1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. Anı

Urfa’da Bir Maşrapa Soğuk Su

Urfa’da Bir Maşrapa Soğuk Su
0

(Yeryüzü Coğrafyam) şiirinden,

Bismillâh der başlarım bu şiire
Bu şiir götürür beni götüreceği yere.

Evvelâ selâmlarım
Görüneni, görünmeyeni
Bilineni, bilinmeyeni
Selâmlarım yeryüzüne
Buğday tanesi gibi dağılmış
Başı dik onurlu mü’minleri.
Mehmet Atilla Maraş

 

Geçmiş zaman, buzlu camın ardında… Bu mısralar da öyle. 80’li yılların ruhumda bıraktığı izlerden…

Asıl ANEY şiirini hatırlatacaktım. Yine o yıllarda nerede karşıma çıktıysa çıkmış, yatılı bir öğrenci olarak Aney’in bazı mısralarını ezberlemiş idim. Sonradan şiirin 1967 yılında Erzurum’da bir öğrenci yurdunda, bir kış gecesinde, büyük bir gurbet hüznüyle yazıldığını öğrenecektim:

 

(Aney) şiirinden,

Aney
Canım Aney kurban Aney
Hayalin önümde şimdi bir anıt gibi durur
Sen şimdi leğenin başına oturmuş
Hamur yoğuruyorsun
Yarın ekmek yapacaksın akşama kadar
Gözlerin tezek dumanından yaşaracak
Alnında ter bulgur bulgur kabaracak
Sıcak bazlamalar yapacaksın
Ben orda yokum ağlayacaksın…
Ağlama Aney ağlama
Gündür bu nasılsa geçer
İnsan insana tez kavuşur
Mehmet Atilla Maraş

 

Urfalı değilim. Aynı duyguları yaşamışsak aynı kelimelerle düşündüğümüzdendir. Aynı toprağa buğday saçışımızdan ve secde ediyor olmamızdan, aynı sözlerin büyüsüne kapılışımızdandır, günde beş kez aynı çağrıya uyup yola çıkışımızdandır. Nemrut’un ateşine su götüren karıncanın niyettaşlığındandır. Şükürler olsun. Elhamdülillâhi rabbil âlemin.

Efendim bütün bunlar Ay Vakti dergisinin Mart-Nisan 2025 sayısında karşıma çıkan Mehmet Atilla Maraş’ın Bu Kadim Şehir -Urfa- şiirinin çağrışımlarıydı.

Meramım şudur ki, 80’li yılların sonlarına doğru kadim şehir Urfa’ya gitmiş idim. Çocukluğumda yaşlı Rumeli muhacirlerinden dinlediğim Balıklıgöl’ün ve balıkları merak ediyordum en çok. Hem sonra dedemin her yıl alıp beyaz toprak sıvalı duvarımızdaki çiviye astığı saatli maarif takviminin kartonunda resmini görmüştüm Balıklıgöl’ün. Takvim kartonunun resimleri her yıl değişirdi. Dedem mi seçerdi bu resimli takvim kartonunu, yoksa kitapçı rastgele mi verirdi kartonlu takvimi dedeme, bilemiyorum. Kâbe’yi de; Sultan Ahmet, Süleymaniye ve Selimiye camilerini de ilk defa bu takvim kartonlarındaki resimlerinde tanıdım. Ha, önce birkaç mısra, ilgili şiirden:

Gülleri karanfilleri reyhanları geçerek
Çeşmelerden akan berrak sular içerek

Bir ikindi sonrası taş yapılı evlerin damında
Küme küme kuşları gökyüzüne uçurabiliriz.

En güzel yanı budur ömrün haz alırsan hayattan
Bir ayrılık türküsü yankılanır kaleden ta uzaktan

Bir nara at gökyüzüne bütün yıldızlar duysun
Uyuyan bu kadim şehri uykudan uyandırsın
(Ay Vakti Mart-Nisan 2025, s.29)

 

Otogarda inmiş, ana cadde boyunca yürürken, gitmek istediğim yeri şu amcaya sorayım dedim içimden. Hava çok sıcaktı ve bir kısım esnaf, dükkânlarının önündeki gölgeliklerde oturuyordu. Selâmünaleyküm, filan yere nasıl giderim hacı amca, diye sorduğum bey amcanın, hoş gelmişsin, gel ben seni götüreyim, deyip bana eşlik etmesi, o genç yaşımda bana biraz ağır gelmişti. Yoo yoo, yük olmak istemem, ben giderim ısrarıma rağmen benimle yürümüş, uğurlar olsun diyerek ayrılmış idik.

Yürürken ana cadde ve yan sokağın kepçelerle derince kazılmış olduğunu, hiçbir çalışma olmadan öylece bırakıldığını görmüş, bir anlam verememiştim.

Sonraki gün yine aynı çevrede, neden böyle bu cadde, diye sorduğum bir başka Urfalı amca şöyle demişti: Reis (belediye başkanı) Ankara’ya boru almaya gitti. Onun için kazdırmıştır. Urfa’ya su getirecek inşallah!

Kültür ve Turizm Bakanlığının Balıklıgöl yanındaki Danışmasından aldığım broşür ve kitapçıkları okuyarak keşfetmeye çalıştım çevreyi. Basit makinamla fotoğraflar çektim.

Yakın çevrede yürürken önünde hazır şişe suları olan, şimdilerde büfe denilen ama aslında bir bakkal olan bir dükkânın önünden geçerken yahu şuradan bir şişe su alayım demiştim: Selâmünaleyküm hacı amca, su verir misiniz? Pek dikkat etmemiş, yüzüne de bakmamıştım amcanın. Dükkânın arkasına doğru gitti, buzdolabını açıp bakır bir sürahi çıkardı ve elindeki maşrapayı suyla doldurup, buyur evlâdım, diyerek maşrapayı bana uzattı. Etrafta oturacak bir yer aradım göz ucuyla, yoktu. Çömelerek, yavaş yavaş içtim maşrapadaki suyu.  İçimden de yahu ben hazır şişe suyu istemiştim, neyse, kısmet böyleymiş diye geçiriyordum. Ha, İslam âlimlerinin hep suyu soğuk içtiklerini de hatırlayalım.

Sağ olun, Allah razı olsun diyerek boş maşrapayı amcaya uzatırken sormadan edemedim: Bey amca, ben şu şişe sularından vereceğinizi zannetmiştim, onlardan niye vermediniz? Aldığım cevap iki yüzyıldır içine düştüğümüz medeniyet buhranından çıkışımızın anahtarıydı, Urfa ağzıyla: Su aziz bir nimettir, parayla satılmaz. İsteyenlere verilir! Peki dedim, bunlar ne, bu şişe sularını niye koydunuz buraya? Ha onlar mı, onlar turistlere. Turistler maşrapadan içmez. Hem onların Müslümanlara satışı yasaktır. Allah Allah! Kim yasakladı ki? Belediye reisi! Reis dedi ki: İsteyenlere vereceksiniz. Reis öyle dese de ben yasakladım! Suyun parayla satılması alâmet-i kıyamettendir, dedi. (Yasak ifadesini bir zabıta yaptırımı değil de gönüllü bir uygulama şeklinde anlayalım. Zira o yıllarda suyun şişelenerek satılması çok yeniydi ve Anadolu’ya bir moda gibi yayılıyordu.) Teşekkür ettim, musâfaha yapıp yürüdüm gittim.

Şu kadar yıl geçti aradan. Öğrendim ki suyu bakır bardakta içersek bakır almış oluyormuşuz vücudumuza. Öğrendim ki suyun da hafızası varmış. Düşünüp dururdum, yahu güneşte açıkta ısınmış suyla veya durgun suyla abdest almak niçin mekruh kılınmış diye? Onkolog Haluk Nurbaki hocanın Namazın Sırları kitabında rastladım: Suyun, vücudumuzdaki fazla elektronları deşarj etme özelliği kayboluyormuş. Bilemem başka hikmetlerini. Her şeyi aklımızla değerlendirmemek gerekiyor.

Vesselam!

1964, Kocaeli doğumlu. İlkokulu İzmit’te, ortaokul ve liseyi Adapazarı’nda okudu. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde aldı. 1987’de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğine başlayan Ahmet Akçakaya 2019’da emekli oldu. Gençlik yıllarından itibaren başladığı yazı çalışmalarına devam etmektedir. Yazıları Millî Gazete ve Yeni Devir ile Mavera, Yeni Sıla, Ahenk, Ay Vakti ve İkindi Yazıları dergilerinde yayımlandı.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir