1. Anasayfa
  2. Düşünce

Tarih Coğrafyaya Dar Gelende

Tarih Coğrafyaya Dar Gelende

Bizden Adam Olmazsa Hiç Kimseden Olmaz

Bir yeri yıkmadan, coğrafyasını talan, tarihini ters yüz etmeden, içten ve tâ derinden sarsmadan, korkunç iştahalarıyla saldırmadan, insan kaynağının bilincini yamultup onu “mankurtlaştırmadan” önce, sosyologları, sosyal antropologları, medyası, sineması, aydınları ve bilim adamlarıyla tam kadro gelirler. Yıllarca ama sabırla, bilimsel(!) ve ikna edici delillerle, oryantal bir falso olan “Sizden adam olmaz.” safsatasını baş ağrısı hapı gibi yutturmaya çalışırlar.

Toplumları “az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler” diye sınıflara ayırırlar. Böylece sosyolojik olarak “köylü” olduğumuzu yüzümüze vururlar. Sonra modern sömürgeciliğin bilumum ayak oyunlarını deneyerek toplumlara “kültürel felç” hâlini yaşatırlar. Öyle meflûç hale getirirler ki, “siyah adam beyaz maske” takmak için çırpınıp durur.

Sömürgeciliği içselleştiren ve Batı’yı “mücevherat müzesi” gibi gören, yersiz yurtsuz aydınlar eliyle cama bir taş atarlar. Çıt çıkmıyorsa bir taş daha atarlar. Derken taşlar yağmur gibi yağmaya başlar. Din, dil, tarih, kültür taşlanır hep bu ara. İçlerini boşaltıp içimize kattıkları adamlarıyla da “Eğ başını, çök yere.” diyerek vakur duran millî unsurları engellemeye, dirençlerini kırmaya çalışırlar.

Ev sahibinin ölüm uykusunda olduğuna kanaat getirdikleri bir anda, yine tedbiri elden bırakmadan “Kırık Camlar Teorisi” gereği, son bir defa daha “Kimse yok mu?” diye bağırırlar. Evde kimseciklerin olmadığına vehmettikleri anda evi müthiş bir gürültüyle yıkar, yağmalar, kâhyalarını da viranelerin başına musallat edip giderler/di.

Vur içerden yar içerden

Karışık adamlar, ülkemizi karıştırmak için bu defa 15 Temmuz 2016’da tekmil üzerimize yürüdüler. Darbe, aşırı dozda narkoz yemiş bir meczup eliyle onlarca yıl gergef gibi işlenip, yılan gibi coğrafyayı zehirlerken “fikri öldürmeye memur” basın; dünya medyasıyla birlikte kasıtlı olarak “gürültü” çıkarmaya, hakikati magazinleştirmeye ve dikkatleri başka yerlere çekmeye çalıştılar hep birlikte.

Önce modern psikolojinin hileleriyle toplumların bilinçaltını kodladılar. “Tarihin sonu” geldi diyerek korkular pompaladılar. Sonra gayet bilimsel tezlerle “medeniyetler arası çatışma” fikrini ortaya atıp,  keşfettikleri CİA kırması Vatikan eziğine “dinler arası diyalogcu”  rolünü verdiler.

Yıllarca semirttiler ve modern pazarlama teknikleriyle gündem ettiler. Öyle ki,  gizli servisler modern vasıtalarla elde ettikleri kozmik bilgileri deforme ederek  “kıtmire” verdiler. O da oturduğu yerden gözlerini huşu ile yummuş, başını fesat yuvası kalbi üzerine düşürmüş, derin düşünce halini mahviyet cilasıyla boyamış, göklerle temasa geçmiş de sanki az sonra kalbine akacak gizli çekimleri bekliyor gibi bir halet içinde yıllarca rol kesti durdu. Bu ortamda gurup hipnoz olmaya müsait hale getirilen kitleler FETÖ masallarını kolayca yuttular. Cebrail’e kafa tutan, Peygambere “Affedersin ama..” diyerek akıl satan, nevrotik kafa, hiçbir kritiğe tabi tutulmadan bu topraklarda  yıllarca el üstünde tutuldu.

Halife-i Rûy-i Zemîn’in rehberliğinde medeniyetler arası savaştan, hasar görmeden sıyrılacağımız vehmini ihsas eden sömürgeciler, sömürgelileştirilmeye yatkın zihinlerle birlikte dörtnala harekete geçtiler. Hakikati inkara şartlanmış olanların çıkardığı medyatik gürültünün de etkisiyle, kargaşa ve kaos ortamına millet olarak adım adım birlikte sürüklendik. Çok iyi bildikleri psikolojik harp taktiklerini üzerimize boca eden ve evi talan etme işine kendilerini iyice kaptıran müstevliler, kuklaları marifetiyle tersanelere girmiş, kozmik odalara sızmış, en mahrem ve en ıssız bilgileri çalmış, sinsilik boyut kazanmış, şekil değiştirmiş ve darbe, en içerden ta derinden vurulmuştur bu kez 15 Temmuz 2016’da.

İnsan, toplum ve tarih orta yerinden ikiye yarılmıştır bu ara. “Kaderin üstünde bir kader” devreye girmiş, hükmünü icra etmiş ve sonuçta olan olmuş ancak müstevliler olacakları hiç hesap edememişlerdir.

Binlerce yıldızın kanı dökülmeden şafak sökmezmiş.

Şekilden şekile, kılıktan kılığa giren ama hep içimizden devşirdikleri ruhbanlar ve “fikir fahişeleri” ile cilveleşip her on senede bir sonuca gidenler, hiç ummadıkları bir kıyamla karşılaştılar bu defa 15 Temmuz’da.

Tarihte hep böyle olmuştur, “Bir kişinin ayağa kalkmasıyla, ayağa kalkmıştır milletler.” mütecavizlerin emellerini gırtlağında düğümleyen, müstakar duruşuyla gecenin kasvetini dağıtan, yüreklere samimi bir haykırışla çağrıda bulunan, karanlıklar delen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’IN sesi taş taş, ev ev, şehir şehir yankılanmış, “başkentler haritası” sarsılmış; müstevliler şirazeden çıkmış ve müstebitlerin nevri dönmüştür. “Korkudan evinden çıkamaz” dedikleri bir millet, yüzyıllardır üzerlerine pompalanan süper korkuları yenmiş, gecenin üstüne “Bir aşk sayhası salmış” , “Kiralık evde oturuyorum ama vatan benim” demiş, Başkomutanın “ölümüne…” verdiği komutla beraber, meydanları doldurmuş; gazi olmuş, şehit düşmüş, sonunda makûs talihini yenerek geceye sala, sabaha ezan sesleriyle zafer armağan etmiştir.

“Dağlıyız dediysek yanardağlıyız.”

Bizi ve tarihimizi küçümseyen, akıl ve adalet üzere sevgi merkezli bir medeniyet kurmuş olan bu cihangir milletin tarihle, coğrafyayla bağını koparıp lime lime etmek isteyen sömürgecilere karşı, inanç basireti, tarih şuuru, millî hafıza, Anadolu irfanı ile karşı koyan;  F16’lara levye fırlatan, tevekkül zırhını kuşanıp yağmur gibi yağan mermilerin içine dalan,  bombaları elinin tersiyle iten, ihtişamıyla tankları zangır zangır titreten, “Gelin de temiz bir sopa çekeyim alayınıza” diyerek ruhlarını köleleştiren vatansızların ablak yüzlerine, yüzyıllık şamarları patlatan Büyük Türk Milleti, yanardağ olup gecenin içine lavlarını püskürtmüş, post-modern darbeyi defetmiş ve böylece “Bir besmeleyle, bir milyon tweet açığa düşürülmüştür.”

Yangını Çıkardılar “Yangın Var” Diye Bağırdılar

15 Temmuz 2016 gecesi meydanları dolduran Büyük Milletimiz, tarihin kavşak noktasında çok muhkem durmuş, bu ölüm-kalım anında uzun yıllar, ‘sükût suretinde’ gösterdiği ferasetli sessizliğini bozmuş, meclisini bombalayan, insanına kurşun yağdıran uzaktan kumandalı askerlere Üstadın ifadesiyle: “Asker! Başındaki kepinden ayağındaki postala, İstiklal Savaşından kalma sırtındaki mavzer yarasına kadar bu Milletin eserisin. Asker! Geriye dön, istikamet kışla” diye haykırmıştır.

Milletten bu talimatı alan, anayasal düzene bağlı Mehmetçikler kışlasına dönmüş, dönerken de kışlanın içinde ve dışında alev almaya başlayan fitne ocağının ateşini söndürmüş ve hainlerin defterlerini dürmüştür.

Dağlar Mehmetçiğin yeryüzüne dikilmiş heykelleridir.

Dün yedi düvel bir oldu Çanakkale’yi geçemediler. Müstevliler 15 Temmuz 2016’da, bu defa çanak adamlarla Çanakkale’yi geçmeyi denediler ama nafile. İçimizde hâlâ bir Çanakkale ruhu bütün ihtişamı, hatırası, manası, cesareti ve cesameti ile yaşamaktadır. “Çanakkale Ruhu” bu topraklarda hâlâ dipdiridir. Sezai Karakoç’tan ilham ile söylersek,  bir Mehmetçik gövdesi düşürse Çanakkale’de toprağa, o toprak, Afrin’de bin Mehmetçik gövdesini göğertmedikçe rahat etmeyecektir, etmedi de. Yeryüzü tanıktır buna.

“Kimler çizmiş bu hududu gönlüme?”

İnsani teşkilatlar, sürekli kan tahlili yayınlıyor. Vicdanı yitik, ruhu pörsümüş, kalbi sökülmüş bu çağın korkunç suratına istatistikler çarpıyor ha bire. “Yeryüzünün neresinden bir avuç toprak alıp da tahlil yaptırsanız, sonuçlar hep aynı çıkıyor: Müslüman ve mağdur kanı…”  Mazlum milletlerin ümidi ve duası olan, gönül coğrafyamızın atar, toplar ve şah damarı üzerinde şahadet parmağını gezdiren Reis-i Cumhur, tıkanan damarları açmış, kan beyne gidince de millî hafıza ve iman atlasımız topyekûn canlanmıştır.

Yitik coğrafyalar, öksüz İslam beldeleri; kalbimiz olan Mekke ve Medine, ata yurtlarımız Semerkant ve Buhara,  “kolumuzda saat gibi taşıdığımız Kudüs”, delik deşik edilen Şam, gam yükü Kerkük, Hicret yurdu Habeşistan, gönül incilerimiz Ortadoğu, Asya ve Afrika… Bize emanet edilen yeryüzü, taze sabahlara hasret çeken insanlık, bundan böyle bizim aşk ve akıl, bilinç ve yücelik çağımızın tanıkları olacaklardır belki de. Kim bilir?

Çok uluslu Ebû Cehiller

Biz oluşturduk nükleer başlıklı füzelere, kimyasal silahlara, tehcirlere, tehditlere karşı muhkem vicdan hattını, başka yerde aramayın. Yetimin yüzünü güldüren biziz. Mazluma parola, mağdura pasaport sormayız. Muhacirlik bizim için Peygamberî bir mahzunluktur. “Kalbimizde merhamet adlı bir çınar vardır.” Onun için mazlumların üzerinde çok titreriz. Teröristle sivilin, gaddarla gadre uğrayanın arasını açan Zülfikar adlı çatal kılıç bizim elimizdedir hâlâ. Gök kubbe altında mutantan naralar yankılanıyor, dağlara kasideler salıyor, “çok uluslu Ebû Cehillerin” rüyalarını bir gece ansızın basıyorsak bilin ki bunlar, uyanık zihinler, ötelere ayarlı ruhlar için dirilişin, bahadır bir milletin çağa yürüyüşünün, akıl ve adaletle tarihe yeniden dâhil oluşunun kutlu işaretleridir.

“Onlar ekinleri ve nesilleri bozdular.” (Kur’anı Kerim, 2/205)

ABD ve Batı medeniyeti, teknolojiyi cehennemi süratiyle nizama soktu ama insanı unuttu, ruhunu uyuttu. Yeryüzüne biteviye kibir, inkâr ve riya kusan batı medeniyeti asit yağmurlarıyla “ekinleri”, fasit fikirlerle “nesilleri” bozdular. Yeryüzünde kan ırmakları oluşturdular. Tabaklarında “insan kasları”, katliamlara bir türlü doymadılar. Şeytani öğreti ve örgütlerle İslam’ın aydınlık yüzünü karartmaya çalıştılar. Yine cehaletin emzirip büyüttüğü örgütlerle Ortadoğu’da mezhepçiliğe oynadılar. Afrika’yı iskeletinden tanır ve utanır hale geldik. Kıyıya vuran çocuk cesetleri, suya gömülen mülteci bedenleri onları hiç rahatsız etmedi. Onlar kader planında kendilerine verilen fırsatları iyi değerlendiremediler. Şimdi onlara “beceremediniz, tasınızı tarağınızı toplayın ve gidin.” deme vaktidir.

Çağın çeliğine sevgi özsuyu verilecek.

Toparlanın ve gidin. Çünkü biz, “Toparlandık gitmiyoruz.” Biz “vakti kuşandık”  çağa yürüyoruz. Bir ayağımız mübarek Anadolu kıtasında, kendi kültür köklerimizde kaim, diğer ayağımız yeryüzünde pergel gibi gezinirken, ayak bastığımız yerlerde yeşil ekinler yedi, olmadı yedi bin başak verecek. Çocukların gözyaşları çeliği ve betonu delecektir. Besmele ve bereket, samimiyetle çağrılırsa yeryüzü sofrasına tekrar geri dönecektir. Söze değer katan Kur’an’ınEy insanlar!” hitabıyla bütün insanlığı kucaklayacak, insanı özünden kavrayacak, insan olmanın bilinciyle, birlikte nefes aldığımız, varlık sancısı ve varoluş iniltileriyle hüzne boğduğumuz bu gurbet evini, birbirimizin zindanı olmaktan kurtaracak ve görkemli sulhu, önce yurtta sonra cihanda hâkim kılacağız. “Ey iman edenler!” hitabıyla da din, ideoloji, tarz, mezhep ve meşrep dayatmadan, akıl, iman ve adalet üzere fıtrata tabi olacağız.

Ey! Eksen Kaydırıcı, “Hey gidi küheylan koşmana bak sen!”

Devlet der İbn-i Haldun, “İnsanı insanın şerrinden korumak için vardır.” Sadece insanı değil, aynı zamanda devleti de devletlerin şerrinden koruyacak vasıtaları devreye sokacak asırlık tecrübemiz, devlet felsefemiz ve bunun için arşivlerimizde yeteri kadar kanıtlarımız vardır. Üstelik bunu yapacak irademiz, düzen kurucu gücümüz, ortak aklımız, organize olma yeteneğimiz, yeniliğe açık düşüncelerimiz, mesafeleri kısaltacak liderliğimiz vardır.

Vaktimiz az, vazifemiz çoktur.

Bilin ki biz,  bundan böyle bu ağaran şafağın, armağan edilen zaferlerin aydınlığı içinde yeni destanlar yazacağız. Bundan böyle biz, Üstadın ifadesiyle “ciğerinden kalemine kan çekecek,” Reyhanlılı bilge Cemil MERİÇ’in de dediği gibi “kalbimize, kütüphanemize dönüp” çok okuyup,  çok çalışacak ve insanlığın hayrına artı değerler üreteceğiz.

Şu bir hakikattir ki; iman ve akıl, fikir ve aksiyon, direnç ve dirilik, başarı ve refah, feraset ve firaset, barış ve cesaret, idrak ve sanat, irfan ve estetik bizim medeniyetimizde değer kazanacak, kıvamını bulacak ve muradına erecektir.

Kutlu yürüyüşümüz,

Çağlara destan olsun.

Hayırlı olsun,

Hatırlı olsun,

Müjdeler olsun.

 

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.