Kime gider, kimde konaklarsın ey gönül? Akşamın hayrı, sabahın şerri misin? Dünya bu kadardı, bilmiyor muydun? Akla karanın ipek bir tel üzerinde oynaşmalarından payına düşen yanardöner reveransları, fukaralığının sermayesi kabul edip mahmuzladığın sanılarınla iğretilediğin uzletine ne taşıyabildin bugüne değin? Bir “ah” kadar bile değildi dünyayla kurduğun ilişki.
Derinlik korkusundan taşırdığın köpürtüde boğulmak ne acı değil mi? Sevgili orada işte. Omuz hizasından mağrurane bakıp da “Eli işte, gözü oynaşta” sırrından zerre nasiplenmeden yabana düşürdüğün hakikatinin sırtlan sofralarında elden ele nasıl dolaştığına tanıklık etmen “Sevgili”yi incitmeyecek mi sanıyordun? Senden bakan göz kimindi, söyler misin?
Suya düşen gölgesini ıslandı zannıyla kurutmaya kalkan zavallı kalbim! Kaybetmişliğin, bulmuşluğun mudur yoksa? Perdelenmişliğin, bulmuşluğun kıyısındaki dikenli tel olmasın. “Yara bere içinde kaldım” deyip de sızlanma. Hiç olmazsa topuğundan sızan kanı, kan revan hâllerdeyim abartılarına kurban etme.
Sakın şaşırma, mihmandarların bile kendilerine kılavuz aradıkları bir yerdesin. “Çok söz söyledim” diyorsun da Hacı Bayram’ın, bırak verdiği nefesi, aldığı tek nefesi dahi olamadın. Karanı çıkar, akını giyin. Bari seni yolda sansınlar. Hani belki de âşık sanırlar. “Olsun, bu da bir şeydir” der, avunursun.
Bu gece yine seni bekledim durdum. Ben seni bekliyorum, diye geceyi mi bekleyip duruyorum, anlayamadım. Anladım. Hem de çok iyi anladım. İşgüzarlık benim huyum olmuş.
Sana gelince ey dünya,
Senden şikâyet ettiğimi sanma! Hele seni sana şikâyet ettiğimi zinhar zannetme!
Sakın hâllenme! Ters tarafıma gelir de seni sahibine şikâyet edersem yanarsın! Akıllı ol!
