1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. Öykü

Cami Ne Yana Düşer Baba?

Cami Ne Yana Düşer Baba?
0

Hakk’ın hatırı âlidir, hadi ağır ağır şu ağır uykudan uyan artık yavrucağım dedi İhsan. Yedi yaşında çocuk ne anlarsa artık bu sözden. Bu kadar ağır bir cümleyi öyle bir ses tonuyla kullandı ki… Çocuk dünyaya yeni gözlerini açarcasına bir rehavetten sonra yeni bir dünyaya adım atmış gibi bakakaldı babasına.  Saniyeler sonra akşam yaptığı kavilleşmeyi hatırladı ve boynuna sarılıp “tamam baba” diyebildi.

Çıktılar. Şehir uyuyor, onlar yalnızlara yoldaş sokak lambalarının aydınlığıyla yol arkadaşlığı yapıyorlardı. Duvar diplerinde, ağaç kovuklarında akşamdan kalma günahların kırıntıları duruyordu. Gecenin serinliği henüz terk-i diyar etmemişti. Çocuk, babasına neden kendileri gibi herkesin kalkmadığını soruyordu sayıklar gibi…

Sessizliğin en derin olduğu bu vakitler, dünyaya uyanmak değil de göğe dönmek gibiydi. Herkesin sustuğu, şehirlerin sessizliğe büründüğü anlar… Kalplerde dingin bir ferahlık, anlamı ihtişam dolu bir rahatlama. Tüm hüzünlerin tamamen geride bırakıldığı, karanlığı yaran o kutlu aydınlığa doğru, müstakime niyetle atılan o samimi adımlar… Sadece camiye değil sanki biraz da kendilerine doğru bir seyrin içindeydiler. Nefsine karşı zafer kazanmışlık hissi kibre dönüşmeden çıkmalıydı o hâlet-i rûhiyeden İhsan. Adımlar ilerledikçe, çocuk sorularına devam etti:

“-Cami ne yana düşüyor baba?”

En çok da “kalbinin en huzurlu tarafına düşer” diyecek oldu da demedi. Az kaldı evlat, sokağın sonu diyebildi. Oysa ne çok cevap vardı o soruya verebileceği.

Adımları kuş sesleri ile karışırken sessizliğin huzur dolu dünyasında, şehir bu kadar çaresiz görünmemişti o güne kadar. Ah seküler yaşam diyerek hüzünlendi, acımasız ve tüketmekten başka gayesi olmayan âsi düzene. Kimleri içine alıp öğüttün şimdiye kadar o insafsız çarklarında? Hangi cilalı tuzakların sardı bu kadar şehrin insanını? Vazgeçilmez olan ve kopması bu kadar zor ne idi?  Hangi ruhları erittin şimdiye kadar tekâsür gayyâsında? Modern yaşam diye yutturduğun modern kölelikten daha ne kadar kazanacak, kaç masum hayatı eriteceksin potanda? Bırak bu milletin yakasını! “Birey olmak” safsataları ile yalnızlaştırdığın ve kendisine yabancılaştırdığın insan, kendini tanıyamaz hale geldi. Sorular, sorular, çözümü olmayan açmazlar… Bütün bu iç diyalogların vardığı nokta her gün bir adım ileriye gidiyordu.

Bir kapı daha aralandı geride. Bir başka adam daha çıktı sokağa. Elinde tespihi, yüzünde bir teslimiyet ifadesi. Göz göze geldiler, selamlaştılar. İki yabancı fakat aynı yöne giden iki tanıdık gibi. İçinden “keşke yanında bir de çocuk olsaydı” diye iç geçirdi İhsan. Camiye yaklaştıkça, minarenin altında bir başka sessizlik başladı. Bu, dünyevi sessizliğin ötesinde bir eşsiz bir sükûnet, şartsız bir teslimiyetti. Ruhların konuştuğu, kalplerin duyduğu…

Müezzinin sesiyle yankılandı sema: “Essalâtu hayrun minen nevm…”

Namaz, uykudan hayırlıdır…

Ne büyük bir davet ne derin bir farkındalık. Sadece bir ibadet değil, istenildiği kadar anlam sığdırılabilecek bir uyanıştı. Geceden gündüze, gafletten şuura bir geçiş. Cami içine yayılan cemaat ağır ağır toparlanırken imam efendi rahlesindeki son cümleleri söylemekteydi:

“Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”

Okuduğu, yol gösterici mihenk bir ayetti. Al sana ölçü, al sana vaad, kıstas, kriter, farkındalık, hedef.” der gibi, beyinleri zonklatır gibi… En sevdiğin dünyalıklar ve fazlalıklar senin değildir, olmayana borcun var der gibi… Kişisel gelişim diye süslü püslü sözlerle kimi geliştirdiği belli olmayan, kerameti kendinden menkul sözüm ona sosyete tiplerin saçma-sapan, içine biraz alegori, az biraz hayal, yalan-dolan yaşamlar katılarak sundukları sözde örnek hikâyelerin, seni çıkmaz sokaklardan ötelere götüremez diye figan etmesi gibi…

Herkes sessiz, başlar yere eğik ama kalplerin attığı ortak bir ritim vardı. Dualar aminlere karıştı. Saflara duruldu, niyetler edildi. Secdeye eğildiğimizde, dünya ile mesafemiz açıldı. Ne de güzel yankılandı yüreklerimizde o kutlu cümleler hoca efendinin sesinden:

İnşirah Elem neşrah leke sadrek

“Senin için bağrını açmadık mı? İndirmedik mi senden o yükünü? Senin şanını yüceltmedik mi? Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var. Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O’na doğrul!”

Müjdeyi verene iç huzuruyla “âmin” dedi İhsan, kıbleye yönelmiş kalbiyle…

Namaz bittiğinde güneş hâlâ doğmamıştı, içinde şerha şerha yeşeren aydınlığa inat. Sokak lambalarının pek de hükmü kalmamış, çok bağımsız bölümlü yaşam alanlarına(?) adımlarını yöneltmeye başlamışlardı. Tek-tük yanmaya başlayan evlerin lambaları bu yeni günde hangi ölümlere, yaşamlara, inişlere, çıkışlara, gülmelere, ağlamalara uyanıyordu kim bilir?  Oysa çoktan uyanmışlardı o kutlu vaade kulak verenler. Hem de en derin uykudan: Kalbin gafletinden. Zaman sonra anlaşıldı ki, en uzun yol, yastıktan secdeye giden o kısa mesafe imiş.

Ve o kutlu mesafeyi kat edenlere, Hakk’ın hatırını kırmayanlara bin selam, hiç kaybetmeyecek kadar Hakk’ı tanıyanlara müjdeler olsun.

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir