Klasik edebiyatımızdaki “Rind” tipiyle tanışmam pandemi zamanlarına uzanıyor. Evde uzun zamanlar geçirdiğimiz o dönemde Fuzulî’nin “Rind ü Zahid” adında mensur bir eseri olduğunu duymuş ve ana dilinden okuyabilmek için Farsça çalışmaya başlamıştım. Evde uzun uzun oturduğumuz o vakitlerde rindane bir hayat oldukça yakınımızda gibiydi. Rindlik ile tanışmamla beraber bu hayatın nasıl yaşanacağına dair de düşünmeye başladım denilebilir. Toplumsal kabullere ve insan sağduyusuna bu kadar aykırı durmasına rağmen edebiyatçılarımız tarafından hep “zahid” tipine karşı tercih edilen “Rind”, oldukça ilginç bazı özelliklere sahipti. Bir iş yapmayı kesinlikle reddetmek ve hayatını yatarak veya oturarak geçirmek, sanırım bu özelliklerin en başatı sayılabilir. Hayatı hep bir boş vakit olarak geçiren bir insan, bir anlamda her an kendisini inşa eden birisi…
Bugünün tembellerinden ayrılan bir tembellik yine de bu. Bugünün “işe yaramazları” kendilerini oyalayacak “işe yaramaz” işler bulan insanlar. Bugünkü tembeller de boş kaldıkları vakitlerde en az çalışanlar kadar sıkılıyorlar. Oysa rindlikte sıkılmak olmaz. En azından benim rindlik anlayışımda…
Can sıkıntısı modern bir kavram mı yoksa eskiler de sıkılır mıydı? Tabii bir duygu mu yoksa yapay bir duygu mu? Bu gibi soruları cevaplamak hayatta olan ve olmayan birçok insanın araştırılmasını gerektirir. Bense sadece tek bir örnekleme sahibim: kendim. Belki biraz da edebiyat… Elbette etrafımda çocuğundan yaşlısına sıkılan birçok insan var ama onların bu duyguyla nasıl başa çıktıklarını bilmem imkânsız. Sadece birkaç sözcük veya mimik sayesinde onların bu duygularından haberdar olabiliyorum. İnsanın diğer bütün duygu ve halleriyle alakalı yazılan ve söylenen şeylere kıyasla, can sıkıntısından ancak bir iki kelimeyle bahsedilir. Canım sıkıldı, çok sıkıldım, ne kadar sıkıcı… Bazen kelime kullanmaya bile tenezzül edilmeden, kısa bir of çekmekle yetinilir. Off… Söz gelimi, hüzün kendisinden bahsedilen ortamda varlığını daha hissedilir kılar, sevinç de öyledir. Oysa can sıkıntısı hakkında başlatılan bir tartışmayla beraber can sıkıntısı artık hissedilmez olur. Aslında ondan kurtulmak oldukça kolaydır. Yine de çoğu zaman başaramaz insan.
Sıkılmamaya karar vermemle beraber daha çok iş yapmaya başladığım söylenemez. Aksine bir şey yapmadan durduğum vakitlerin sayısında artış oldu. “Bir şey yapmamak” ifadesinin en gerçek anlamında kullanıldığını belirtmek istiyorum. Sosyal medyanın ve müziğin dahi olmadığı boş anlar… Sadece ben ve uzanan/oturan bedenim.
Zihin sahibi varlıklar olarak aslında bizi eğlendirecek her şeyi kafamızın içinde taşıdığımız söylenebilir. Eskileri hatırlamamıza yardım eden bir hafıza, geleceğe dair bir hayal gücü, bugünün olaylarını analiz edecek bir zekâ ve daha başka şeyler… Ezberlediğimiz şiirler, şarkılar; daha önce başladığımız ama yeterince geliştiremediğimiz düşünceler; sürekli yazıp durduğumuz hikâyeler… Böyle bir imkana sahipken sıkılmak pek de akıl kârı değil.
Bugün elimizden alınan dikkatimiz, sahip olduğumuz bu cihazı kullanmamızı engelliyor. Dikkat ettiğimiz şeyler bizim için bir gerçeklik ifade ediyor. Sürekli dışımızda olan ve çok hızlı akan bir dünyaya dikkat kesiliyoruz. Bu dünya bize çok kısa bir sürede sonsuz uyaran sunuyor. Sonsuz sayıda dikkat edilecek şey… Hâliyle aklımızın örtülmesi, onun imkânlarını kullanmaktan mahrum kalmamız işten bile değil. Gerçek bir boş vakitte insanın dikkatini çekecek hiçbir şey bulunmaz. O zaman insan sıkılmaya başlar ama -daha önce de bahsedildiği gibi- sabredilirse bu can sıkıntısı pek kalıcı değildir. Dikkat çekici bir şey bulamayınca insan bilinçli olarak etrafındakilere ve kendi içindekilere, dikkat kesilir. Yaratıcılık dediğimiz şey de buradan doğar. Hayat da bu boş vakitlerin bir toplamıdır.
İşgal edilen vakitlerimiz şüphesiz bizim kişiliğimiz üzerinde bir tesir icra eder. Asıl etkili olansa kendi irademizle kendimizde sebep olduğumuz değişikliklerdir. Bunlar hem şu anki kişiliğimizi hem de gelecekteki durumumuzu ifade eder. Bu tür değişiklikler içinse tek fırsatımız boş zamanlardır. Haliyle sıkılmak için pek de vaktimiz yoktur. Sadece biraz sabır, bize sıkılmanın olmadığı koca bir dünyanın kapılarını aralayabilir.
Rindlik de budur. Zahidler dikkatlerini yönetmektense kendilerini akıntıya bırakırken, dikkatlerini çekecek bir şey olmadığında oflayıp puflarken rind, dikkatini kendisi idare etmek zorundadır. O yüzden zahid öğretilmiş-öğrenilmiş alışkanlıklarla ilim, ziraat, ticaret (…) ile ömür tüketirken rind köşesine çekilip başkası için câlib-i dikkat olmayan şeylere dikkat kesilir. Şüphesiz bu, Allah’ın esmasını tüm varlıklarda temaşa etmenin en kesin ve kestirme yoludur.