Edebiyat
“Söz” İle Hayata Karışma
Kemal Tahir’e göre insanlığın var olabilmesi için çok yararlı, vazgeçilmesi kesinlikle imkânsız, en ciddi zanaatlardan biri, belki de birincisidir. Öyleyse hayata ve insana dair her şeye el atan, kültür taşlarının en renkli ve ağır olanıdır. Onun havzasına sığmayan hiçbir şey yoktur. Ve, köprü kurmak, resim yapmak, arkeoloji kazıları düzenlemek gibi insanın ortaya koyduğu bir üründür edebiyat.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Canan Olpak Koç, Dr.Medeniyet tarihi tamamıyla araştırılırsa edebiyatın hamuruna karışmadığı bir toplum ile karşılaşmanın ne kadar güç hatta imkânsız olduğu anlaşılacaktır. İlkel ya da gelişmiş bütün toplumlar kendi meramlarını anlatacak o bir çift sözün peşindedir. Çünkü her insanda estetik görüş ve sanat yaradılış gereğidir. Yani bu mayanın özü ruhlar âleminde insana yaratıcının hediye ettiği bir cüzdür. Kur’an-ı Kerim’in bunu, Allah, insanı yaratıp, biçimlendirdikten sonra ona kendi ruhundan üflediği şeklinde söylemektedir. Peki, fıtrat olarak yaratma/üretme yeteneğine sahip bir halde yeryüzüne gönderilen insanların kiminde artan kiminde azalan bir grafik eğrisiyle hayatında yer eden edebiyat nedir?
Kemal Tahir’e göre insanlığın var olabilmesi için çok yararlı, vazgeçilmesi kesinlikle imkânsız, en ciddi zanaatlardan biri, belki de birincisidir. Öyleyse hayata ve insana dair her şeye el atan, kültür taşlarının en renkli ve ağır olanıdır. Onun havzasına sığmayan hiçbir şey yoktur. Ve, köprü kurmak, resim yapmak, arkeoloji kazıları düzenlemek gibi insanın ortaya koyduğu bir üründür edebiyat.
İnsan olmasaydı, edebiyat da olmayacaktı.
Bu nedenle kafalara vura vura tekrar eder Nermi Uygur edebiyat yapıtının yöneldiği ortam da insan ortamıdır, insan içindir edebiyat, insandır edebiyat yapıtını okuyan, anlayan, verimlendiren; insana sunulmuştur edebiyat, insandır edebiyatı değerlendiren diye.
Estetik ve sanat duygusunun fıtrîliği tabii olarak bu olgunun evrensel boyuta da sahip olduğu anlamına gelmektedir. Nerede yaşadığınız nasıl yaşadığınız hangi kültür çevresine mensup olduğunuz yazdıklarınızda belirleyiciyken yazma gücünüzde belirleyici olmayabilir. Güzeli sevmek, kötüyü eleştirmek ve yaratılandan zevk almaksa maksat belki bir de sadece yazma ve okuma eyleminde eşittir insan. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, her insan nasıl güzel bir şey karşısında zevk alabiliyorsa, o güzelliğe benzeyen bir başka güzeli (eseri) yaratmanın da yolunu arar sürekli.
Söze bakış açısı ve bir eseri çıkarma iştahı insanın benliğine sinen ortak değerlerin başka bir ifadeyle bu dünyaya aidiyet bilincinin sanata yansımasıdır. Örneğin, gelip geçici bir zaman dilimi olarak hayata bakan İslam inancının etkili olduğu toplumlarda sanat, insanın faniliği az da olsa aşmak için, sonsuz olmanın müthiş hazzını tadabilmek amacıyla yapılan bir iş olarak görülmektedir.
Kuluna her sıfatından küçük paylar üfleyen Allah, bakiliğinin sırrını da sanat vasıtası ile kulunun eserinde yansıtıyor olamaz mı? “Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? (Kur’an, Bakara, 2/138), Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir. (Kur’an, Müminun, 23/14) gibi verilebilecek birçok ayet de bunu doğrulamaktadır. Çünkü bilinçli mümin, kabul ettiği öte dünya kavramıyla yaşamın devamlılığına inanır, zamanını iki dünya hesabına göre ayarlar. Fani zamanıysa ölçmez ve kısa mesafeye yetişme telaşını, manevi hazza tercih etmez. Dolayısıyla kendisine üflenen bu yaratıcılık vasfını isyankârlık ya da acelecilik için değil itaatinin, hayranlığının ve aldığı ibretin bir ifadesi olarak hayatına yansıtır. Bir defa olsun nefes alıp verişinde dahi, hayat denilen olguyla bu deneyden geçmiş bir kabuldür. Baki olan bir eser vardır, o da dünya sahnesinde oynanan hayat tiyatrosudur. Bilincinin sesi, ona yaptığının bu tiyatroya benzeyen küçük piyesler olduğunu daima hatırlatır.
İslam mistisizminin en uç isimlerinden Mevlana, “Bu kıvranıp duran, bu karmakarışık dünyada kimiz biz? Elif’in nesi vardır? Hiçbir şeyi, hiçbir şeyi; biz de Elif’e dönmüşüz” diyerek ilmin ve sanatın başlangıcı elifle özdeşleşmektedir. Türk-İslam inancında edebiyata bakışı bir cümleyle anlatmak gerekseydi sanırım Mevlana’nın bu sözü yeterli olabilirdi. Yani İslam, sanata karşı acizliğini hiç unutmadan yaklaşmış ve onu da Allah karşısında hep fani görmüştür. Modern dünyada bunun dışında da bakış geliştirilebilir. Bazen insan sözün sahibi olduğu duygusuna kapılır. Ancak o çoktan toprağa karışmışken sözün yaratıcısı ve söz etraftadır.
Kültür kaynakları farklı olan ve inanç noktasında ayrılıkların olduğu Batı toplumlarında anahtarın rolü ve neticede kilidi zaman zaman böyle değişmektedir. Gorki, Lenin’i “ruhundaki çalkantılar karşısında çok sessiz kalabiliyordu” diye çiziyor. Gorki’ye, kendini ya da yazar ve şairleri anlat denseydi, siyasi bir liderin sessiz kaldığı gerçeklerin karşısında “haykıran adam” ama otoriter liderler gibi dönemine değil çağlar ötesine haykıran adam diyebilirdi. Buna rağmen edebiyat, ruhundaki isyanın baskısından kurtulmaya çalışanların sığınağı gibi görünse de tanımı ve içinde barındırdığı ürünleriyle bunların ait olduğu toplum ve bütün dünya ile ilişkisi konusunda öyle hemen özetlenebilecek bir kavram değildir. Hayat ile özdeşleştirilemeyeceği gibi ondan bütünüyle bağımsız kabul etmek de yanlıştır. Hayat yaşanansa edebiyat bu yaşanan içinde kurulan fantezi gibidir. Olaya yalnızca şimdi söylediğimiz kesitten bakılınca içinde anlam barındıran şeyin hayat (tabiat ve beşeri tecrübelerimizin tümü) olduğu ortaya çıkıyor.
Matbaanın icadıyla kitap denilen bir kalıba sokulmuş olsa da yine insana ulaşma derdinde olan söz başka değişimlerde geçirmiştir son yüzyılda. Artık ellerde tutulan cep telefonlarında, masamızda bulunan bilgisayarlarda saklanıyor. Bu değişimler ne şekilde olursa olsun sözün içine sokulduğu kalıplarda bizi ilgilendiren en önemli unsurlardan birisi, hayat ile olan bağlantısıdır. Sözün eli yüzü düzgün hali edebiyatın içine ne kadar nefes, hayatın içine de ne kadar edebîlik girebilmiştir? Hayatın geniş, edebiyatınsa bu geniş alanda sınırlı bir yere konulması bu iki alanın bağlantısını açıklamayı gerektirir. Farklı iki alan gibi de görülebilecek olan edebiyat ve hayat aslında oluşturdukları düzen açısından benzerlikleri olan, kuralları olan iki oyun gibidir. Kur’ân-ı Kerim’deki “Doğrusu dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir” (Muhammed/36) âyeti de bunu doğrular mahiyettedir.
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Kavram-
Bize “Baby Boomer/Bebek Patlaması” Kuşağı Diyorlar
- Kültür Sanat-
“Hatiboğlu Ailesi” Ulusal Sempozyumu Burdur’da Düzenlenecek
- Kavram-
Bedevilikten Kurtuluş
- Gezi Yazısı-
Şehriyar, Ah…
- Edebiyat-
Sıla Ölür Gurbet Kalır
- Kavram-
Millî Tarih Bilinci Üzerine
- Düşünce-
Dünya: Yerel ve Küresel Oyun Sahası
- Edebiyat-
Susmak İnce İşçilik İster