Yerlerinizi aldıysanız; bu ayın önerisi ile karşınızdayım. Usûlü bozmadan yine bir soru ile giriş yapacağım. Sorunuz geliyor! Kaç çeşit kiraz ismi biliyorsunuz ya da ömrü hayatınızda kaç farklı kiraz tattınız. Bir müddet düşünün… Siz düşünürken… Napolyon, Elifli, Van, Yakacık, Güzelce, Aldalbastı, Karadalbastı. Bunlar, sadece benim bildiklerim ya da tattıklarım. Dünya üzerinde 1500 civarında kiraz çeşidi olduğunu varsayarsak; bugün sizinle birisinin tadına bakabiliriz.
İran Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden biri olan Abbas Kiarostami’nin ‘Kirazın Tadı’ adlı filminden bahsedeceğim. Daha doğrusu; ben de bıraktığı iz düşümü aktarmaya çalışacağım. İran Sineması’nı bir ülkeyi temsil etmekten daha kıymetli bir noktada görüyorum. İran sinematografisi, umudu kayıt altına alıyor. Mustafa Kutlu’nun sonunu okuyucuya bıraktığı, Anadolu’dan daha fazlasını anlattığı hikâyelerine benzetiyorum.
Hepimiz birer faniyiz. Bir gün kader tecelli ettiğinde; ölüm meleği Azrail, nefesimize son noktayı koyacak. Bizim bu dünyaya dair hikâyemizin son cümlesi, sona erecek. Peki, bunun aksi mümkün mü? Ölmek için acele etmek… Badii Bey, hayatın olağan akışında ilerleyen yaşam hikâyesini “intihar” ile noktalamak istiyor. Onu, bu yoldan kim döndürecek… Acısını kim hissedecek? Belki biri, belki hepsi!
Hayat, ölüm ile nihayete erene kadar uzun bir yol. Kıvrımlı, dolambaçlı, çukurlu, tümsekli… ama biraz uzun. İntihar kestirme gibi gözükse de… zahmetli olandır. Biraz uzun olan yol; genelde iyi ve rahat olandır. Çoğunluk uzunu tecrübe etmiştir. İnsan bu yolda bir engele takıldığında rehber bulmakta zorlanmaz. Misal; ne gibi engeller?
Hayatta bazen toz bulutundan önümüzü göremeyiz. Zaman zaman gözümüzü, kulağımızı tıkarlar. Bu toz bulutları, hayata tat veren ufak tefek sorunlardır. Asıl sorunlar; tepelerden yuvarlanan taş parçaları gibidir, taşlar yolumuzu tıkar. Badii Bey, böyle bir engelle karşılaşmış olacak ki; intihara meylediyordu. Görünüşte kolay gibi gözükse de… Herkese kolayca söylese de… Söylediği gibi kolay değildi. Öldüğünden emin olmak için üzerine iki kürek toprak atacak insan arıyordu. Sıkıntısını elleriyle çözecek sıradan bir kimse.
Badii Bey, amacına ulaşmak için ömür denilen bu dünya durağında bazı insanları yoldaş ediniyor. Bazen çocuk denebilecek bir asker, bazen bir din adamı (ilahiyatçı) oluyor. Bazen de Bagheri Bey gibi güngörmüş biri. Hayatımıza yoldaş olan insanlar bize bir şekilde tesir ediyorlar. Onu da etkileyen biri elbet olacak. Ne de olsa; hayat bir bütün. Badii Bey’in hikâyesi için bir isim zikretmek gerekirse…
Filmin nihayetinde; onu, Allah’ın rızası olmayan bu yoldan çevirenin Bagheri Bey olduğunu rahatlıkla zikredebiliriz. Bagheri Bey’in, Badii Bey’in ketum dilinden bu kadar anlaması… Beraber gittikleri bu yolu, uzun olanından gitmiş olmasıydı. Söylemekten çekinmediği ama yapmakta zorlandığını, tecrübe etmesiydi. Ketum bir dili açmak için bütün anahtarları denemesi… Aynı acıyı tatmasındandı.
Her şeyin ama her şeyin. Canlı-cansız bütün mahlûkatın bir zamanı vardı. Bagheri Bey’in dünyaya bakışını, sıradan bir dut değiştirmişti. Şimdi sıra ondaydı. Kiraz ağacına varmadan! Bu kısa sürede arabadan inmeden Badii Bey’in hayata dair bakışını değiştirmeliydi. İlerleyen zamanda şimdi(!) onun sırasıydı.
Yarın akşam güneşin batışını seyretmeliydi, bu adam. Nefes alıp verdiği sürece mevsimi geldiğinde kirazı tatmalıydı. Hayatın kendisine özgü olan bu tadı, tatmalıydı. Uzun ama daha rahat olan yolu, ona tarif etmeliydi. Sol… Sol… Sağ… Ve yine sağ…