Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Sabır Taşı

Çok sinirliydi. Odasının kapısını hızla çarparak kapattı. Arkasına bakmamıştı, baksaydı kapının annesinin koluna sertçe çarptığını görecekti. Leyla Hanım’ın canının acısı, öfkesini iyice artırdı. Kapıyı açtı ve oğluna bağırmaya devam etti: O telefon asla, asla alınmayacak! Ne zaman kendi paranı kazanırsın o zaman gider alırsın!

EKLENDİ

:

Çok sinirliydi. Odasının kapısını hızla çarparak kapattı. Arkasına bakmamıştı, baksaydı kapının annesinin koluna sertçe çarptığını görecekti. Leyla Hanım’ın canının acısı, öfkesini iyice artırdı. Kapıyı açtı ve oğluna bağırmaya devam etti:

O telefon asla, asla alınmayacak! Ne zaman kendi paranı kazanırsın o zaman gider alırsın!

Leyla Hanım’ın suratı sinirden kıpkırmızıydı, tartışmanın gidişatı hiç iyi değildi. Orada kalmaya devam ederse oğluna el kaldırmaktan korktu. Odadan hemen ayrılmalı ve sakinleşmeliydi. Hızlıca karar verdi. Burnundan soluyordu, söylene söylene odadan çıktı. Çıkarken kapıyı öyle bir çarptı ki şiddetinden duvar titredi. Levent, annesinin öfkesinden korkmuştu ama hayal kırıklığının verdiği acı diğer tüm duygularını bastırıyordu. Kendisini yatağa attı. Koridordan yankılanarak odaya dolan ses dalgaları fırtınalı bir deniz gibi korkunç ve şiddetliydi; acımasızca kulak zarına çarpıp duruyordu. Bu işkenceden kurtulmak için ağzını açtı. Biriktirdiği kelimeleri dalgakıran misali boşluğa salıverdi. İçini çekerek konuşuyordu. Ağzında hissettiği tuz tadı gayriihtiyari ağladığını fark ettirdi.

Hiç benim istediğim olmuyor! Bir gün çekip gideceğim. O zaman siz de kurtulursunuz, ben de! Bir telefonu çok gördünüz bana!

Tüm hayal kırıklığını kelimelere giydirip kuşatmış, savaşmaları için onları annesinin olduğu yere göndermişti. Ne kadar konuşmuştu ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu. En sonunda ağlaya ağlaya bitkin düştü ve uyuyakaldı. Annesinin sesi de kesilmişti. Levent’in babası Murat Bey’in eve gelişi, ölü sessizliğini bozdu. Murat Bey kapıdan girerken oldukça mutluydu. Şimdiden ertesi gün arkadaşlarıyla çıkacağı doğa yürüyüşünün heyecanı sarmıştı onu. Leyla Hanım’ı görünce bir şeylerin ters gittiğini anladı. Anlaşılan bu akşam evde mutluluğa ve heyecana yer yoktu.

Uyandı, güneş ışıkları çok kuvvetliydi, hafif bir esinti vardı. Galiba bu yüzden üzerindeki dalın gölgesi, üstünü bir örtüp bir açıyordu. Ellerini güneşe siper etmek istedi lakin neler olmuştu böyle? Elleri, kolları, ayakları yoktu hatta hiçbir şeyi yoktu. Üstelik kıpırdayamıyordu. Şaşırmakta haklıydı. Durumunu anlamaya çalıştı, saatler sonra bir taş olduğunun farkına vardı. Yüksekçe bir dağın güneye bakan sırtında, tepeye yakın bir yerde, yaşlı kayın ağacının yanında bir taş… Bağırmak istedi, bağıramadı. Ağlamak istedi, ağlayamadı. Sahiplenmek istemediği gövdesini çakıldığı topraktan çıkarmaya çalıştı, onu da başaramadı. Normal bir çocuk iken neden bir taşa dönüşmüştü. Bunun sebebini merak ediyordu. Birdenbire aklına annesiyle tartışmaları geliverdi. Yoksa sebep bu muydu? Leyla Hanım, Levent’e birçok kez “Anne babasına karşı gelen taş olur.” demişti. Gerçekten annesine karşı geldiği için mi taş olmuştu, şimdi bunu düşünecekti. Cevabı bulmak için zamanının bol olduğunu hissediyordu.

Aradan haftalar, aylar geçti. Günlerce sağanak yağmurun altında ıslandığı da oldu, saatlerce yakıcı güneşe maruz kaldığı da. Arada sırada üzerinden karıncalar, böcekler geçiyordu. Yaşlı kayın son baharda yapraklarını dökerken kuru yaprakların rüzgârda savruluşu ona oyun gibi geliyordu. Yaprakların nereye konacaklarını tahmin etmeye çalışıyordu. Yapraklar tamamen döküldüğünde ise yaşlı kayının çıplak dalları arasından gökyüzünü seyrediyordu. Bulutları annesine, babasına ve oyuncaklarına benzetiyordu. Bazen bulut, bembeyaz bir ev olur, dakikalarca gökyüzünde gezinirdi. O bulut, uçak olurdu, kitap olurdu. Bir keresinde bisiklet olmuştu ve bir keresinde de telefon. Telefon olan buluttan, nefret etmişti. Taş olmasına sebep oydu, oysa ne çok istemişti ona sahip olmayı. Belki annesinin üzerine bu kadar gitmese Levent’e bir telefon alırlardı. İlk başlarda bu isteğine hayır dememişler, “Biraz sabret, şimdi okul var, telefon dikkatini dağıtır, yaz gelince alalım.” demişlerdi. Levent sabretmek istememiş, her gün isteğini yenilemiş, gittikçe de huysuzlaşmıştı. Şimdi öyle pişmandı ki “Keşke geçmişe dönebilsem!” diye düşündü. Hayat ona çok acı bir ders veriyordu.

Yılda birkaç kez bir grup insan dağa tırmanmaya geliyor, yürüyüş yapıyorlardı. İşte taşın en sevdiği şey, bu olaydı çünkü dağcıların mola yeri kayın ağacının gölgesiydi. Burada oturup hem sohbet eder hem de dinlenirlerdi. Taş, büyük bir mutlulukla ve heyecanla onları dinlerdi. O kısacık sohbetleri hafızasına kazır, bir filmin en güzel sahnesini başa sarıp izler gibi tekrar tekrar zihninde yinelerdi. Duydukları üzerine hayaller inşa ederdi. O sahnede bazen bir oğul bazen bir kedi olarak yer bulurdu kendine. Filmin sonunda ise muhakkak annesine koşar, ona sarılır, hiç bırakmamacasına yapışırdı. Leyla Hanım’ı çok özlemişti.

Günler, aylar, yıllar derken, onlarca yıl geçti aradan. Sabrı, beklemeyi öğrenmişti. Ama artık ne telefon ne de başka bir şey istiyordu. Sadece annesini ve babasını istiyordu, gözleri yoktu fakat seneler içinde yer yer çatlakları oluşan taşın içinden sızan su damlacıkları vardı, tuzluydu. Yaşlı kayının dalları çoktan kurumuş, gövdesinde canlılık emaresi gösteren az bir yer kalmıştı. Taşın hüznünü hep hissetmişti, şimdi odunumsu dokularında kalan son su damlacıkları kurumadan söylemesi gerekeni söyleyecekti taşa:

Evlat sen taş olan bir çocuk değilsin, çocuk olmayı hayal eden bir taşsın.                                                                                                                                                                                                      20.08.2021

Çok Okunanlar