Edebiyat
O Biliyor, Biz Bilmiyoruz
EKLENDİ
-:
Yazar:
Turan GündüzArtık mektup zarfları her istendiğinde, her arandığında bulunmuyor. (Bir şey her zaman, her yerde bulunsa çok da değerli olmazdı zaten.) Geçen akşam mektup zarfı lazım oldu, birkaç dükkan araştırdıktan sonra bulabildim. Satıcı, iki şey için bulunduruyoruz dedi: “Düğünlere para götürmek isteyenler alıyor, bir de özel ders ücreti için veliler talep ediyor.”
Atalarımız, “Zarfa değil mazrufa bak.” demişler. (Dıştaki değil içteki önemli, kabukta kalma öze in, zahire değil muhtevaya bak…) Biz de yüzeysel düşünmeyip derinlikli düşünmeye çalışalım, insanları dış görünüşlerine göre değil, karakterlerine göre değerlendirelim. Yani kimseyi para koymak için zarf alıyor diye yargılamayalım. Fakat bu saygılı duruş, bir gerçeği değiştirmiyor: Eskiden samimiyeti taşıyan mektup zarfları, şimdilerde salt para koymak için kullanılıyor. Gelgelelim eski işlevini kaybetse de adı hâlâ “mektup zarfı”.
Modern çağın akıl tutulması yalnızca nesnelerin konumlarını değiştirmiyor, eşyaya yüklediğimiz anlamların da değişmesine ve daha önemlisi işlev bozukluklarına sebep oluyor.
Önce, bizim olmayan fakat hayatımıza “hayasızca” sokulan yeni eşyalarla tanışıyoruz. Aynı evi paylaştığımız bu yabancı nesneler, kendi kültürlerini dünyamıza taşıyan istilacı güçlere dönüşüyor ve zamanla yaşamımızın ayrılmaz bir parçası oluyor. Tam burada Oğuz Atay’ın “Evinizde Türkçe bir şey kalmamış.” serzenişini hatırlıyoruz.
Sonra, kaderlerini bizimle paylaşan eski eşyalara sıra geliyor. Yüzyıllarca hayatımızın parçası olan bu emaktar nesneler ya antika muamelesi görüyor ya da yeni görevlerde kullanılmaya başlanıyor. Eşyalara yüklenen yeni anlamlarla beraber kavramlarımız da değişiyor. Zihnimiz bulanıyor, bakışlarımız perdeleniyor, dünyamız altüst oluyor.
Hepimiz biliriz ki bir ev, yalnızca bir mekân değildir; içindeki eşyalarla geçmişe bağlar bizi. Bu yüzden, doğup büyüdüğümüz bir eve yıllar sonra geldiğimizde sadece taş duvar görmeyiz; içinde çocukluk hatıralarımızın koşturduğu görüntüler seyrederiz, yani kelimenin tam anlamıyla bir ev görürüz. Ev, anılar yumağı olduğu için anlamlıdır. Şehirler için de geçerlidir bu. Bir şehir, içindeki insanlar ve yaşanmışlıklarla anlam kazanır. Yoksa ne yaparsak yapalım kendimizi o şehre ait hissedemeyiz. Peki ya kullandığımız eşyalar? Eşyalar da böyledir, bazıları mazinin tozlu raflarında kalsa da bizi tarihe, geçmişe, bir kimliğe bağladığı için her biri saygıya muteberdir.
Mektup zarfını, içine para konulan bir nesne olarak tanımlayan yeni nesil, “eski” hakkında ne düşünüyor dersiniz? Daha mühimi bu pragmatizm, bu materyalist kafa; eşyaya, insana ve dünyaya nasıl bakıyor?
Dilerseniz bu sorulara, bir zaman önce tanıştığım Sarhoş Saffet’in hikayesi cevap versin. Ezan okunurken işaret parmağını havaya kaldırıp “O biliyor, ben bilmiyorum.” demişti. Sözün bittiği yerdeyiz. O biliyor, biz bilmiyoruz; yaşayıp göreceğiz.


Bu Alana Reklam Verebilirsiniz 
Çok Okunanlar
- Genel-
Öğretmenliğimin Üşüdüğü Günler
- Şahsiyet-
Vefatının 40 Yılında N.F. Kısakürek ve Son Mısraları
- Edebiyat-
Sürgün Çekirdek
- Düşünce-
Tuzu Eksik Aforizmalar
- Düşünce-
Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
- Tarih-
Feth-i Mübîn ve Fetih Rûhu
- Din ve Hayat-
Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi
- Düşünce-
Bana Yüreğimi Tarif Et