Edebiyat
Kapıları Aralamak
Ev sahibinden de izler taşır kapılar. Hacca gidenlerin sokak kapısı yeşile boyanırdı eskiden. Komşuluğun kıymetini anlatan “girek, koltuk kapısı, yolak” denilen küçük kapılar açılırdı bahçe duvarlarına. Nazar boncuklarıyla, süsleriyle, aynalarıyla, boyasıyla adeta özdeşleşir ev sahibiyle kapılar. Açılmayan kapılar merak edilir. Kapanan kapılar hüzne boğar, çarpıp duran, hep gıcırdayan kapılar bilinirdi mahallelerde. Kapı önleri hep temiz olur, süpürülür, sulanırdı. Kimsenin kapısının önü kapatılmazdı. Kapı önlerinde bekleyenlerin yağmurdan, güneşten korunmaları için gölgelikler olurdu.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Özlem Göktaş“Bir kapıyı bend ederse bin kapı eyler küşâd
Hazret-i Allah, efendi, fâtihü’l- ebvâbdır”
Şems-i Tebrizi
İnsanoğlu marifetle ve tevazuuyla inşa ettiği sarayların, kulelerin, kalelerin, gecekonduların, toprak damlı evlerin içinde oluşturur ortak hafızasını. Dede, torun aynı evde yaşarken, eşyayı da yaşatır aynı ruhla. Canlı cansız her şeyin bir ruhu vardır, diye düşünür ve “Dağların taşların bile görür gözleri, işitir kulakları vardır,”(Mevlana) hikmetine ulaşır. Etrafında olan hiçbir şeyi yok saymaz, emek verir, kötü söz etmez. Eşyaya manalar yükleyerek yeni anlamlar üretir.
Rasim Özdenören, Acemi Yolcu Kitabı’nda ana rahmini ve mezarı birer mağara olarak tanımlar ve hayatı da bu iki mağara arasında bir yolculuk diye tarif eder. Doğum ve ölüm, bu iki mağara ve hayat arasında geçiş noktası yani birer kapıdır. Aşık Veysel’in “İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece” derken kastettiği de budur. İnsan, o ilk kapıdan akar hayata. Bütün yaşamı boyunca türlü kapılardan geçer. Kapıları bekler, arar, aralar, kapatır, süpürür, çarpar.
Hz Süleyman’ın ihtişamlı sarayı da olsa, çamurdan samandan yapılmış toprak damlı evler de olsa kapı ‘iç ile dış’ın, ‘öte ile beri’nin ayrıldığı noktadır. “Bitişmek, kavuşmak, yan yana gelmek” anlamına gelen kap- sözcüğünden türemiştir. Tarihte En Eski Kaynaklarda kapı, kapuğ, kapu şekillerinde yer alır. Orhun Yazıtlarında “Témir kapıgka tegi süledim.(Demirkapıya değin savaştım.)”şeklinde geçmektedir. Dedem Korkut da ev, çadır ve otağ için “kapu baca” tabirini kullanmış. Uygur, Selçuk ve Harzemşahlar çağlarında da “eşik”, kapı manasına gelirmiş. “Bâb” ve “ebvâb” tabirleri Arapça kapı ve kapılar anlamına gelir. Dünya ve ahiret kapıları anlamında “bâbeyn” ise “iki kapı” kullanılmıştır.
Kapının hikâyesi insanoğlunun başını sokacak bir mesken edinmesiyle başlamış olmalı. Kapı, kişinin, kurumun, şehrin mahreminin başladığı kutsal bir noktadır. O noktadan öteye rıza olmadan girilemez. Kapı emniyettir. Kapı sınır çizmektir. Kapının anlamı aslında bizimle ilgilidir biraz da. Biz kapının neresindeyiz?
Türk medeniyetinde ve kültüründe kapıların önemi büyüktür. Anadolu’da kullanılan kapıların tokmakları, kilitleri, renkleri, süslemeleri bu topraklardaki halkın inanışı, geleneği hakkında fikirler verir. Kendi özümüze uygun inşa ettiğimiz binalarda, kültürel kimliğimizin izlerini en çok kapılar taşır. Kapılar emniyetin, güvenin sembolü gibi görülse de aslında evlerden sokaklara, sokaklardan evlere akan hayatların en önemli şahitleridir. Birhan Keskin de Kapı şiirinde bu şahitliği dile getirir:
“açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de”
Mahallelerin sesleri, renkleri, kokuları siner, kapıların çerçevelerine, kollarına… Yaşanmışlık kokar güneş altında gevreyen gövdeleri. Kapılar sadece çekiçle, çiviyle şekil almaz. Usta kendinden de bir şeyler katar yaptığı işe. Köşesine nakıştan bir imza atar. Usta ağacın, çivinin, boyanın dilini bilir. Keser, biçer, boyar, cilalar. Tokmağı, sürgüsü, motifi, deseni ile hünerini akıtır. Ev sahibinden de izler taşır kapılar. Hacca gidenlerin sokak kapısı yeşile boyanırdı eskiden. Komşuluğun kıymetini anlatan “girek, koltuk kapısı, yolak” denilen küçük kapılar açılırdı bahçe duvarlarına. Nazar boncuklarıyla, süsleriyle, aynalarıyla, boyasıyla adeta özdeşleşir ev sahibiyle kapılar. Açılmayan kapılar merak edilir. Kapanan kapılar hüzne boğar, çarpıp duran, hep gıcırdayan kapılar bilinirdi mahallelerde. Kapı önleri hep temiz olur, süpürülür, sulanırdı. Kimsenin kapısının önü kapatılmazdı. Kapı önlerinde bekleyenlerin yağmurdan, güneşten korunmaları için gölgelikler olurdu. Kapı önü sohbetleri için kerpiç ya da taştan sedirler yapılırdı. Kültürümüzde kapılar ahşap, demir, kamış gibi malzemelerden yapılmış ama en çok da ahşap tercih edilmiştir. Türk-İslam sanatında ahşap vazgeçilmez bir malzeme olmuştur. Hem nakşetmesi kolay olduğu için hem de doğal malzeme olduğu için tercih edilmiştir. Bazı bölgelerde aile mahremiyetini korumak amacıyla iki kanatlı büyük kapının üzerine bir küçük kapı daha açılırdı. Bu kapılara “kuzulu kapı” denir ve daha çok Muğla’nın tarihi evlerinde rastlanır.
Kapı kapı gezmek, her kapıdan kovulmak, hükümet kapısı, çat kapı girmek, dış kapının mandalı, medeniyetin kapıları, rıza kapısı, kapı gibi adam, kapılandı, cümle kapısı, gönül kapısı… Kapının her bir anlamıyla ilgili yüzlerce kitap, binlerce yazı yazılsa yine az gelir. İnsanoğlunun doğum denilen o ilk eşiği aşıp da dünyaya gelişiyle birlikte karşısına türlü türlü kapılar çıkar. Kapıdan geçmek istenen yer mekân da olsa, bir halden diğerine geçiş de olsa, “kapı” giriş izninin ilk verildiği yer, perdenin aralanma noktasıdır. Miraç’ta, Hz. Muhammed(sav.) Allah’a yaklaştığı bu kutlu yükselişte eşikte beklerken tüm isim, sıfat ve fiillerden sıyrıldığında perde aralanmıştır. Miraç bir anlamda Hak makamına geçebilmek için kapıdan geçebilme hüneridir… Yine Peygamber Efendimiz (sav)’ın Medine’de yaptırdığı mescidin üç kapısından biri olan Bâbü’r-Rahme”( Rahmet kapısı) önemlidir. Cennetin sekiz kapısını temsil eden bir kemerde bulunan kapının üzerindeki gül motifleri Osmanlı’nın kutsal mekânlara verdiği önemi yansıtır. Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde sarayların, camilerin, medreselerin ön cephelerine “taçkapı” adı verilen büyük, gösterişli ve anıtsal kapılar da inşa edilmiştir. Taçkapılar, dış cephenin en dikkat çekici ve en belirgin mimari elamanı olarak önem kazanmıştır. Yükseklikleri ve süslemeleri dönemin mimari özelliklerine göre değişiklikler göstermiştir. Taçkapılar’ın yukarıya doğru üçgen şekilde yüksekliği ilahi kaynağa yönelişi hatırlatmaktadır kapıdan her geçene. Hadis-i şerifler ve ayetler yazılırdı üzerlerine. “Taçkapı”nın en güzel örneklerinden biri Bâb-ı Âli’dir (Ulu Kapı). Kalelerin, surların, kapıları büyük ve ihtişamlı olurken medrese, türbe gibi mekânlarda ise kapılar tevazu gereği küçük yapılmıştır. Surların kapıları komşu şehre, ülkeye konumuna göre birden çok olabilir ve konumuna göre isimler alırdı. Görkemli kabartmalar ve kitabeleriyle dünyanın ender kalelerinden biri olan Diyarbakır surlarının dört ana kapısından biri doğuya baktığı için “Mardinkapı” diye adlandırılmıştır.
Osmanlı’nın imar ettiği binalar, surlar, camilerle hâlâ dokusunu kaybetmeyen mekânlardan biri de Kudüs’tür. Osmanlı’nın yaptığı büyük güçlü kapılar arkasında kırılıp yara almışlığına rağmen zulme direnmeye çalışmaktadır. Georg Simmel’in “Duvarlar sussa da kapılar konuşur” sözünde dediği gibi susan insanlığa inat bir gün dile gelecek olan Kudüs’ün kapıları.
Mitolojide kapı metaforuna en güzel örnek “Bab el”(Tanrı’nın kapısı) verilebilir. Tarihin en eski uygarlıklarından biri olan Babil’de yapılan kule, bu uygarlığın mistik inanışlarından özellikler taşımaktadır. Babil Kulesi, aslında Tanrı ile aynı yerde olmayı isteme düşüncesinin bir ürünüdür. Büyük İskender’in bile Babil’e adım attıktan sonra kendisini bir anlamda Tanrı ilan etmesi bu hikâyeyi güçlendirmektedir.
Kapı başka bir anlamda, arınma, temizlenme, “Tanrıyı kendi özünde bulma’ makamıdır. Kişinin derece derece ahlaklanarak, kâmil bir insan olarak topluma kazandırmasını amaçlayan Alevi Bektaşi öğretisinde, “ Dört kapı kırk makam” inanç/silsilesinde, son kapı Sırrı Hakikat Kapısıdır.
Ünlü düşünür ve mizah ustası Nasrettin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle iyi tanımıştır. İnsanların aile, dostluk, komşuluk gibi münasebetlerine dair gördüğü aksak yönleri düzeltmek için nükteler dile getirmiştir. Nasrettin Hoca’nın Akşehir’ de türbesinin her yanı açık olmasına rağmen koskocaman bir kilit takılı kapısı dikkati çeker. Bir şeyi korumaya yönelik, işe yaramayan tedbirlere gönderme yapan Nasrettin hoca bizi güldürürken düşündürmektedir.
Edebi metinlerde kapı ümitsizlik, beklemek, değişim, sabır, yeni bir hayat, ölüm, ahiret, yüzleşme, keşfetmek gibi anlamlarda; şiirlerde, masallarda, hikâyelerde yer almıştır. Binbir Gece Masalları’nda kahraman, “Açıl susam açıl!” sözü ile yeni bir dünyayı keşfetmek adına kapıyı aralamaya, açmaya çalışır. Necip Fazıl’ın “Aralık Kapı” şiirinde “kapı” bir kurtuluş, kavuşma, bir geçiştir.
“Bu dünya bir kuyu, havasız çömlek;
Daralıyorum!
Kelime manayı boğan bir gömlek!
Paralıyorum!
Allah ismi varken lûgat ne demek !
Karalıyorum!
Kapımı, buyursun diye o Melek;
Aralıyorum!”
M. Necati Sepetçioğlu, Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan başlayarak, Anadolu’nun nasıl Türkleştiğini ve İslamlaştığını Selçuklu Üçlemesi diye bilinen “Kilit-Anahtar-Kapı” başlıklı üç kitabında anlatır.
Duvarları sarmaşıklı mahallelerden, beton şehirlere akan hayatlarla birlikte mekânlar, eşyalar, sesler, renkler ve kelimeler de değişmeye başlamıştır. İnsanın değişmesiyle birlikte kapının da hikayesi değişti. Kibirli, ruhsuz evlerde kapıyı kapat diye seslenilirken, kapıyı ört, kapıyı sırla sözlerindeki mananın eridiği fark edilmedi bile. Kapılar kapandı. Şifreler, sürgüler, çelik anahtarlar açılamadı. Eşikte bekleyenler de kayboldu.
Çat kapı girilen komşular, kapı önü sohbetleri, bayram sabahı şeker toplayan çocukların sevinci, ramazan davulcusunun manileri, dilenciye sessizce verilen bir kap yemeği gören gözler unutuldu artık. “Verdim gitti, hayırlı olsun” sözünü, kapı ardında bekleyen sevdalı gençlerin heyecanı, gelinlerin kapı eşiğine bal sürerek evlere getirdiği muhabbet de çoktan kaybolup gitti. Büyük aileler “kapısını ayırdım oğlanın, kızın” cümleleriyle her geçen gün küçülmekte. Mesajlar, mailler postacıların getirdiği müjdeli haberlere, kapı önlerinde mendillere sarılıp verilen hediyelerdeki sevinci çoktan silip attı. Kapılar eski anlamlarından uzaklaştı.
“Bir maniniz yoksa annemler size gelecek,” diyen çocukların kapıdaki mahcup gülüşlerinden uzakta, dolup boşalan çay bardaklarının arasında akan sohbetlerin yoksunluğundan boğulan insan, kapı duvar diyerek, yaşadığı hayal kırıklıkları içinde gittikçe yalnızlaşıyor. Kapısına varmak için komşu bulamaz, kapı önü çiçeklerini sularken sokağı seyredemez oldu. Kapıların arkasında çocuklar için şeker saklamaktan uzaklaştı artık.
İçinde kaybolduğu gürültülü, sıkışık, kibirli, ruhsuz hayatta, demir, çelik, sürgülü, şifreli kapılar karşısında; kilitleri kıracak, kapıları aralayacak sözler bulmalı insan. Kapının ardını görmek, kapının arkasına geçmek, kapı aralığından akan ışıkta yoğrulmak için. Kapı açılsa da açılmasa da eşikte beklemeyi bilmeli insan. Eşikte beklemek, kapılar ardına geçmenin, ‘senin kapından başka kapı yoktur’, diyebilmenin ilk adımıdır belki de.
“Açıl susam açıl! Bu sözü söylemen gereken kişi, kendinden başkası değil.”(Özcan Yüksek-Şehrazad’ın Sırları)
.
Beğenebileceğiniz Gönderiler


Çok Okunanlar
- Genel-
Öğretmenliğimin Üşüdüğü Günler
- Şahsiyet-
Vefatının 40 Yılında N.F. Kısakürek ve Son Mısraları
- Edebiyat-
Sürgün Çekirdek
- Düşünce-
Tuzu Eksik Aforizmalar
- Düşünce-
Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
- Tarih-
Feth-i Mübîn ve Fetih Rûhu
- Din ve Hayat-
Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi
- Düşünce-
Bana Yüreğimi Tarif Et