Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

Politik Bir Nesneye Dönüştürülen Z Kuşağı: Bir İntiharı Okumak

Modernite, insanı temelde rasyonel bir varlık olarak tanımlar. Daha doğrusu öyle olduğu iddiasındadır, zira diğer pek çok şey bu iddia üzerine temellenir. Buna göre insanlar karar verirken zaman zaman duygularıyla hareket etseler de, genelde bir fayda-maliyet hesabı, yani kâr-zar hesabı yapar ve buna göre kararlarını şekillendirirler. Bu, insan türünün ortak özelliğidir. Ve rasyonalite hayatın her alanını kuşatmalı ve kapsamalıdır.

EKLENDİ

:

Modernite, insanı temelde rasyonel bir varlık olarak tanımlar. Daha doğrusu öyle olduğu iddiasındadır, zira diğer pek çok şey bu iddia üzerine temellenir. Buna göre insanlar karar verirken zaman zaman duygularıyla hareket etseler de, genelde bir fayda-maliyet hesabı, yani kâr-zar hesabı yapar ve buna göre kararlarını şekillendirirler. Bu, insan türünün ortak özelliğidir. Ve rasyonalite hayatın her alanını kuşatmalı ve kapsamalıdır.

Buna göre insanlar diğer kararlarında da, tutumlarında, davranışlarında ve bunlara kaynaklık eden düşünce süreçlerinde de rasyoneldirler. Fayda-maliyet denklemi sürekli işler haldedir. Esasında algılar da bu fayda-maliyet denklemine göre şekillenir ve algı oluşturma süreçleri de bu denklemin inceliklerini nazarı dikkate alarak hesaplanır. Ancak bu sürecin en önemli bileşeni ya da yumurta akı işlevini gören unsuru, iddia edildiği ya da zannedildiğinin aksine insanın rasyonel yetisi ve ciheti değil, tam tersine rasyonel olmayan veçhesidir. Bu veçhe, onun yine türüne özgü olan duygusal boyutudur. Burada da en çok işlenen ve üzerine hesap yapılan duygu korkudur. Korku, algının üzerine oturtulduğu kaidedir. İnsanlar da tüm olup bitenlerle ilgili düşüncelerini ve bunların kaynaklık ettiği tutum ve davranışlarını şekillendirirken, yukarıdaki sürecin ve unsurların belirleyiciliğine tabidirler. Dolayısıyla bu sürecin ve unsurların var ettiği bir seçicilik ve seçiciliğin ürettiği bir kendine gerçek haline bağlanma durumu ortaya çıkar. Kendine gerçek, her birimizin kendimiz için ürettiğimiz gerçek anlamına gelmektedir. Var olanın seçtiğimiz, ayıkladığımız birtakım parçalarıyla kendimize göre ve kendimiz için inşa ettiğimiz bir gerçek. Hatta kimi durumlarda insanın rasyonel yönünün sesini de bastıran bir duygusallığın aşikâr olduğu, rasyonel olmayan veçhenin kendisini bariz bir şekilde gösterdiği bir gerçek (!). Bunun bizim açımızdan önemi ne? Önemi şu: Kutuplaşmanın derinleştiği toplumlarda rasyonel olmayan muhakeme biçimleri, düşünce üretimleri, tutum belirlemeler ve algı inşaları daha yaygın, daha derin etkiler oluşturan; sorunların gerçek zemininden uzaklaşılmasına ve çözümsüzlüğe mahkûm edilmesine sebebiyet veren; ister kendi insanlık tecrübemizden olsun isterse de bilimsel verilerden ve açıklamalardan hareketle olsun doğru teşhisler ve yerinde tedbir ve tedaviler üretilmesine-uygulanmasına mani olan hastalıklı bir sosyo-politik iklimle karşı karşıya kalınmasına yol açmaktadır.

Z Kuşağı tartışmaları da bunlardan birisi. Z Kuşağı son dönemde sosyo-politik tartışmaların önemli malzemelerinden birisi haline gelmiş durumda, diğer pek çok şeyin nesneleştirilmesinde ve bağlamından koparılmasında olduğu gibi. Ülkemizde Z Kuşağı üzerine yeteri kadar ve sağlıklı araştırmalar yapılmamışken, bazı ithal veriler ve bilgilerden de hareketle, yaşanacak ya da yaşanması ümit edilen sosyal ve politik değişimler, Z Kuşağı açıklamaları üzerinden anlamlandırılmaya ve temellendirilmeye çalışıldı ve çalışılmakta. Z Kuşağı, çoğunlukla insanı ilgilendiren her türden meseleye karşı daha duyarlı, daha politik, daha çevreci, daha bilinçli, dijital dünyaya doğmuş olmaları hasebiyle hem o dünyayı bilen hem de bu bilmenin getirdiği bir dinamizme ve hıza sahip olan, kendi gelecekleri için kaygılanan ve sadece kaygılanmakla kalmayan aynı zamanda eyleme geçen-geçme istekliliğinde olan bir kuşak olarak tanımlanmakta. Dolayısıyla da tüm bu özellikleriyle bu kuşağın Türkiye’de siyaseti ve sosyolojiye belirlemeye, dahası dönüştürmeye başladığı söylenmekte. İşte esas mesele burada karşımıza çıkmakta. Tüm bu güzellemeler ve beklentilerin oluşturduğu sis bulutu içerisinde Z Kuşağı üzerine bilimsel verilere dayanan, kendi insani tecrübemizin birikimini de dikkate alan, olumlu ve olumsuz tüm boyutları değerlendiren bütünlükçü analizler ve çalışmalar ya yapılmamakta ya da az sayıda yapılmış olan da gözden kaçmaktadır. Özellikle yapılan tüm bu güzellemeler arasında, söz konusu kuşağın açığa çıkmış sorunları ile potansiyel handikapları görmezden gelinmektedir.

Türkçeye Dijital Minimalizm şeklinde çevrilen kitabında Cal Newport, Amerika’da yapılmış bazı inceleme ve araştırmalardan hareketle Z Kuşağı açısından dikkat kesilmemiz gereken bazı noktalara işaret etmektedir. Her şeyden önce içine doğmuş olmalarından ötürü, dijital dünyanın bütün olumsuzluklarına karşı en savunmasız olanların onlar olduğunu ve bu kuşağın aşırı dijital bağlantı nedeniyle ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığını söylemektedir. Eserine konu edindiği bir çalışmada, Amerika’da lise son sınıftaki ve üniversite birinci sınıftaki öğrencilerin ruh sağlıklarında büyük değişimler gözlemlendiği belirtilmektedir. Psikolojik danışmanlık almak isteyen öğrencilerde daha önceki yıllarda aile hasreti, yeme bozuklukları, nadiren obsesif kompulsif bozukluklar görülürken, artık eskiden pek rastlanmayan bir sorunda patlama olduğu ve anksiyetenin yani kaygı bozukluğunun en sık rastlanan şikayet haline geldiğinin altı çizilmektedir. Yine Newport’un referans verdiği, San Diego Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Jean Twenge’in Ben Nesli (iGen) adlı çalışmasında, Z Kuşağı ile onlardan hemen önceki kuşak olan Y Kuşağı arasında kayda değer farklar ortaya çıktığı belirtilmektedir. Bunlar içerisinde en önemlisi ise Z Kuşağı’nın ruh sağlığıyla ilgili olan kısımdır. Çalışmada gençler arasında depresyon ve intiharın birdenbire büyük bir artış gösterdiği ve bunun en önemli sebeplerinden birisinin de kaygı bozukluğundaki artış olduğuna dikkat çekilmektedir. Twenge bu durumla ilgili olarak “Ben Nesli’nin uzun yıllardır görmediğimiz kadar vahim bir ruh sağlığı krizinin eşiğinde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır” şeklinde keskin bir açıklama da yapmaktadır. Kitapta benzer başka çalışmaların aynı yöndeki bulgularına da yer veriliyor. Temeldeki bu kaygı bozukluğunun nedenlerine de değinilen eserde, sonuç olarak tüm bu sorunları merkeze alan odaklanmış bir yaklaşımın ve inisiyatifin harekete geçirilmesinin gerekliliğine vurgu yapılıyor.

Tekrar bize geri dönecek olursak, bu açıdan biz ne durumdayız? Kestirmeden şunu söyleyebiliriz, her şeyi politik çıkarlara ve tarafgirliğimize kurban ettiğimiz gibi bu meseleyi de ona kurban ediyoruz. Z Kuşağı gençler arasında intiharın, çok büyük rakamlarla ifade edilmese bile arttığı bir vakıa. Bunun çok çeşitli nedenleri olduğu da şüphesiz. İntihar hem bir psikolojik olgudur hem de bir sosyolojik olgudur. Bunun nedenlerini sağlıklı bir şekilde tartışmak, analiz etmek, teşhis etmek ve çözüm önerileri üretmek yerine sinekten yağ çıkarma çabasını bile gölgede bırakacak şekilde politik kazanımlara odaklanmak, aynı sorunlarla taraf gözetmeksizin biteviye karşılaşmak gibi bir kısır döngüyü beraberinde getirmektedir-getirecektir. Teorik olarak her şey politiktir. Fakat her şeyin politik olması, onların bağlamından koparılarak nesneleştirilmesini ve namluya sürülecek bir mermiye dönüştürülmesini gerektirmez. Esasında pek çok meselemizde sağduyuya ve aklıselimle hareket edilmesine ihtiyaç vardır. “Başkasının günahı ile aziz olamazsın” sözünün de açıkça ifade ettiği gibi, kim daha temiz, kim daha kirli yarışına girişmekle sorunlarımızı teşhis ve tedavi etmiş olmayız. Aksine var olanları daha da derinleştirdiğimiz gibi bunlara yenilerini de ilave eder hale geliriz. Örneğin (Böylesi bir ifade için öncelikle özürlerimi beyan ederim. Zira bir gencin kendi canına kıyması bahsine “örneğin” şekliden bir ifade ile başlamak, insanın tüylerini diken diken ediyor. Ancak amacım ne olayı sıradanlaştırmak ne de hafife alacak şekilde bir nicelik meselesine indirgemek. Fakat durumun nezaketine binaen bu hususun müşahhaslaştırılması gerekiyordu.) bir gencimizin intiharı ile ilgili olarak, politik tarafgirlik eğilimi ile apar topar bir kavgaya tutuşmak, bir toz bulutunun kalkmasına çabalamak; gerçeğin bir kısmını afişe ederken diğer kısımlarını setretmek ne bu ölüm ile ima edilenin yerine ulaşmasına ne de yenilerinin yaşanmasının engellenmesine vesile olabilecek şeylerdir. Aslolan “ne, neden, nasıl” gibi soruları sorarak bunlara bilimsel ve kendi insanlık tecrübemiz doğrultusunda cevaplar bulabilmek ve çözümler üretebilmektir. Aksi durumda her negatif olaya ilişkin hemen herkesin bir sonraki vakıada mağdur ya da fail olması mümkündür. Mağdur da fail de rahatlıkla yer değiştirebilir. Geçmiş bunun örnekleriyle dolu.

Son tahlilde diğer türlü, Horatius’nun “Ne sırıtıyorsun! İsimleri değiştirirsen anlatılan senin hikâyendir” ifadesinde ortaya koyduğu gibi altında yazan ismi değiştirdiğimizde hiçbir şeyin değişmediği bir komedi sahnesinin kâh oyuncuları kâh izleyenleri olmaktan kendimizi alamayız.

Çok Okunanlar