1. Anasayfa
  2. Düşünce

Ötenazi ve Değerlerin Alt Üst Oluşu

Ötenazi ve Değerlerin Alt Üst Oluşu
0

Ötenazi, Yunanca bir kelime olup “iyi, güzel veya ıstırapsız ölüm” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise “tedavisi bulunmayan hastalığa yakalanmış kişiyi bedenî ıstıraplardan kurtarmak için acısız olduğu düşünülen vasıtalarla hayatına son verilmesi” diye tanımlanır.

Bu tamamen insan odaklı ve çerçeveli üretilmiş bir kavram gibi görünüyor. Bu kavram Türkçeye “ölüm hakkı”, Arapçaya ise “mevtü’r-rahme / el-mevtü’r-rahîm” (موت الرحمة/الموت الرحيم) diye tercüme edilmiş. Bu tercümeler bir cinayete hak anlamı kazandırmak veya rahmet kılıfı giydirmek gibi ciddi bir yanlışı içinde barındırmaktadır. Diğer bir deyişle ötenazinin hak olduğu ve içinde şefkat barındırdığı algısı oluşturulmak istenmektedir sanki. Halbuki ötenazi tek ve tam anlamıyla bir cinayettir.

Ötenaziye gerekçe olarak kişinin acı çekmesinin önlenmesi veya toplumun menfaatinin gözetilmesi yönü öne çıkarılmış. Bu gerekçe doğrultusunda ırkın iyileştirilmesi ve toplumun gereksiz fazlalıklardan temizlenmesi maksadıyla yapılana öjenik ötenazi, ekonomik yükü azaltmak amacıyla yapılana ise ekonomik ötenazi denilmiş. Aslında birincisine ırkçı ötenazi, ikincisine ise kapitalist ötenazi demek daha uygundur. Bu iki ötenazi çeşidi kişilerin talebiyle değil, otoritenin veya baskı gruplarının kararlarıyla oluştuğundan açık cinayet anlamı taşır. O yüzden bu tür ötenazi uygulamalarına istemsiz ötenazi veya cinayet ötenazisi ismi verilmiş. Kişinin kendi talebi veya tercihiyle gerçekleşen türüne ise istemli ötenazi denilmiştir.

İslam açısından insana yönelik ötenazinin hiçbir çeşidine onay/cevaz verilmesi söz konusu değildir. Zira insan Yüce Allah tarafından yaratılmış, doğumu ve ölümü ilahî iradeyle belirlenmiş bir varlıktır. İntiharda olduğu gibi kişinin kendi ölümüne karar vermesi ne kadar yanlış ise başkalarının istemli ya da istemsiz ötenazi talebine yönelik kararı aynı şekilde yanlıştır.

Bu tür faaliyet Allah’ın tasarruf yetkisini kısıtlama veya ele geçirme iddiası ve teşebbüsü anlamına gelir. Bu yaklaşım Firavunun “ben en büyük tanrıyım” demesi gibidir. Teşebbüs diyoruz, çünkü bir insan tanrılık veya ölüm konusunda ancak iddia ve teşebbüste bulunabilir. Tanrılık iddiası ölümle yüz yüze gelindiğinde biter, ölümün gerçekleşmesi ise kişinin Allah tarafından belirlenmiş eceline bağlıdır. Nasıl ki Firavun “ben tanrıyım” demekle tanrı olamadıysa, “ben öldüreceğim” demekle de Allah’ın belirlediği ecel gelmedikçe ölüm gerçekleşmez. Nitekim Belçika’da bir doktor, hastasının ötenazi ilacıyla ölmediğini görünce onu yastıkla boğmaya kalkışmıştır. (bk. https://www.ntv.com.tr/dunya/belcikada-doktor-kadina-yastikla-otanazi-uyguladi,uHJP_EOcuEOSSu7mtK2qbw)

Benzer şekilde Yüce Allah istemedikçe çocuk sahibi olmak insanın elinde olmadığı gibi ölmesini sağlamak da insanın elinde değildir. Kürtajın ilahî dinlerde yasak olmasının en önemli gerekçesi de budur. Anne-baba bile olsa hiç kimse çocuk üzerinde her türlü tasarrufa sahip değildir. Çünkü insan bir eşya veya hayvan konumuna indirgenemez, onlara yapılan muameleye tabi tutulamaz.

Modern zamanlarda ortaya çıkan değer sapmaları/saptırmaları insanın, hayvanın ve eşyanın konumlarının ve değerlerinin karıştırılmasına, aşınmasına hatta kaybolmasına yol açmıştır. Boşlukta ortaya çıkan yapay/algısal psikolojiler, gerçekliğin ve doğallığın yerini almıştır. Son günlerde hayvanlara yönelik aşırı bağlılıkların, sevgi ve merhamet sapmalarının altında yatan neden büyük ölçüde bu yapay psikolojilerden kaynaklanmaktır.

İslam inancına göre insan mükerrem bir varlıktır. Nefes aldığı sürece ona saygı duyulması ve gerekli hayati ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Ülkesini, canını ve malını savunma amaçlı düşmanı etkisiz hale getirmeler veya suçun sübut bulmasıyla yapılan infazlar bile adalet kurumunun sıkı denetimine tabidir. Bu konularda küçük bir ihmal veya dikkatsizlik olayı cinayete dönüştürebilir.

Tarihe baktığımızda Batı felsefesinde önceleri kişinin veya toplumun menfaati gözetilerek ötenaziye onay verilirken daha sonraları kişinin kendi üzerinde tasarruf ve tercih hakkı bulunduğu gerekçesiyle onay verilmeye başlanmıştır. Bu anlayış birçok sapkın olayın da yasallaşmasını beraberinde getirmiştir. Günümüzde LGBT+ ve cinsiyetsizlik eğilimlerindeki baş gerekçe “kişisel tercih özgürlüğü” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayış başkalarını öldürme, malını gasp etme veya istediğine zarar verme özgürlüğüne doğru evrilirse çok şaşırtıcı olmaz.

Nitekim bugün genelde Filistin’in tamamında özelde ise Gazze’de Siyonist İsrail tarafından gerçekleştirilen toprak ve mülk hırsızlığını, keyfi katliamları ve hunharca soykırımı batılıların bir kısmının desteklemesi ve bir kısmının da buna kayıtsız kalması bu psikolojinin ve zihniyetin doğurduğu sonuç olsa gerektir. Ortaya attıkları “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” gerekçesinin bir kılıftan ibaret olduğunu anlamak için insan olmak yeterlidir. Öldürülenlerin çoğunluğunun çocuk ve kadınlardan oluşması bile ne yazık ki bazı vicdanları harekete geçirmeye yetmemektedir. Halbuki ölenlerin sivil halk olması bütün hukuk sistemlerine göre savaş suçu niteliğindedir. (bk. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/soykirim-davasinda-israille-ilgili-karar-dunya-basininda-genis-yanki-buldu/3120056, 11.03.2024; 00:15).

 

 

1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen bu görevini ve Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini birlikte yürütmektedir. Çalışmalarını İslam düşüncesinde Allah ve âlem tasavvuru, kelam atomculuğu, kelam-tasavvuf-felsefe ilişkisi, kelam okullarının oluşum ve gelişim süreçleri konularından sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir