Bakışlarını ekrana sabitlemiş kıpırdamadan duruyordu. Aslında içinde kopan fırtınalar onu oradan oraya savuruyor, göz yaşları, içindeki karanlık dehlizlerden dışarı çıkabilmek için gözlerine hücum ediyordu. Dayanmak çok zordu ama dayanıyordu.
Hafif bir gülümseme yerleştirdi yüzüne, belli belirsiz. Ona fırlatılan bakışları hissediyordu. Nasıl hissetmesin ki, öylesine canı yanıyordu, öylesine kanıyordu yüreği ama belli etmemeliydi, edemezdi. Eğer ederse bu, herkes için büyük kayıplara yol açardı. Üzerdi, üzülürdü. Yıkar geçer, yıkılırdı. Yapmamalıydı, görmemeli, duymamalıydı, o tarafa bile bakmamalıydı. Anlamamazlıktan gelmeliydi ya da umursamamanın utanmazlığını herkesin gözlerine sokmalıydı. Hayır, kaybetmek istemiyordu hiçbirini ne bu savaşı ne de onları. Bu savaş en yakınlarıylaydı. Konuşsa kaybedecek, sussa yine kaybedecekti ama daha az hasarla. Her zamanki gibi vurdumduymazlıkla damgalanacaktı. Oysa bir bilseler şu an ruhunun ne vaziyette olduğunu… İçten içe kahroluşunu, çığlık çığlığa parçalanıyordu. Sustu, hiç konuşmadı. Kıpırdamadan, gözlerini bile kırpmadan bekledi ekranın karşısında. Bakışları derinleştikçe ruhunun enkazını görebilirmiş gibi. Onlar konuştukça, içinde tutunduğu tüm dallar parçalanıyor, ayyaş bir fırtına onu öfkeyle kusuyordu.
Tüm bu kahroluş seremonisini gören tek kişi vardı o da kendiydi. Diğerleri kelimelerini mızrak yapmış, acımadan fırlatıyorlardı. Hiçbiri ıskalamamıştı. Delik deşik ruhu, tüm güzelliklere veda ediyor, tüm doğruları terk ediyordu. O ise ruhuna, inancını hatırlatmak için telkin veriyordu. Umudun ve kabullenmenin savaşıydı bu. İki taraf da güçlü iki taraf da kararlıydı. Zaman kabullenmenin, sabır umudun müttefikiydi. Dayanmalıydı, asla kazanamazdı ama zamanı yanına çekebilse, en azından bertaraf edebilse saldırılar biter, çabucak kaybederdi.
Ve zaman… Acımasız düşman! Kabullenmenin sınırında terk etti müttefikini. Karşı cephenin kazananları “onlardı”; en sevdikleri, canımdan öte dedikleri. Nasıl bu kadar zulmedebilirlerdi. Artık muharebe bitmişti ama onlar silahlarını öfkeyle havaya yöneltmişler, tüm kelimeleri ateşliyorlardı. Bu zafer nidası bile kendilerine övgü değil, ona, paramparça ettikleri evlatlarına kahırdı.
Ağzının mührünü nefes almak için açarken, titreyen bacaklarıyla ayağa kalkmaya çalışıyordu. İstemediği bir savaşa girmiş, tek hamle yapmamış hatta kendini savunmamıştı bile. Her yeri yara bere, kırık döküktü, gözleri şiş, bedeni baştan ayağı morluklarla doluydu, ruhu kanıyordu. Ama onu kimse göremiyordu. Tek gördükleri ekrana bakışlarını kilitlemiş, söylenenleri umursamayan bir evlattı.