Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Toplu Sözleşme Filan

Dünyaya yüz vermeyen biriydi, izzetli duruşuyla onunla temas eden herkesi etkiledi.  Öyle ki, 57 yıllık ömrü bitip de “Peygamberâne sakalının üstünde namütenahiye kolayca dalan mavi gözleri kapandıktan sonra” Nurettin Topçu’yu kendini bu dünyada sahipsiz ve bir başına hissettirmişti.

EKLENDİ

:

Tüm çalışanların, sadece memurların değil, bu vatan üzerinde hayatını idame ettiren herkesin bu topraklara, devlete, millete borçlu olduğunu, ne yaparsa yapsın borcunu ödeyemeyeceğini hissetmesi lazım.

Etrafımda sürekli alacaklı olduğunu düşünen insanlar var, onlar haklarının yendiğini düşünüyor. Daha fazla kazanmaları gerektiğini, ülkede alım gücünün düştüğünü söylüyorlar. Hatta bunlardan bazıları buralarda yaşanmaz diyor. Çekip gidenler bile var.

Ara not: Bu yazı bir işveren/hükümet güzellemesi değil…

“Devlete 30 yıl hizmetim var” gibi lafları çocukluğumdan beri hep duyarım. Bu herhalde olsa olsa devletin/milletin bunu diyen kişiye hizmetidir. 30 yıl boyunca maaş almış, hatta 50 yaşına varmadan tekaüde ermiş, emekli ikramiyesine ve maaşa kavuşmuş insanlardı bunlar. Çocukken bile bu laflarda bir yanlışlık olduğunu sezerdim. Bu sebeple memur zammı konuşulurken ben biraz utanır sıkılırım. (Devlet versin milletin hakkını ve bitsin iş. Çok uzamasın, çok konuşulmasın isterim).

Hatta memur sitelerinde insanların yazdıklarını filan okuyunca büsbütün  yüzüm kızarır. Zaten git gide azalan ümidim hepten tükenir. Ama sonra biri, birileri çıkar ve bu topraklardan ümidi kesmemek gerektiğini tekrar hatırlatıverir. Bu bazen işini iyi yapan bir ayakkabı tamircisi olur, işine kendini adamış bir öğretmen, bazen yaşlı annesine yıllarca bakmış ama öf bile dememiş bir hanımın hikâyesini duyarım… Tamam derim sonra, tamam belki de ben abartıyorum.

Senin tuzun kuru diyecekler çıkabilir. Ben de bir bordro emekçisi olduğuma göre, iki ay maaş almasam borca gireceğime göre tuzum hiç de kuru değil. Ayın 15’i benim için de önemli bir gün.

Yine de, babası zengin olmasına rağmen kendine farklı bir hayatı seçen, imamlık yaparken devletten aldığı maaşı tasadduk edip ailesinin rızkı için keçi besleyen Abdülaziz Bekkine’nin hikâyesini zaman zaman hatırlayarak, ona içten bir muhabbet besleyerek bir parça temize çıkmaya çalışıyorum.

Öyle ya, o Nurettin Topçu gibi bir devi bile mest etmişti. Topçu, yıllarca boğuştuğu sorulara onda cevap bulmuş, sıkıntılı ruhu onun yanında sükûna ermişti. Hocasının vefatının ardından, ruh halini anlattığı –bence her Türk gencine okutulması gereken- “Yıldırım’ın Huzurunda” adlı muhteşem yazısında Topçu, ondan “Ruhlarımızın önünde yürüyen o büyük varlığı kaybettim” diyerek bahsedecekti. (Taşralı, Dergâh Yayınları)

1895 yılında Kazanlı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğan Abdülaziz Hoca ilk gençliğinde İstanbul’da bazı önemli hocalardan ilim tahsil etti. 15 yaşında ailesiyle birlikte tekrar baba yurdu Kazan’a gitti. 1917 Sovyet İhtilalinden sonra İstanbul’a dönmek için yollara düştü. Bir süre ailece Bakü’de bulundular. 1921’de, İstanbul henüz işgal altındayken İstanbul’a döndü. Bir müddet bakkallık etti. Medreselerde dersler okudu, dersler verdi. M. Zahid Kotku ile tanıştı. Tekirdağlı Şeyh Mustafa Feyzi Efendi’ye intisap etti. Uzun yıllar farklı camilerde imamlık yaptı. Son görev yeri Zeyrek Çivizâde Ümmü Gülsüm Camii’nde 13 yıl hizmet etti (https://islamansiklopedisi.org.tr/bekkine-abdulaziz).

Söylenenlere göre mütevazı evi üniversite hocalarının ve öğrencilerin uğrak yeriydi. Şahitlikler onun güler yüzlü, sakin, insana huzur veren tabiatından bahsediyor.

Dünyaya yüz vermeyen biriydi, izzetli duruşuyla onunla temas eden herkesi etkiledi.  Öyle ki, 57 yıllık ömrü bitip de “Peygamberâne sakalının üstünde namütenahiye kolayca dalan mavi gözleri kapandıktan sonra” Nurettin Topçu’yu kendini bu dünyada sahipsiz ve bir başına hissettirmişti.

Allah rahmet eylesin.

Çok Okunanlar