1. Anasayfa
  2. Edebiyat

3 Defter / Hicabi KIRLANGIÇ

3 Defter / Hicabi KIRLANGIÇ
0

Karda çiçek açmak gibiydi bir şiir kitabını, 3 Defter’i okumak, derin ve ince.   “Yüreğim burkulabilir, yürümek için sana” diyecek kadar cesur, “Yağmur mezar kazıyor yere” yazacak kadar cüretkâr. Kime nasip olmuş rahmetin açtığı kabre gömülmek şairden başka. Er/ermiş kişi niyetine okuyalım yazdığı mısraları ve anlayalım ırmağın sığ kenarlarında yığılan yapraklar gibi beklettiği gölgeli hayatını.

Beklemeyi dert etmemiş. Bilmek istemiş şair, bu bekleyişin içinde umut var mı? “Bulut seni ağlasın diye kaç mevsim beklemeli?” diyebilmiş. Beklemiş de üstelik: “Yol başlarında seni bekleyen benim yar, Gelmen yakın mı diye koklarım rüzgârı” diye eklemiş. Ses etmeden, çayı koklar gibi koklamış gelme ihtimaline karşılık rüzgârı. Sonra da çözüm istemiş sakince, boş ver demenin en şiirsel haliyle: “Biz nasıl kaydırmadan tutacağımızı düşünelim yıldızları”. Çünkü yaş kırkı geçmiş ve ölüm göz kırpmış, Amasya’nın kızgın kayalarından. “Biraz öte git ölüm ne yakınsın! Benim ruhumla halvetim var daha, Hele gökler ziynetini takınsın, Yüzüme gülecek sabahlar daha”. Dur demiş. Dur lütfen, henüz başladım yaşamaya.

Bekleten, bekletmeye kıymış da şair beklettin diyememiş bekletene: “Oldu olmayanlar, gülleri soldurdun, Takılıp aklına yüzlerce sarmaşık, yekinip durdun. Şaşırdın mevsimleri ihanet ettin fulyalara, Ağlasan onur olurdu. Sustun. Sustun da gülleri soldurdun.” Diyebilmiş.

Gelmeyeceğinden emin olunca, beklemekten vazgeçmiş mi bilinmez. Yine de içinde aklamış sevdiğini: “Yüz üstü bırakmak isteyeceğin kadar varmış bu kalbim” diyebilmiş karalayarak kendini. Hangi seven sevdiğine kara çalmış ki?

Söz etmek haddim, susmak ise mümkün değil. Bu şiirlerin dili bana öyle yakın ki. Sözü, şiiri, insanı dinlemeyi severim. Sükûtu hepsinden çok. İlk kez bir kitabı okurken kendi yazdığım bir şeyi okuyorum sandım. “Sensin ruhumda esen rüzgâr, senden başka rüzgâr var mı?” Durdum, Amasya’nın Akbilek mahallesinin köyden bozma sokaklarından, çocukluğumdan bir rüzgâr esti savurdu saçlarımı. Bir şairle aynı sokakta doğmak ve büyümek ruhumu okşadı. Aydım. Akışına kapıldım kitabın. Nasıl kapılmayayım ki? Hiç gelmemiş, körpe bir yüreğin gidişini seviyor şair. Bir gönül düşün ki gidişini, ölümünü bile dünyanın en narin rüzgârıyla uğurluyor şiirinde. Misklerle, amberlerle…” Gidersin ne güzel, bembeyaz giysin olur hiç giyilmemiş, yeşil örtüler örtünür, miskler sürünürsün el sürülmemiş”. Gelişini beklemeyi de tarif etmiş üstelik: “Gelince suların yanma mevsimi, aşkımı gözünün yaşında pişir”. Kor gibi.

Yârin kıymetini bilişi de farklı olacak elbet şairin. Herkes gibi olacak değil ya. Bilmeyenlere sitem edecekse de ancak inceden inceye: “Güle el sürmemişler için görüntüdür dikenler, Güneşin anlamı yok, baksana penceresiz evler”.

Sevmenin ne demek olduğunu, insan gölünde kapladığı hacmi anlatmanın daha muzipçe bir yolu var mı bilmem ama “Teslim, teslim kalbimde bir karıncaya bile adım atacak yer kalmadı” demek duyduklarımın en güzeli…

İçini ağyara döküp anlattıklarından utanmamak, böyle hicap yüklü bir şair için pek mümkün değil elbette. Bu ince naza şiir yazmamak da… Susmak da… ”Yine yağmur yağacak biliyorum, sıvalarım dökülecek kalbim çıkacak ortaya” diyerek utanmış. Nahifçe. Gece, her gece gibi aşkı da hicabı da kendi koynuna alıp yatacakken “Güneş geceyi katlayıp koyacak yüklüğe usulca, yuyacak uykuyu yüzlerden, fakat göğün direğine sarılmış bırakmıyor gece güneşin duraksayışı bu yüzden” dedirtmiş şaire.

Belli ki ateş böceği gibi yanmadan bulunmuyor, bulunacak olan. Derviş gibi “Kalkıp gidiyor yataklarından ırmaklar”, ırmaklar da biliyor yurdunu terk etmeden yâre kavuşulamayacağını.

Ve eyvallah! “Leyla içre leylasızca yedi vadiden geçtim, Tek başıma bir kuş idim çoğalttı derdim beni”. Olanlar olmuş, aranan bulunmuş belli ki. Bizim payımıza elbette şu mısralar düşerdi: “Bilmem yârin kapısına daha çok var mıdır? Ben miyim yürüyen yoksa yollar mıdır?”

“Edebiyatın sultanı” der şiir için şair. Ve “Eskiler şiirle hikmeti birbirinden ayırmazdı.” Şiire ırmakları, dağları, bağ ve bahçeleri okumaya başlayarak başlamış ve bunca ömrünü aynı zamanda şiire de vakfetmiş bir şairin şiirlerini uzun uzadıya şerh etmek mi? …

”Söylemeliyim baştan biz daha yaşamadık, Gönlümüzde bir kuş sakladık, uçuramadık”. Toyluğumuz bu yüzden. Şaire de defterleri için bir çift söz söyleyecek olsam: “Irmakları bilirdim bir de alttan alırdı köprülere karşı, Köprü nedir bilmeyen denizleri senden öğrendim”

Der, susardım.

14 Ocak 1983 yılında Amasya' da doğdu. İlköğretim ve lise eğitimini Amasya' da tamamladı. İlköğretim yıllarında şiir ve kısa öyküler yazmaya başladı. 2001-2007 yılları arasında Bursa, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde eğitim aldı. 2010- 2015 yılları arasında Samsun, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümünde uzmanlığını tamamladı. Şuan Amasya üniversitesi Tıp Fakültesi, Sabuncuoğlu Şerefeddin Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümünde doktor öğretim üyesi olarak görev alıyor.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir