1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. Öykü

İkindi Secdesi (2)

İkindi Secdesi (2)
0

Sıcağın iyice hâkim olduğu günlerin birinde, duvarları camdan olan caminin avlusunda, adam ve gençten arkadaşları oturmuşlar, Ejder Ağa’nın getirdiği buz gibi ayranı yudumluyorlardı. Osman Baba cami avlusunun kuzey kapısından elinde koca bir tepsiyle belirince adamın yüzü güldü.

“Ben daha demin demedim mi size

Osman Baba bizi aç komaz diye?”

Osman Baba güldü adamın böyle dediğine:

“Hacı annene dua et beyim.

O akıl etti, öylece geliverdim.”

Oturdular timsali Halil’ür Rahman sofrasına, onlar yerken böreği kırıntılarına serçeler niyetlendi.

Sofradaki yiğitlerin yüzleri gülümsüyor,

gülümsüyor da

o gözler yok mu,

o gözlerin ta içine baktın mı bir kez

görüyorsun işte kopan/kopacak fırtınayı.

Fırtınanın mevsimi sarı yaz ama bu yaz diğerlerine benzemedi uzunca zamandır, susuzluğun cengi hem yüreğe hem de toprağadır. Köylerin haneleri seyrek, şehrin umudu kalabalık, bir duman tüter ki mavi göğe, kokusu ekmek, rengi siyahtan azıcık açık.

Toprak sararıp can çekişse de duvarları camdan yapılı caminin avlusundan geçen nice bedenlerin küçücük yürekleri yeşermeye, filizlenmeye, boy vermeye niyet etmişti bir kere. Adam aradığı huzuru bu yerde, nicedir dağlara sürdüğü yalnızlığın ilacını ise yanı başında duran bu yiğitlerde bulmuştu. Adam serçeleri dinliyor, namaza duruyor, abdest alıp okumaya koyuluyor, esnaftan gelenleri ağırlıyor, mektebin hocasına kulak veriyor, yorulduğunda bir söğüt dibine uzanıyor, uyanınca akça bedeninde lekeleri olan atına atlıyor, şehrin kıyısından şehri izleyip yeniden camiye dönüp bir döngünün içinde günbegün soluk verip duruyordu.

Günler birbirini kovalayıp yazın en sıcak günlerine atmışlardı zamanı. Neretva’nın suları şu son zamanlarda sakinleşip biraz azalmış olsa da,  bilindik yeşil rengi huzur vermekteydi Müslüman yüreklere.

Adam bir kuşluk vaktinin ardından cami avlusundaki koca çınarın gölgesine sıralanmış taburelerden birine oturup etrafına doluşanlara yüreğinden taşan heyecanla seslenmekteydi:

“Toplanın ey insanlar!

Güneşe koşturun atlarınızı

Güneşte yansın bedenimiz, küllerini atlarımız savursun bu mübarek topraklara

Atam Osman’ın ayak bastığı yerden çıksın körpe bedenlerimiz

Dirilişimiz pak yüzümüzden aydınlatsın göğü

Soluduğum hava İslambol’u getirsin ciğerime

Sultan Fatih Blagay’ın önünden yükselsin, kılıcını vursun, Trebevic yarılsın

Dönsün yüzüme öylece hesap sorsun…

Toplanın ey Müslümanlar!

Bu aciz beden, bu miskinliği durdursun. Çocuklarımız boynunu bükmesin, gençlerimiz bu sokaklarda ayaklarını vura vura yürüsün, analarımız, bacılarımız en güzel renkleri kumaşlarına işlesin.

Bu topraklar bizim ata yurdumuzdur. Gitmeyiz, bırakmayız Müslümanlar, yorulsak da çok, gidemeyiz Müslümanlar.”

Çınarın gölgesindekiler hak verdi adama, serçeler cıvıldaştı kendi arasında.

Aylar aylar sonra yağmur bile yağdı, ardından toprak koktu. Müslüman yürekler ferahladı ansızın.

Yağmur toprağa düştüğünde bir öğlen vaktiydi. Hafiften bir serinlik doluşmuştu caminin avlusuna. Kuzey kapısından hızlıca geldi kara haber. Şehrin kıyısındaki köylerin birinden geldi. Yağmur yağmadan az önce basmışlar köyü. Çoluk çocuk genç ihtiyar doldurmuşlar ahırlardan birine. Ateşe vermişler sonra. Ahır iyice yandıktan sonra yağmış yağmur. Toprak kokmamış bu sefer, çimenler yeşillenmemiş, yağmur gökten ağlayıp ağlayıp düşmüş kırmızı çiçeklerin bedenine.

Kendi aralarında gülüşmüşler de öylece kaçışmış soysuz sürüleri dağlardaki inlerine.

Kara haber tez indi caminin avlusuna. Önce serçeler sustu, sonra şehir. Adam da sustu ansızın, eskiden sustuğu zamanlardan birindeki gibi oldu her şey. Çınarın dibindeki taburesinden kalktı önce. Hızlı adımlarla camiden çıktı. İkindin ezanına az bir vakit kalmıştı. Dağdan tek tük tüfek sesleri gelmeye başladı. Sesler de kesildi biraz sonra. İkindi namazının cemaati de dağıldı camiden. Kara haberin geldiği kapıdan bir cüsse beliriverdi. Az daha adımlanınca avluya Osman Baba tanıdı irice cüsseyi. Hemen davrandı, sendelerken adam, adamın koluna girdi. Adamın her bir yanında kan lekesi vardı ama adamın yarası yoktu bedeninde. Adamın beyaz gömleği kömür yanığı gibi siyahtı ama adamın bedeninde yanık da yoktu. Adam sırtından tüfeği indirdi Osman Baba’ya emanet etti. Osman Baba kendi gömleğini çıkardı temizce adama giydirdi. Adam şadırvanda elini yüzünü temizledi. Abdest de aldı. Caminin içine girdi evvelinde şükür namazı kıldı sonrasında ikindiye niyetlendi. Üçüncü secdenin ortasında hıçkırdı ağladı, ağladı hıçkırdı. Dördüncü rekâtı zor tamamladı.

1978 Kahramanmaraş doğumlu. Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Mezunu. Bir süre özel sektörde öğretmenlik yaptı. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığına geçerek Mardin, Diyarbakır, Bursa illerinde öğretmenlik görevlerinde bulundu. 2015 yılı itibariyle Ankara’da bulunup Bakanlığın farklı birimlerinde görev yaptı. Şuan Talim Terbiye Kurulu Başkanlığında çalışmalarını sürdürmektedir. Biyoloji dersi üzerine yaptığı çalışmalar farklı yayınevleri tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir