Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

İlme Adanmış Bir Ömür: Ahmet Çığman Hocaefendi

Konsolos, Hoca’dan Türkiye’ye dönmesi gerektiğini aksi takdirde hakkında tutanak tutacağını ifade eder. Ahmet Hoca her zaman olduğu gibi yine heybetli duruşu ve gür sesiyle istediğini yapmasını söyler. Dışarı çıktığında herkes hocanın korkacağını ve susacağını beklerken öğleden sonra yine kürsüde vaazını verir. Gündüz iki veya üç vaaz, akşamları Türk köylerini gezerek üç yerde konuşma yapar.

EKLENDİ

:

İnsan hangi dönemde ve yaşta olursa olsun, geçmişe dönüp baktığında iliklerine kadar lütfu ilahiyi hissettiği anları vardır. Benim için bu yazıyı kaleme almak tamamen bu duyguların sonucu olarak gerçekleşti. Talebesi olmakla şeref bulduğum Ahmet Çığman hocamın hayatına ilişkin bir şeyler söylemekten apayrı bir mutluluk ve haz duyduğumu ifade etmeliyim.

Hayatı ve Ailesi:

1945 Kayseri/Bünyan doğumlu olan Ahmet hocanın ailesi Candaroğulları’na dayanıyor. Büyük dedesi Kasım Bey, Fatih Sultan Mehmet’in kız kardeşiyle evlenmiştir. Hem anne hem baba tarafından köklü bir aileye ve ilim geleneğine mensuptur.

Ahmet Hoca babasının tabip olarak görev yaptığı Bünyan’da doğmuş, 1 yaşındayken Ankara’ya gelmiştir. Babası aynı zamanda dini ilimlerle de meşgul olmuştur. 1950-1957 yılları arasında iki dönem milletvekilliği yapan baba Kenan Çığman Osmanlı’dan kalma lise sisteminde okumuş, Cumhuriyet döneminde de üniversite eğitimini almış, 1994 yılında vefat etmiştir. Dedesi (babasının babası) Ahmet Fuat Efendi Darü’l-Muallim mezunu olup Rüşdiye’de matematik, fizik, kimya öğretmenliği yapmıştır.

Tahsil Hayatı:

Her daim ilim aşkıyla yanıp tutuşan bir insan olan Ahmet hocamız çocuk yaşlarında Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali adlı eserini okur. Babası milletvekiliyken ortaokula başlar. İçindeki ilim aşkına karşılık bulamayan Ahmet Hocayı babası İmam-Hatip ortaokuluna kaydeder. Burada da beklediğini bulamayınca dini ilimleri öğrenmek için arayışlarına devam eder. O sıralarda Ankara’da kendisinden ders okuyacak bir hoca bulamaması acı bir olay olarak kaydedilmelidir. Bu arayışlar içindeyken bir gün Hacı Bayram Camii’nde Konyalı Abdurrahman Hoca’yla tanışır ve ona talebe olma imkânı bulur. Böylece Ahmet Hoca ilk ilim yolculuğuna çıkacaktır. Konya’da her gün 45 dakikalık mesafeyi yürüyerek medreseye gidecektir. Burada askerlik çağına kadar ders okumuştur.

Askerlik dönüşü Konya’da aldığı eğitimini tamamlamak isteyen Ahmet Hoca, Ankara’da önce Cemal Efendi’den, sonra Boyacı Ahmet Camii’nde vaiz olan Tahir Silahtaroğlu Hocaefendiden “Şark Usûlü” okumalara başlar. Yaklaşık dört yıl süren bu eğitimden sonra eğitimi yerinde almak ister. Tam da o yıllarda anneannesi ona bir Mercedes araba satın almıştır. Bu ve benzeri imkânları düşünmeden Aralık ayının 15’inde yanına kitaplarla dolu kocaman bir bavul alarak yollara düşer. Hocasının da tavsiyesi üzerine Siirt’in Baykan ilçesinin Havil köyündeki medreseye katılır.

Medreseye giden yoldan sadece katır geçtiği için, içi kitap dolu bavulu katıra yükleyerek götürürler. Camiye ilk girdiğinde herkesin sigara içtiğini görür, büyük bir şaşkınlık yaşar. Üstelik Türkçe konuşan da yoktur. Doğunun en büyük fıkıh hocası Molla Muhyiddin Havelî hoca o gün yerinde değildir. Hoca, medresede sigara içilmesine karşı olsa da sigara içenlerin ancak bu şartla geleceklerini belirtmeleri üzerine buna göz yummak zorunda kalmıştır.

Doğu Medresesinde…

O gece kendisine kirden simsiyah olmuş bir yatak verilir. O yatakta yatınca Ankara’da sahip olduğu imkânlarla bu şartlar arasında dağlar kadar farkın bulunması onda kısa bir tereddüte neden olsa da “artık dönüş olmadığını kesin bir şekilde nefsine telkin eder.” Aradan dört gün geçince hoca bitlenir. Durumu bir arkadaşına açtığında “boş ver hepimiz öyleyiz” cevabını alır. “Tamam bunu da boş ver” der kendi kendine. Yemek de aynı şekilde yokluk ve yoksulluk içinde devam eder. Ancak burada önemli olan husus, talebelerin yemek ihtiyaçlarının imkânlar ölçüsünde komşular tarafından karşılanmasıydı.

Bu zor şartlarda ders okurken bir gün jandarma çıkıp gelir. Ankara’dan gelen bu şahsın ajan olmasından korkmuşlardır. Ancak burada da pes etmeyen hocamız Batman’da okumaya devam eder. Ardından Tillo’da Molla Burhan’dan, daha sonra da Van’ın Gevaş ilçesinin Pişvah köyünde dersler okur. Böylece Doğu medreselerinde yaklaşık 6 yıla yakın okumuş olur.

Yolculuk Devam Ediyor…

Bu arada kendisine gelen evlilik tekliflerini ilim uğruna reddeder. Zira aileler onu okutup evlendirip yanlarında tutmak isterler. Bu teklifleri reddeden Ahmet Hoca ilim uğrunda 1973 yılında Medine’ye geçer ve orada Mustafa Necmettin Erzurumî’den ders okur. Bir ara Mısır’a eğitim almak üzere gitmek isterken Şam’a yönelir.

Şam’da önce Furkan Medresesi’ne girer. Burası hocayı açmayınca Fethu’l-İslam’ın müdürü Abdürrezzâk Halebî’nin yanına gidip orada dördüncü sınıftan başlar. Yemek bile yemeden bazen zeytin-ekmekle yetinerek derslere yetişmeye çalışır. Yirmi bin hadisi ezberinde tutan Zeynel Abidin Hoca ile hadisten “et-Tâc” kitabını okur, Şeyh Nâyif Abbâs’ın yanında İmam Suyûtî’nin Târîhu’l- Hulefâ’sını, dışardan da Tarîkat-ı Muhammediyye derslerini alır. Burada ders aldığı günlerde bir gün derse gitmeyen Ahmet hocayı 75 yaşındaki Nâyif Abbâs Hoca evinden çağırmak üzere ayağına gelir. Nâyif Abbâs bu davranışıyla onun Türkiye’nin âlimlerinden olmasını önemsediğini ortaya koyar.

Şam’da toplam dört yıl kalır. Hacca gidenlere tercümanlık yaptığı bir grubun ısrarıyla vaaz ve irşad etmek üzere Almanya’ya gider. Orada her gün ders veren Ahmet hoca camide sohbetler yapar. Milli Görüş teşkilatına bağlı olarak Almanya’da vaaz ve irşad görevinde bulunan hocamız burada bir yıl kadar kalmıştır. Sonrasında tercüman olarak Medine’ye davet edilir. Fakat hoca tercümanlıktan hoşlanmadığı için Medine’de Beşşar Ağa Medresesi’nde Türk talebelere Hanefi fıkhı dersi verir.

Hoca sonunda Türkiye’ye döner ve kendini derslere, sohbetlere vakfeder. Burada camilerde dersler ve sohbetlerle geçen günlerde özellikle cami vaazlarından rahatsız olan gruplar 12 Eylül askeri darbesini fırsat bilerek hocayı şikâyet ederler. Tam da o sıcak günlerde hocayı tutuklamak isterler.

Esad Coşan hoca efendinin kurduğu İslami İlimler Araştırma Enstitüsü’nde Raşit Küçük ve Faruk Beşer hocalarla birlikte yaklaşık sekiz yıl İlahiyat öğrencilerine dersler verir. Bu ve benzeri ders halkalarında yüzlerce öğrenci okutan hocanın yetiştirdiği talebeler arasında müftü ve vaiz başta olmak üzere onlarca profesör ve doçent ünvanlı öğretim üyesi bulunmaktadır.

Kenan Evren’le karşılaşması:

Hoca Beşiktaş’taki Yıldız Camii’nde mühendis bir arkadaşının düğününde konuşma yapar. O günlerde başörtüsünün Kur’an’da yer almadığı hatta saçın dökülmesine yol açtığı gibi meseleler gündem olmuştur. Hoca da kürsüde konuyu başörtüsüne getirir. “Kenan Paşa reis-i cumhur bile olsa başörtüsü Kur’an’da Allah’ın emridir. O kim oluyor?” der.

Bu konuşma ertesi gün Hürriyet gazetesinde manşet yapılır. Haberde “İstanbul’un göbeğinde sakallı bir hoca reis-i cumhura çatıyor” diye yazılır. Kenan paşa “Bu hocayı bulup getirin tartışacağım” der. Hocaefendi aslında Kenan Evren’le görüşmek için daha önce Ankara’ya gitmiş, imkân bulamamıştı. Hürriyet gazetesindeki haber aslında görüşmeye vesile olmuştur.

Dönemin İstanbul Valisi Nevzat Ayaz hocayı arayıp bulur. Bu arada hoca “Rabbim! Reis-i cumhura gidince onu memnun etmek üzere konuşturma beni. Senin rızan için konuştur da ne olursa olsun” diye dua eder. Bu duygular içinde Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne gider.

Kenan Paşa’nın yanına vardığında yanında Nevzat Ayaz vardır. İçeri girince oturduğu yerden “Gel bakalım hoca!” der. Hoca tam karşısında durur. İçinde en küçük bir korku ve tereddüt meydana gelmemiştir. Kenan Evren sorar:

“Hoca, sen benim için neler söyledin?”

“Allah’ın hükümlerini anlattım.”

“İslam’da tesettür var mı?” sorusuna karşılık Kur’an’dan tesettür ayetini okuyup kelime kelime mânâ verir. Başörtüsünün âyetle sabit olduğunu belirterek konunun içtihada açık olmadığını ekler. Ardından imamların maaşı ve mevlit gibi farklı bazı konuları da sordukça hoca bunları kaynaklarıyla cevaplar. O sırada oradan birisi “Peki tesettürün düğünle ne alakası var?” deyince Hocaefendi şu cevabı verir:

“İslam’da ve tüm semavi dinlerde beş şeyin korunması gerekir, bunlardan biri de “neslin korunmasıdır. Neslin korunması da zinanın önüne geçmekle olur. Zinanın önündeki engellerden biri de tesettürdür.”

Kenan Evren yine bir soru sorunca hoca iri cüssesi ve gür sesiyle “Kâfir olursun!’ diyerek bağırır. Öyle deyince oradakiler susarlar. Bu olaydan sonra “Sen Pakistan’a gittin mi? diye sorarlar. “Orada şeriat olmasına rağmen kadınlar açık geziyorlar” dediler. Hoca da bu konuda Pakistan’ın ölçü olamayacağını Allah’ın kitabının ve Peygamberin sünnetinin ölçü olacağını söyler.

Zıhar ve kölelik gibi başka birkaç mevzu daha hocaya sorulduktan sonra Kenan Paşa hocayı kapıya kadar götürerek uğurlar. Kapıdan uğurlarken elini hocanın omuzuma koyar ve şöyle der:

“Bak hoca! Türkiye çok kritik günlerden geçiyor. Öyle her yerde konuşma”

Hoca da kendisine şu cevabı verir:

“Paşam, ben toptan tüfekten anlamam. Ben hocayım, Şam’da, Medine’de, Doğu illerinde okudum. Kendimden hiçbir şey söylemem. Söylediklerim âyettir, hadistir. Bu benim vazifem.”

“Hadi hadi!” diyerek hocanın sırtına hafifçe vurur. Hoca dışarı çıktığında gazetecilerin orada beklediğini görür. Zira olay o gün için oldukça sıcak bir gündem oluşturmuştur.

Batı Trakya’daki Çalışmaları

1989-1990 yıllarında bir Ramazan ayında Batı Trakya’ya giden Ahmet Hoca orada konuşmalar yapar. Bunun üzerine konsolos yanına çağırır. Konsolos, Hoca’dan Türkiye’ye dönmesi gerektiğini aksi takdirde hakkında tutanak tutacağını ifade eder. Ahmet Hoca her zaman olduğu gibi yine heybetli duruşu ve gür sesiyle istediğini yapmasını söyler. Dışarı çıktığında herkes hocanın korkacağını ve susacağını beklerken öğleden sonra yine kürsüde vaazını verir. Gündüz iki veya üç vaaz, akşamları Türk köylerini gezerek üç yerde konuşma yapar. Orada bulunan resmi görevliler hocayı kıskanarak aleyhinde yazılar yazarlar.

Hayatını İslâmî ilimlere ve İslâm davasına adayan Ahmet Hoca’nın yaşam serüveni, ilme olan aşk ve iştiyakı, hak din uğruna yapılması gereken mücadeleyi öğretiyor bize. Bu vesileyle ilimle ibadeti hayatında birleştiren bunun da ötesinde ilmi derinliğine rağmen tevazuyu elden bırakmayarak bizlere örnek olan Ahmet Hoca’mızın ömrüne ve ilmine bereket vermesini Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Çok Okunanlar