Edebiyat
Tadımlık Kitaplar – 31 (2023 MAYIS)
EKLENDİ
-:
Yazar:
Murat ErdoğanSelamün aleyküm Sevgili Okur,
Tadımlık Kitaplar 31. Sayısında sizlerle birlikte yine. Mayıs, bizim için Hıdrellezi çağrıştırır öncelikle. Hıdrellez; dünyada darda kalanların yardımcısı Hızır ile denizlerin hâkimi olduğuna inanılan İlyas isimlerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir kelime. Bu iki ismin yeryüzünde buluştukları gün, 6 Mayıs olarak kabul edilmektedir. 6 Mayıs yaz mevsiminin başlangıcı olarak kabul edilir. Bu günde Anadolu insanı geçmişten bugüne yaz mevsimini dolu dolu yaşamıştır.
Gençlik Bayramı da bu ayda. Yaz mevsimi ve gençlik… Hareket ve dinamizm… Sevgi ve bereket… İnanç ve mücadele… Neşe ve kararlılık… Gençlerin enerjisiyle ihtiyarların birikimlerinin buluştuğu bir mevsim yaz…Bu anlamda birçok şeyi bünyesinde barındırır. İşin zorluğu gençleri ve ihtiyarları bir araya getirme becerisinde. Hangi millet bunu başarmışsa geleceğe uzanma fırsatını yakalamış demektir. Bize düşen de bunun sağlamak.
Mayıs ayı Anna Frank’ın, Abdülhak Şinasi Hisar’ın, Orhan Burian’ın, Henry David Thoreau’nun, Haldun Taner’in, Hamamizade İhsan’ın, Sermet Muhtar Alus’un, Sait Faik Abasıyanık’ın, Tahsin Nahit’in, Memduh Şevket Esendal’ın, Ercümend Behzat Lav’ın, Ziya Paşa’nın, Nurullah Ataç’ın, Vasıf Öngören’in, Ali Suavi’nin, Victor Hugo’nun, Şair Eşref’in, Henrik Ibsen’in, Kenan Hulusi Koray’ın, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın, Şair Osmanzade Taip’in, Cevdet Paşa’nın, Necip Fazıl Kısakürek’in, Samuel Pepys’in, Virginia Woolf’ın, Edip Cansever’in, Alexander Pope’un ve adını burada anamadığımız nice siyasetçi, edip ve düşünürün vefat ettiği bir ay…
Mayıs Eski Yunan’a ve Latin’e dayanan bir kelime… Yılın beşinci ayı… Aynı zamanda ilkbaharın son ayı… İçinde emek bayramını, hıdrellezi ve gençlik bayramını barındıran bir ay… Artık güneşin insan kemiklerini iyice ısıttığı bir ay… Sevginin ve mutluluğun zirveye çıktığı bir ay… Tabiatın yeniden insanoğlunu çeşitli nebatlarla beslediği bir ay… Bir önceki yıldan kalan yiyeceklerin sonunun geldiği bir ay… Sebze ve meyve çeşitlerinin iklime ve coğrafyaya göre kendilerini insanlığa arz ettiği bir ay… Eğitim ve öğretim yılının sondan bir önceki ayı… Rabb’imizden bizleri Mayıs ayındaki bunca ikramı karşısında hakkıyla şükredenlerden kılması dileğiyle Allah’a emanet olunuz.
Emek Bayramı’nın, Hıdrellez’in ve Gençlik ve Spor Bayramının ülkemize hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle… Bunların ayrıştırıcı değil birleştirici işlevinin etkin kılınması en büyük temennimizdir. 14 Mayıs aynı zamanda 28. Dönem Milletvekili seçimi ile Cumhurbaşkanlığı (Başkan) seçiminin gerçekleştirileceği bir gün… Her iki seçimin milletimiz ve İslam âlemi için hayırlı ve uğurlu olmasını Rabbimden dileriz. Hayırlı ve bereketli bir ay dileğiyle…
1. KERİM USTA’NIN OĞLU BİR DOKTORUN HAYATI, Halide Edip ADIVAR, roman, Can Yayınları, İstanbul 2012.
1882 İstanbul doğumlu Halide Edip. Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu. 1908’de başladığı yazarlığa hayatının son günlerine kadar devam etti. 1964’te vefat etti. 1950’de siyasete girse de devamını getirmedi ve 1954’te siyasetten çekildi.
Hikâye ve romanlarıyla edebiyatımızda ayrı bir yer edindi. 1909’da yayımladığı Raik’in Annesi yazarın ilk eseri, 1964’te yayımladığı öykü kitabı Kubbede Kalan Hoş Sedâ da son eseridir. Yazarın Kerim Usta’nın Oğlu adlı romanı 1958’de Milliyet gazetesinde tefrika edilmiş, ancak 1974’te kitaplaşmıştır.
Gençlik yıllarında kütüphaneden ödünç alarak okumuştum bu roman, 2015 yılında kütüphaneme girdi. Yeniden okuyunca bir çocuğun tutkuları peşinde koşmasının ne denli önemli olduğunu bir daha öğrenme imkânı buldum.
Kurtuluş Savaşı yıllarında büyük bir özveriyle çalışan roman kahramanı doktor Kasım Derman’ın hayatını anlattığı bir romandır. Kahramanın babası muhallebici Kerim Usta’dır. Millî mücadele döneminde Kerim Usta’nın çocuklarını ve eşini Eskişehir’den İstanbul’a göndermesi sonrasında şehit düşmesi ve ailesinin yaşadıkları anlatılır.
Roman Doktor Kasım Derman’ı Takdim, Hikâye Başlıyor, İstanbul’a Doğru, Beşiktaş’taki Sultanm, Ben ve Kadınlar, Tıbbiye’de, Amerika’dan Dönüş ve Sonrası adlı yedi bölümden oluşmaktadır. Romanda İstanbul’da hayat, Kasım Derman’ın meslek edinme telaşı ile hekimlik yolundaki eğitim hayatı anlatılır.
Kerim Usta’nın Oğlu’nun İstanbul’a Doğru adlı Üçüncü Bölümü’nden bir bölüm sizleri bekliyor sevgili okur:
“İlk defa babamın bizi Eskişehir’den daha doğrusu kendi yanından ayırması, bende sadece tahlil edemeyeceğim değil isim veremeyeceğim bir felaket hissi bırakmıştı. Teyzemin dediklerini dinledikten sonra bütün dünya karmakarışık, sonu tahmin edilemeyen bir âfet içindeymiş gibi bir huzursuzluk içine dalmıştım.
Beşiktaş iskelesinden Uzuncaova’ya, elim annemin yeldirmesinin eteğinde, yürüdük. Orası Yıldız’a giden büyük caddeye muvazi fakat en alçak yerdedir. Oradan köy içinden yürüyerek o caddeye gidilir. Şimdi düşünürken bugünün gecekondularını hatırlıyorum.
Evlerin ekserisi derme çatma, Balkan Harbi’nin Rumeli muhacirleri tarafından yapılmış birer baraka bozuntusu evciklerden ibaretti. Sokaklar yamru yumru, çarpık geçitler… Yani bugün de sokak adı verilemez. Bilmem oraları hâlâ aynı halde mi?
Malum ya o zaman pek elektrik yoktu. Akşam gelmiş çatmıştı. Çünkü, o ağır bohçalarla yürümek, bilhassa tek kürekli kayıkla Haydarpaşa’dan Üsküdar’a gitmek çok zaman kaybettirmiş, bu evciklerin perdeleri arkasında yer yer ışıklar yanmıştı. O yamru yumru çamurlu sokaktan geçerken arada bir sendeliyor, düşüyor sonra gayret edip kalkıyordum. Bir defasında oradan geçen bir adamcağız beni tuttu kaldırdı.
Nihayet penceresinin basma perdesinden ışık sızan bir küçük evin kapısında durduk. Kapı aralıktı, içerdeki küçük taşlık, galiba bir idare lambasıyla aydınlanmıştı. İçerde uzun bir erkek, şişman ve bodur bir kadın konuşuyorlar, kıyafetleri, sesleri hep gölge içinde. Şive, Rumeli şivesi.
– Nerede kaldılar?
– Gelirler şimdi… Sen pişirdin mi bir çorba? Dur, bak, kapının önünde duruyorlar.
Bu kalın erkek sesinin Rumeli şivesi çok hoşuma gitti. O loş, hatta karanlık sokaklardan sonra bana orası bir sığınak gibi geldi. Erkeğin başında galiba abani bir sarık var. Sırtındaki mintanın kolları sıvalı, bacaklarında daha fazla şalvara benzeyen bir pantolon, çıplak ayaklarında nalın… Galiba akşam namazı için henüz abdest almıştı. Kadının başında sımsıkı bir beyaz baş örtüsü. Etekleri belindeki kuşağa iliştirilmiş, altında gene şalvarımsı bir basma don… Yüzünden tek hatırladığım, o loşluk içinde fıldır fıldır dönen gözleri.
– Geldiler, geldiler… Buyurun, safa geldiniz, hoş geldiniz.
Kadın misafirleri kucakladı. Sonra beni de yanaklarımdan öptü.
– Bizim Rumeli için kan döken şehit arslanın yavrusu bu.”
(Kerim Usta’nın Oğlu, s. 40-41)

2. DİL VE AHLÂK, Hakan POYRAZ, inceleme, Vadi Yayınları, Ankara 1996.
1962 Ordu doğumlu Hakan Poyraz, felsefe profesörü ve araştırmacı yazar. Daha çok düşünce türünde eserler veren yazar 2012’den bu yana Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Felsefe Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyesi. Hikmetin İzinde (2016), Dil ve Ahlak (1995), Ahlak Felsefesi Yazıları (2015), Felsefe ve Edebiyat (2014), Hacivat’ın Hüznü (2002) gibi birçok kitabı ile kitaplarda hazırladığı bölümler ve makaleleri vardır.
Dil ve Ahlak, ilk defa Ekim 1996’da Vadi Yayınlarınca yayımlanmış. 12 Aralık 2002’de Ankara’da satın almışım. Üzerinde tefekkür ederek okuma yaptığım bir kitap bu.
Ahlak felsefesi üzerinde düşünce temrinleri yapan yazar, bu çalışmada Hare’in ahlak felsefesi hakkındaki görüşlerine odaklanıyor. Dil ve Ahlak; Giriş – Çözümleyici Felsefe, Çözümleyici Etik – Hare’in Meta Etiğinin Temelleri – Diğer Meta Etik Kuramlar ve Hare – Hare Etiğinin Normatif Dayanakları – Sonuç olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır.
Buyurun Sonuç bölümünden bir kısım üzerine temrinler yapmaya:
“İnsan kavramını kendi bütünlüğü içinde düşündüğümüzde, bizler insan olarak, eylemlerimizi yöneten ve onlara rehberlik eden ‘değerler’ le örülmüş bir atmosferde nefes alıp vermekteyiz. Şurası muhakkak ki, değerler dünyasındaki değişme, teneffüs edilen atmosferin değil, bu atmosfer içindeki unsurların değişmesidir. Bu mânada değer yargılarının değiştiğini ama değerlerin değişmediğini söyleyebiliriz.
Bu değişimin atmosferi kirlettiğinin veya tam tersinin düşünülmesi, değişim karşısındaki tavrımızdan kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan özellikle ülkemiz açısından düşünüldüğünde, ‘değerler’ üzerine yapılmış, teorik-ampirik çalışmaların kendiliğinden bir önemi vardır.
Bununla beraber, değer gibi subjektiflik taşıyan bir kavramı bilimsel bir obje haline getirmenin güçlüğü açıktır. Özellikle 20. yüzyıl düşüncesine, yalnızca düşüncesine değil bilim anlayışına da hâkim olan pozitivist yaklaşıma göre: değerler, gözlem yoluyla elde
edilmiş olgusal bir içeriğe sahip olmadığı için, bilimsel faaliyetin sınırları dışında tutulmuştur. “Dilin sınırları dünyanın sınırları olduğuna” ve ‘dünya’ da “olguların toplamı” olduğuna göre, değerler hakkında konuşamazsınız bile (Wittgenstein). Bu görüş hålen bilim üreten çevrelerde -bu kadar keskin olmasa da- savunulmaktadır. Buna göre, bir şey eğer bilim olacaksa değerlerden arındırılmış olmalıdır. Değerlerden arındırılmış bir sosyal bilim kurma ülküsü, buna bir örnektir. Bir bilim adamı olarak sosyolog, toplumdaki yaygın değerleri tesbit edebilir, bir psikolog, bireydeki ahlâk gelişimini ve bu gelişimi etkileyen faktörleri inceleyebilir. Sözgelimi, Türk toplumunda misafire karşı özel bir hürmetin olduğunu tesbit eden sosyal bilimci bunun olması veya olmaması gerektiği konusunda da bir hüküm bildiremez. Bildirse de, bu indi bir hüküm olup ilmi bir kıymeti yoktur. Bu mânada bilimin ahlâk alanında söyleyebileceği tesbitten başka bir şey değildir.
Problem şudur: Ahlak bir felsefi spekülasyon mudur? Yoksa bir bilim mi? Ahlâk, bilimlerin konusu olabilir mi? Eğer ahlâk bir bilim ise diğer bilimlerle ortak konulan nelerdir? Eğer bilim değilse, yani bir problem sahası ise, bu saha hakkında ne söylenebilir? Bunun için bu sahadaki hafriyatı temizlemek ve ahlâkı bilimsel bir obje olarak ele almanın nasıl mümkün olduğunu göstermek gerekmektedir.”
(Dil ve Ahlâk, s. 176-177)

3. ELİFBÂMDAN ARTAKALAN, Murat KAPKINER, şiir, Esra Sanat Yayınları, Konya 1994.
10 Nisan 1950 Malatya doğumlu şair, yazar ve ressam Murat Kapkıner özel ve resmî kuruluşlarda görev yaptı. Aylık Dergi, Çağımıza Selam, Varide ve Kelime dergilerinde şiir ve yazıları yayımlanan yazarın Yeni Şafak ve Millî Gazete’de de çalışmalarına yer verildi.
Kapkıner’in Güz İnsanları (1982), Karanlıktakiler (1983), Wesirfinger Pastanesi (2001), İblis’in Son Savunması (2001) adlı romanları; Yaşamayı Göze Almak (1986) adlı deneme kitabı; Nefs (1988) adlı söyleşi kitabı ve Not Düştüm Besmeleye (1990), Bütün Eserleri 1-5 (1- Şiirler / Anne Ben Artık İyiyim; 2- Denemeler; 3- Merhamet Muştusu, dört risale bir arada; 4- Elifbamdan Arta Kalan, şiir; 5- Nef Risalesi), Kimsenin Aklına Gelmeyen (1999), Ademin Müstesna Ölümü (1998) adlı şiir kitapları bulunmaktadır.
Elifbâmdan Artakalan, şairin 1994 yılında yayımladığı bir şiir kitabıdır. 2 Şubat 1998’de kütüphaneme giren Elifbâmdan Artakalan’da toplam 26 şiir bulunuyor. Şiirleri ilk günlerde büyük bir heyecanla okuduğumu hatırlıyorum. Bugünlerde yeniden okuduğum Elifbâmdan Artakalan bende ayrı bir duygu yoğunluğu oluşturdu.
Şair, kitapla aynı isimli Elifbâmdan Artakalan’da yalnızlaştırılmış bir insanın iç dünyasından kesitleri anlatıyor. Şair Elifbâmdan Artakalan’la huzurlarınızda:
ELİFBÂMDAN ARTAKALAN
az sonra beni çağırırlar buralı değilim
yanımda memleketimi bildirir bir belge getiremedim üzgünüm hiç kimse fotoğrafını çekmedi izin vermediğim uygun durmadığım söyleniyor /- aksine efendim benim annem belirlenemedi/ birazdan beni çağıracaklarını umuyorum
sigaramda yol görünüyor burdan da dengimi tutuyorum bol miktarda Eylül biriktirmiştim /aslında Kasım demek istiyorum/ kerpiç duvar diplerinden topladım koynumda bütün ceplerimde Akdeniz kıyısından devşirdiğim renkli çakıllar kaydırak taşları midye kabuğu ve ince kumun içindeler sigaramda yol görünüyor yakında beni çağırabilirler
Anne’m en gizli sırrını sonuçta “Ay” a dokunmak istediğini nihayet bana açtı O’nun gibi muhteşem iradelerin sahibi olamam soylu değilim gökyüzüyle tanışmak Güneş’i görmek bana yetecek nasıl olsa birgün beni çağıracaklardır
/ben hep atomla galaksiler (yani gergefle kirpiklerin) bulutla okyanus çukurları (yani kaş ile göz) arasını doldurdum/
şefaatçim yok yalnız beni bağlıyor olsa da kanıtlarım makbul olur umuduyla şahidimi ibraz ediyorum işte merhametli ellerinize gene de bir ilk çizgi elifbamdan arta kalan birgün gele ola ki beni çağıralar 12-14-20 Ekim ’94
(ELİFBAMDAN ARTA KALAN, s. 30-33)
Tadımlık Kitaplar-31’in de sonuna geldik. Bu ay, baharın son ayı… Havalar iyice ısınmaya başladı. Meyve ağaçları meyveye durdu. Sırasıyla her biri sökün edecek günlerdeyiz. İnsanın meyvesi de geleceğe bırakacağı birkaç iyilik ve güzellikten başka nedir ki! Geleceğe bunları bırakanların adları unutulmayacak Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bayram-ı Veliler gibi. Tadımlık üç kitapla sizleri baş başa bıraktık. Rabbim okumalarımızı bereketlendirsin. Allah’a emanet olunuz.
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Kışın Serencamı
Yahudilikte Tanrı’yı Bilme ve İnanma
Vefa Taşdelen’in “Düşünmek Özgürlüğü” Kitabında Düşüncenin Diyalektiği veya Düşünceye Giden Yol Üzerine
Mesnevi’den – 5
Prof. Dr. Erol Göka: Modern Zamanlar için Yeni Bir Milat; Gazze’den önce ve Gazze’den Sonra…
Elleriyle Yazıp Allah’a İftira Atanlar


Kışın Serencamı

Yahudilikte Tanrı’yı Bilme ve İnanma

Vefa Taşdelen’in “Düşünmek Özgürlüğü” Kitabında Düşüncenin Diyalektiği veya Düşünceye Giden Yol Üzerine

Çok Okunanlar
- Düşünce-
Ayçin Kantoğlu: İsrail Örgütlü Bir Kötülüktür…
- Düşünce-
Prof. Dr. Erol Göka: Modern Zamanlar için Yeni Bir Milat; Gazze’den önce ve Gazze’den Sonra…
- Edebiyat-
Tiflis Müftüsü (Doğu Gürcistan Baş Müftüsü) Eminov Etibar Bey’le Röportaj
- Dünya-
Özbek Mutfağının Nazende Güzeli: Kök Çay
- Dünya-
Selam Sana Gazze
- Din ve Hayat-
Mehmet Taşkıran Hoca’nın Vefatına Tarih
- Din ve Hayat-
Elleriyle Yazıp Allah’a İftira Atanlar
- Edebiyat-
Kışın Serencamı