1. Anasayfa
  2. Edebiyat

İçimizden Geçen Sesler

İçimizden Geçen Sesler
0

Uzlette on altıncı yılım. Köşeme hatta köşelerime çekileli on altı yıl olmuş. Köşelerimi kendime çekemeyince, ben onlara çekildim. Dile kolay… Dile kolay olan ne.  Geride kalan on altı yılda niceleri geldi geçti içimden sessiz sedasız. Kimileri bir düdük bile çalmadan geçip gittiler. Bazıları gürültülüydü. Hala uğultuları kulağımdan kesilmiş değil. Bir de neredeyse kırk-elli yılı hatta daha uzun bir zamanı tutan sesler var içimde. O seslerin kimini özenle muhafaza ederim. Birini söyleyeyim mesela: Üç yaşımda babaannem ve amcamla gittiğim Doğubeyazıt’ta oturduğumuz evin penceresinden her akşam minare şerefesinde izlediğim müezzinin Allahüekber nidası…

Evimiz mahalle camisini tam karşıdan görüyordu. Akşam ezanının okunmasından yaklaşık bir dakika önce şerefenin ışıkları yanardı. Bu, o çocuk ruhumda öyle bir heyecan fırtınası doğururdu ki, kendimi kaybederdim adeta. Sanki bir el dokunur ve şerefeyle birlikte ruhumun bütün ışıklarını yakardı. Sonra müezzin çıkar ve şerefeyi dolaşarak çıplak sesle akşam ezanını okurdu. Müezzin şerefede görünür görünmez ben heyecanla babaanneme, babaanne hoca minareye çıktı, diye seslenirdim. O da her seferinde bu heyecanımı tebessümle karşılar, iyi oğlum, derdi. Pencere, ben, müezzin, babaannem, cami, minare, şerefe, ışıklar ve Allahüekber nidası arasında kurulan bu muazzam kombinasyonun ruhuma bir ebediyyet mührü olarak vurulduğunu o vakitler nereden bilebilecektim ki.

“Allahüekber”,

Varlığıma çalınan maya:

Bugün, var, varlık, varlığımla ilgili bir bilinç ve ruhsal inşadan söz edebilme hakkım varsa ve de bunu karınca kararınca ifadeye takat yetirebiliyorsam, şiire, yazıya, söze ilişkin bir nisbesi varsa hayatımın, bunun, o günlerin o mübarek bekaretine, o ışıklara, müezzinin mübarek ağzından yayılan Allahüekber nidasına, babaannemin, iyi oğlum, tebessümüne nasıl bir illiyetle bağlı olduğunu fark mertebesinden idrak etmiş olmak, gölgesi cennete uzanan bir söğüt gölgesi serinliğidir benim için.

O seslerden biri, kırk dört yıl önce, bir Ramazan günü misafir olduğum evde, bana hitaben “Hoş geldiniz” cümlesinden yankılanan o nadide ve mahrem sestir. “Hoş geldiniz” cümlesine ben hep hoş geldim. Cümle gurbete düşse de hayatım boyunca benim sıla cümlelerimden biri oldu ve olmaya devam etmektedir. Ne denilebilir ki. Ne denilemez ki. Sardım sarmaladım, incitmedim, kalbimi emzirdim onunla. Harikulade bir anın, ölüme ve ölüm sonrasına taşınacak kudretteki sesiydi “Hoş geldiniz”.

Hayatımdaki seslerin “ Allahüekber” nidasınan sonra hiç şüphesiz en önemlisi, altı yıl önce hanemi şereflendirerek, sohbetimizin bir yerinde bana “Dostum sen ekberîsin” diyen Mehmet Karahisarî hocamın derûni bir iklimden çağıldayarak gelen sesiydi. O an aklımda, kalbimde, ruhumda ipekten bir halı dokunmaya başladı. Halı, o sesin rehberliğinde dokunmaya devam etmekte ve kesinlikle biliyorum ki, cennette de dokunmaya devam edecektir. Karahisarî hocamın mezkûr cümlesi ve sair cümlelerinin bana yüklediği minneti ömür boyu bir cennet madalyonu olarak taşıyacağım.

Hak Teala’nın ikram ve lütuflarının sonu yoktur.

Elbette en büyük minnet ve şükranımız Onadır.

 

Erdal Çakır Erzincan -1960 doğumlu. Erzincanlı. Bursa İlahiyat Fakültesi mezunu. Hece Yayınlarından çıkan Sır Gölgeleri, Sultana Mektuplar, Hû ve Hüznün Efendisine adlı 4 şiir kitabı bulunmaktadır. Aile Bakanlığı'ndan emekli olup Ankara'da ikamet etmektedir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir