdığımda kendimi daha enerjik hissediyorum.” diyor. Belki de kendisini yetiştirenlere ve milletine şükrünü eda edebilmenin gayretiyle yaşıyor…
İlyas Çelebi, sakin ve sessiz bir mizaca sahip, espri ve latife yapabilen, zekice şaka ve mizahtan hoşlanan, dost ve arkadaş canlısı bir hoca. Üstten bakan, buyurgan bir edası ve tavrı yok, söz ve davranışlarında keskin, sert ve kaba değil, her zaman temkinli, ölçülü ve ihtiyatlı. Belirli bir nezaket ve üsluba riayet ederek kendisiyle her şey konuşulup tartışılabilir. Kendi fikir ve düşüncelerine aykırı görüşleri nezaketle ve sabırla dinleyen nadir insanlardan biri. Muhatabını aşağılamak veya tahkir etmekten özenle sakınır, kesinlikle karalama ve ithamda bulunmaz. Günümüz fikir ve düşüncelerini yakından takip eder. Köktenci bir gelenek karşıtlığını benimsemez, binlerce yılın mahsulü parlak bir geçmişe sahip bir medeniyetin ilmî birikimini ve geleneğini eleştirel bir gözle incelemek suretiyle geleceğe taşımanın mümkün olacağına inanır. Eserlerinde de bu yaklaşımın izleri rahatlıkla görülebilir.
Velûd bir kalem. On beşin üzerinde müşterek veya müstakil telif eseri, altı adet de tercümesi mevcut. “İtikadi Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler”, “İslam İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar”, “Dini Düşüncede Hoşgörü ve İtidal”, “İslam’ın İnanç Esasları ve İslam İnancında Gayb Âlemi” önemli çalışmalarından birkaçı. el-Usulü’l-münife li’l-İmam Ebi Hanife adlı tahkik ve tercüme çalışması da ayrı bir öneme sahip.
Günde en az on iki saat çalışma alışkanlığını sürdürüyor. Evde hanımı ve çocuklarıyla birlikte cemaatle namaz kılmak en büyük hazzı! Evdeki huzur, ahenk, uyum, inanç ve gönül birliğinin verimli ve kalıcı eserlere dönüştüğü aşikâr.
İlyas Hoca, bu günlerde Tebsıratü’l-edille’yi tercümeyle meşgul. Kelam Metodolojisi konusunda bir eser telif edebilmek ve yazmaya başladığı hatıratını tamamlayabilmek en büyük arzusu…
O, müthiş bir azimle bilgi üretmeye devam ediyor.
Allah ömrüne bereket versin, Fuat Sezgin uzakta değil, çok yakınımızda!…