Edebiyat
Anadoluda Sohbet Kültürü
Şiirden edebiyata, müzikten seyirlik oyunlara kadar hoşça vakit geçirmenin yanısıra tiritten çiğ köfteye, pestilden baklavaya kadar çeşitli yiyeceklerin ikram edildiği, başka bir ifadeyle Havass-ı Hamse (tatma, görme, işitme, koklama, dokunma) duyularının kâmilen itmînan olduğu muhabbet ortamının yerini tutması hayalden öteye geçemez.
EKLENDİ
-:
Yazar:
İmam Hüseyin YaşarGeçmişten günümüze toplumumuzun somut olmayan önemli kültürel miraslarından birisi de sohbet geleneğidir. Bu kadim geleneğin insanlar arasında sevgi, saygı, dostluk ve kardeşliğin pekişmesi ile toplumsal tesanüdün sağlanmasında etkin bir rolü vardır.
Günümüzde bu güzel miras unutulmaya yüz tutmuş olsa bile anadolunun bir çok bölgesinde hâlâ yaşanmaya ve yaşatılmaya devam etmektedir. Modernitenin hızlı teknolojik gelişmeleri, nesilden nesile aktarılan bu şifahi kültürü değiştirmeye veya yok saymaya kalkışsa da dijital sosyal mecraların hiçbiri Urfa’daki Sıra Geceleri, Çankırı’daki Yâran Sohbetleri, Konya’daki Sıra Yârenleri, Diyarbakır’daki Velime Geceleri, Elazığ’daki Kürsübaşı, Van’daki Oturmah, Bursa’daki Erfane, Antep’teki Barak Odası veya Balıkesir‘deki Barana’nın yerini tutması mümkün değildir.
Şiirden edebiyata, müzikten seyirlik oyunlara kadar hoşça vakit geçirmenin yanısıra tiritten çiğ köfteye, pestilden baklavaya kadar çeşitli yiyeceklerin ikram edildiği, başka bir ifadeyle Havass-ı Hamse (tatma, görme, işitme, koklama, dokunma) duyularının kâmilen itmînan olduğu muhabbet ortamının yerini tutması hayalden öteye geçemez.
Çağın sunduğu imkan ve konfora rağmen belli bir yaşın üstündeki insanların çoğunun nostalji denildiğinde geçmiş zamanlardaki sohbet ortamına özlem duyduğunu ifade eden “ne güzel günlerdi o günler, ne güzel sohbet-muhabbet ederdik” cümleleri bu geleneğe olan hasretinden kaynaklansa gerektir. Çünkü sohbetin olduğu yerde ülfet, ülfetin olduğu yerde ünsiyet, ünsiyetin olduğu yerde muhabbet, muhabbetin olduğu yerde ise samimiyet, dostluk ve kardeşlik vardır.
Anadolunun güzel köşelerinden biri olan Gaziantep’in Nizip ilçesinin Toydemir köyünde uzun zaman önce soğuk bir kış gecesinde sorulan odada sorulan bir soruyu ve cevabını sizlerle paylaşmak isterim. Ama öncesinde izninizle kısaca odanın ortamının betimlenmesi gerekir.
Kalın taş duvarları, topraklı damı, kamış veya ağaç dallarıyla kaplanmış direkli tavanı, özel çamurla sıvanmış mis gibi toprak kokan beyaz badanası, tokmaklı tahta kapısı, girişteki eşiği ve trabzanıyla, el dokuması veya keçe halıların üzerinde minder veya döşek ile birlikte sırt kısmına konulan içi kamış dolu yastıklarla, insanı kendine cezbeden sıcacık, tarifsiz bir ortam.
Bu ortamdaki oturma düzeninde yaşlılar odanın üst köşelerinde şöminenin çevresinde, gençler ise kapı ve eşikliğe yakın otururlar ki büyüklerden biri hacet için dışarı çıktığında eline ibrik ve peşkir vererek hizmet yapabilsinler. Gençler kendilerine müsaade edilmediği sürece büyüklerin sözlerini kesmezler. “Büyükler konuşur, küçükler dinler” düsturuyla hareket eden gençler, ahlaki gelişimlerini ve şahsiyetlerini bu ortamlarda öğrendikleri muaşeret adab-ı ve edebiyle oluştururlar.
Kelamdan önce selam ile odaya girilir ve ilk merhabaya mukabele edilip uzun sürmemesi için genelde “cemaate rahmet” şeklinde cevap verilerek merhaba seramonisi bitirilir. Bu kısa izah faslından sonra yukarıdaki sual ve cevabına gelelim.
Zeytin yağlı idarenin loş ışığı altında, Nuh-u Nebi’den kalma şöminenin duman tüten ocağının başında, kalınca bir döşeğin üzerinde sağ ve solundaki yastıklara sırasıyla dirseğini koyup, bir elinde kehribar tesbih diğer elinde mırrayı yudumlayan, hiçbir eğitimi olmadığı halde sadece alimlerin ve ariflerin sohbetleriyle “Kulak Mollası“ gibi yetişen kelâm ustası Hacı Sadık amca, odada oturanlara bir soru sorar:
On oğlan, yirmi kurt, otuz tilki, kırk inek, elli öküz, altmış şükür, yetmiş tükür, seksen mükür, doksan tavuk, 100 yumurta… Sizce bu sayılar ne anlam ifade eder?
Kimi hemen toplayıp 550 yapar, der.
Kimi sıralamayı unuttuğunu, bir daha söylemesini rica eder.
Kimi yukarıdan aşağıya sayarken on’lu çıkarım yapar. Kimi de …
Kısacası hiç kimse Hacı Sadık Amca‘nın beklediği cevabı veremez. İhtiyar bilge tekrar söz alır ve der ki:
-Yahu muhteremler! Bu rakamların toplama veya çıkarmayla herhangi bir alakası yoktur. Bu sayıların her birisinin benim nezdimde insan yaşamının serüvenine dair derûnî bir manası vardır. Şöyleki;
On oğlan: Genellikle on yaşındaki bir erkek çocuğa oğlan denir. İnsan oğlunun saf ve temiz hali. Oğlan eve geldi, oğlan okula gitti, oğlan uyudu, sizin oğlan bizim oğlan…
Yirmi kurt: Oğlan yirmi yaşına basınca kendini kurt gibi zanneder; vurdu mu parçalamak ister, ne gündüzden çekinir, ne geceye eyvallah eder, tutabilene aşk olsun o artık kanı deli birisidir…
Otuz tilki: Otuz yaşına basınca tilki gibi kurnaz olur; üçkağıtçılık yapar, alavere dalevere işlerine girer, bir an önce köşeyi dönüp zengin olmak ister…
Kırk inek: Kırk yaşına basınca inekleşir; kız büyümüş gelin olacak, oğlan büyümüş askere gidecek, ebeveyn yaşlanmış bakımını üstlenecek, dolayısıyla çetrefilli sorunlar baş gösterdiğinden inek gibi düşünmeye başlar…
Elli öküz: Elli yaşına basınca kendini öküz gibi güçlü kuvvetli hissetmeye başlar; zira kız gelin olmuş, oğlan teskere alıp işini, eşini, aşını bulmuş, tilkilik yaşından beri birazda mal-mülk biriktirip zengin olmuş, artık çukurovanın pamuk ağaları gibi odaların üst başlarında oturmaya başlar…
Altmış şükür: Altmışına basınca camiye gider zikirle meşgul olur; bir an önce haccını-umresini yapmayı arzular, zira artık ahiret hayatı görünmüştür, ölümün kokusunu hissetmeye başlamıştır, çok şükür diyerek tesbih çekmeye devam eder…
Yetmiş tükür: Yetmiş yaşına gelince hastalık alametleri kendini iyice hissettirir; aksırık, öksürük, tükürük eksik olmaz, mendili elinde tükürmeye başlar…
Seksen mükür: Seksen yaşına basınca başınıza mekr (sıkıntı) olur; ele ayağa düşmeden, başkasına muhtaç olmadan, kimseye eziyet vermeden fani dünyadan dar-ı bekaya irtihal için dua eder…
Doksan tavuk: Doksan yaşına merdiven dayayınca; tavuğun sabah kümesten çıkıp akşam kümese girip tünemesi gibi, evin kapısına çıkar duvarın dibinde veya pencere kenarında oturup mercekli gözlüğüyle sokaktan gelip geçenleri seyretmeye başlar, akşam olunca da tekrar eve kapanıp sabaha kadar tüner…
Yüz yumurta: Tavuk yumurtayı doğurduğunda biri gelip onu kaldırana kadar olduğu yerde kalır. Oğlan yüz yaşına basınca olduğu yerde kalır, felç veya yatalak olur, ta ki Azrail gelip onu oradan kaldırana kadar…
Ezcümle Hacı Sadık amca yüz sene yaşayan bir insanın yaşamını merhale merhale bu şekilde anlamlandırıyor. İrfani bir bakış açısıyla rakamları adeta efsunlayarak hayatın içinden tecrübi bir yaşamı sergiliyor gözlerimizin önüne, tabi sohbetin ve muhabbetin olduğu zamanlarda.
Bugün aralarında birtakım farklılıklar olsa da yukarıda sözü edilen bölgelerde hâlâ yaşatılmaya çalışılan bu kadim sohbet kültürü ilhamını İslam Peygamberinin arkadaş çevresini oluşturan ashab meclislerinden almaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v)‘in meclisinde bulunan sahabe/ashab, sohbet kelimesiyle aynı kökten gelip dost, arkadaş anlamındadır. İslam dininin arap yarım adasından dünyanın dört bir yanına yayılması Peygamberimizin sohbetinde yetişmiş, onun ağzından çıkan ilmi ve hikmetli sözleri dinleyerek, takip ederek ve hayatlarında yaşayarak örnek tavırlar sergileyen bu sahabeler sayesinde gerçekleşmiştir.
Tâbiîn’den Hasan-ı Basri (r.a) sahabeden bir çok kişiye merak edip sorar:
-Hz. Peygamber sizinle sohbet ederken haleti ruhiyeniz nasıldı, onu nasıl dinlerdiniz?
Sahabe şöyle cevap veriyor:
-Peygamberimiz bizimle sohbet ederken dizlerimizin üzerinde oturup, onun ağzına bakar, dudaklarından dökülecek o mübarek sözleri kaçırmamak için sanki başımızın üstünde bir kuş varmışda kımıldasak uçacakmış gibi pür dikkat dinlerdik.
İşte ashabı suffa o sohbet ve muhabbetin bir neticesidir. Ne mutlu bu sohbet ve muhabbetten nasibini alanlara.
Malesef yeni nesil kuşaklar şifahi kültürümüzün temelini oluşturan söz konusu sohbetlerden mahrum bir şekilde büyüyorlar. İnsanları bir araya getiren ama yüzyüze getiremeyen televizyonun her eve girmesiyle birlikte sohbet geleneğimiz inkıtaya uğradı. İnternet ve cep telefonlarının günlük hayatımıza girmesiyle birlikte bırakınız yüzyüze konuşup hemhal olmayı, evlerimizin içinde dahi bir araya gelemeyişimizin ızdırabını yaşıyoruz.
Bugün eğer mutluluk kavramı insana külfetli bir maliyet ve bedel ödetiyorsa, yarından endişe edip bugünü yaşayamıyorsa, hayatta çok şeye sahip olmaktansa az şeye ihtiyaç duyulmasının daha önemli olduğunu öğretmiyorsa, kendisi ve çevresiyle barışık olmayıp haset ve kanaatsizlik girdabında debeleniyorsa, kanaatimce bunun sebebi beşeri ilişkilerdeki yalnızlık, sohbetsizlik, ülfetsizlik, ünsiyetsizlik ve muhabbetsizliktir.
Hakeza birçok ailevi sıkıntıların temelinde de ebeveyn ile çocuklar arasındaki iletişimsizlik ve medeni bir sohbet ortamının oluşmaması yatmaktadır. Gerek aile, gerek akraba, gerek komşu, gerekse çevremizdeki arkadaşlarla iletişimimizi yeniden gözden geçirirken “ne kadar sohbet o kadar huzur” kuralı şiarımız olmalıdır.
Sohbetiniz muhabbetiniz bol olsun sevgili dostlar…
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Genel-
Öğretmenliğimin Üşüdüğü Günler
- Şahsiyet-
Vefatının 40 Yılında N.F. Kısakürek ve Son Mısraları
- Edebiyat-
Sürgün Çekirdek
- Düşünce-
Tuzu Eksik Aforizmalar
- Düşünce-
Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
- Tarih-
Feth-i Mübîn ve Fetih Rûhu
- Din ve Hayat-
Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi
- Düşünce-
Bana Yüreğimi Tarif Et