Bizimle İletişime Geçin

Sinema

Bir Başkadır: Yorumun Yorumu

Dizinin ana metni, Türkiye’deki sosyo-politik kutuplaşmanın ve oluşan sosyal mesafe ile bundan kaynaklı belirginleşen-yaygınlaşan önyargıların bir yergisi ya da bu durumun sade bir temsili olarak da okunabilir/okunmaktadır. Bu genel değerlendirmeden sonra dizi ile ilgili yorumlara dair bir başlangıç olarak ana hatları ile söz konusu yorumların dizinin “bir Türkiye manzarasını başarılı bir şekilde sunan bir yapım” olduğuna ilişkin ağırlıklı bir vurguya sahip olduğunu belirtmek gerekir.

EKLENDİ

:

Bir önceki yazının tam olarak devamı olmasa da onun bıraktığı yerden başlayan bu yazı, ağırlıklı olarak Bir Başkadır üzerinden yapılan yorumlara odaklanacak ancak bununla sınırlı kalmayacak. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere dizi, ilgili literatürde ve kamusal tartışma mecralarında bir hayli makes buldu. Diziden hareketle kayda değer değerlendirmeler ve eleştiriler kaleme alındı. Genel olarak bu değerlendirmelerde senarist-yönetmenin göstermek istediğinin görülmüş olduğu, yani o, ne anlatmak istemişse o anlatılmak istenenin büyük ölçüde olduğu gibi algılandığını ve anlaşıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu anlamda karşıtlıklar üzerine kurulu, kutuplaşmış, biri birinden hazzetmeyen, çoğu zaman birbirini dışlayan bir Türkiye manzarası ve senarist-yönetmen tarafından resmedilen bir hikâye ile bu gerçekliğin eleştirisi ve bu dolayım üzerinden bunların aşılmasına dair bir gönderme yapılır görünürde.

Dizinin metni-akışı, yapısal sorunlarla ilgilenmek yerine biraz da popüler olana dümen kırarak basit ve mekanik bir anlatı ve ikilikler üzerinden bir Türkiye resmi çizmeye koyulur. Basit oluşu, beylik ayrımları karikatürize edişinde, Meryem-Peri, kırsal-kent, hoca/din-bilim, nasihat-psikiyatri vb.; mekanik oluşu ise gerçekliğin diğer pek çok şey açısından yoksunlaşmış ve yoksullaşmış bir formunu oldukça az sayıdaki değişkeni dikkat alan bir belirleyen-belirlenen ilişkisi üzerinden sunmasında yatmaktadır. Örneğin üniversite okumakla örtünme arasındaki zıt yönlü ya da modern yaşam tarzı ile depresyon veya yapaylık arasındaki doğrusal mekanik ilişkide olduğu gibi. Öte yanda dizinin ana metni, Türkiye’deki sosyo-politik kutuplaşmanın ve oluşan sosyal mesafe ile bundan kaynaklı belirginleşen-yaygınlaşan önyargıların bir yergisi ya da bu durumun sade bir temsili olarak da okunabilir/okunmaktadır. Bu genel değerlendirmeden sonra dizi ile ilgili yorumlara dair bir başlangıç olarak ana hatları ile söz konusu yorumların dizinin “bir Türkiye manzarasını başarılı bir şekilde sunan bir yapım” olduğuna ilişkin ağırlıklı bir vurguya sahip olduğunu belirtmek gerekir.

Bu bağlamda diziyi dokunaklı anlatısı ile bu çağın bir tür memleketimden insan manzaraları sunması üzerinden okuyan ya da benzer şekilde diziyi günümüz Türkiye’sinin ustalıklı bir resmini çiziyor olmakla alkışlayan farklı yorumcular diziyle ilgili olarak benzer hususların altını çizmektedirler. Her ikisine de göre de dizi bizi bize anlatan, başka bir anlatımla her kesimi bir arada anlatmaya çalışan bir yapıya sahip. Onlara göre diziyi başarılı kılan en önemli hususlardan birisi budur. Ancak tam da burada, dizinin de göstermeye niyet ettiği şeylerden birisi olan farklı bizlerden müteşekkil bir Türkiye manzarasının tam olarak anlatılamamış olmasına rağmen bunu anlatmış gibi kabul ederek konuşmak gibi bir sorunla karşılaşırız. İronik bir şekilde söz konusu yorumculardan birisi diziyle ilgili yazdığı yazı üzerine yaptığı bir söyleşide, dizideki muhafazakâr karakterlere çok itina gösterildiğini, özellikle bu özenin ve dikkatin gözden kaçmadığını; buna karşın dizideki diğer mahallenin/mahallelerin (seküler) karakterlerinin özensiz ve kaba bir algı üzerinden resmedildiğini dile getiriyor. Gelin görün ki kendisini böyle tanımlamasa bile bir muhafazakârın gözünden de dizideki temsil-resim, hiç de özenilmiş ve gerçekliği bütün boyutları ile olmasa bile ana hatları ile dahi olsa yansıtabilme başarısı göstermiş değildir. Bu da aslında dizinin de bir nevi göstermeye çalıştığı birbirimizden ne kadar habersiz ve uzak olduğumuz; kendi gerçekliğimiz üzerinden var olanı açıklama eğiliminde olduğumuz gerçeğini bir kez daha önümüze koymaktadır. Dolayısı ile söz konusu kabulün (Türkiye manzarası sunulması), aslında kendi algılarımız ve önyargılarımız ile ne kadar sınırlandırılmış ve belirlenmiş olduğunu söylemek bu bağlamda yanlış olmayacaktır.

Sınırlarını ve ilişki boyutlarını tam olarak belirleyemediğimiz farklı biz kategorilerinin temsilinin mümkünlüğünü nazarı dikkate almadan dizinin bir Türkiye manzarası sunuyor olduğunu iddia etmek isabetli ve incelikli bir değerlendirme olmayacaktır. Z. Bauman’ın bir çalışmasında belirttiği “hepimizin hemfikir olduğu gibi” ifadesindeki “hepimizin” kim olduğunu sorgulamamız gerekir, açıklamasından hareketle burada bizin kim olduğunun sorgulanması gerekir. Bu noktada iki sorunla karşılaşırız; bunlardan birincisi bizi nasıl tanımlayacağımız, ikincisi de bu tanımlamadan kaynaklı oluşacak hattın somut-güncel sorunlara ilişkin kavrayışların ve açıklamaların üzerini örtmesine izin verilip verilmeyeceği sorunudur. Bu da bizi ister istemez kültürcü açıklama modeline götürür ki diziyi bu açıdan ele alan bir yorum-değerlendirmede dizinin bu açıdan büyük oranda kültürcü açıklama modeline teslim olduğu ifade edilmektedir. Bu açıdan dizi kültür yoğun niteliği ve bunu Türkiye toplumunun merkezî sorunsalı olarak ortaya koyması ile içinde yaşadığımız geç kapitalizm çağında emekçilere, yoksullara, gündelik hayat idamesi kaygısı taşıyan sınıflarına ve Türkiye’nin diğer meselelerine ilişkin hiçbir şey söylememektedir.

Söyledikleri ve söylemedikleri ile dizi bir nevi kültürcü bir yükle maluldür. Bununla beraber kültürcü perspektifin somut durumun somut tahlili bağlamında gerek Türkiye’deki sosyo-politik fay hatlarının buradan geçmesi-kurulması ve gerekse de kültürcü gerilimin orta yerde varlığını sürdürüyor olması bu konuya eğilmek gerekliliğini ortaya koyar.

Gelenek, suçsuzluğu ispat edilinceye kadar suçludur

“Aynı olaylara tanık olan insanlar, aynı şeyleri görmezler” der Nuri Bilgin Siyaset ve İnsan kitabında.

Dizinin farklılıklardan ziyade negatif temelli benzerlikleri açıkça bir kez daha gösterdiğini ya da teyit ettiğini ve bu anlamda tüm toplum kesimlerinin bir başka olmadığını aksine bir benzer olduğunu oldukça etkili bir şekilde ifade eden başka bir değerlendirmede, aynı zamanda Bauman’ın yukarıda değindiğimiz “biz kimiz” ya da “biz ‘den ne anlamalıyız” sorusu da irdelenmektedir. “Ayrımcılığın bir cephesini görünür kılma tarzı, ayrımcılığın doğasını gizliyorsa, ortada devasa bir sorun vardır” ifadesi ile dizinin kurgusundaki önemli bir handikaba vurgu yapan ve oldukça güçlü açıklamalar dile getiren değerlendirme, öte yandan analize tabi tuttuğu biz-onlar ayrımının bir tezahüründen de kendisini kurtaramaz ve dizideki karakterleri estetik ve ahlaki açıdan irdelerken bu belirli bir perspektif bakıştan kendisini alamaz. Tıpkı yukarıda bir başka yazı bağlamında vurgulandığı gibi dizideki “muhafazakâr karakterlerin çok itinalı bir şekilde kurgulandıkları” önermesinin gerçekliğinde/gerçek-dışılığında olduğu gibi burada da Meryem ve Hilmi gibi karakterlerin “bütün handikapları ve kişisel zaaflarının” bir kenara bırakılması suretiyle birer iyicil öge olarak sunulduğu iddia edilir. “Tamam, Meryem kötü değildir, ama iyi de değildir” der yazar. Ona göre Meryem “[d]ahası kendine kötülük yapmaktadır. Arzusunun üstüne toplumsal ahlakın süngerini çekip canlılığını yitirmiştir. Bundandır ki psişik bir sorun yaşamasına rağmen ruhu dingindir. Bu da onu bir makinaya dönüştüren geleneği masum gösterir.” Dolayısıyla söz konusu yorumcuya göre dizi esas olanı ıskalamakta ve asıl suçluyu yani geleneği deşifre edememektedir. Ve yine dahası, “Meryem’in insanı harcamaktan imtina etmeyen bir geleneğin yükünü taşımadaki istekliliğini erdem gibi işlemek, bilgi konusundaki eksikliğimizi Hilmi’nin kendince okumalarıyla doldurmak… Bunlar, ahlaka ve bilgiye ilişkin Türkiye’nin her tarafında kol gezen sanılara sanat aracılığıyla alan açmaktır.” Bunlar da dizinin ölümcül kusurlarıdır. Tüm bunlar ise neticede “Arzuya karşı ahlaki kodun, insan olmaya karşı cinsiyet rolünün, akademiaya karşı sokağın, argümana karşı sloganın, sistematik araştırmaya karşı bilgi snopluğunun zaferi” olarak dizinin “evrensel değerlerle arasına mesafe koyan şey” olarak karşımıza çıktığı iddia edilir. Böylece söz konusu yorumda gelenek ve onun içinde varlık bulan ahlak, bu şekilde kısa yoldan ve çarçabuk mahkûm edilir; bilginin tek makul ve makbul yolu olarak akademi karşımıza konur ki böylece aslında akademi içerisinden çıkmamış pek çok düşünür-filozof görmezden gelinir ve sonuç yerine yöntem kutsanmış olur. Felsefi olarak tartışmalı bir konu, ahlak kavramı ile rekabete sokulur ve norm ve hakikat burada inşa edilmeye çalışılır. Benzer şekilde bilim tiranik bir unsur olarak yaşamın ve yorumun merkezine yerleştirilir. Nihayetinde yine tartışmalı olan evrensellik kategorisi bir cellat baltası olarak tüm farklı açıklama ve yaşam biçimlerinin boynuna indirilir. Ki bu da tam olarak Fanon’un sömürgecinin yerliye bakışını ele aldığı şu ifadelerini hatırlatır. Sömürgeciye göre yerli, “değerlerin düşmanıdır. Başka bir deyişle o mutlak kötüdür. Yanına yaklaşan her şeyi yok eden çürütücü bir element, estetik ya da ahlakla ilgili her şeyi biçimsizleştiren yıkıcı bir unsurudur…”

Dizinin yorumlarında ilginç bir şekilde göze çarpan bir benzerlik vardır. İster muhafazakâr yorumlar olsun isterse de seküler yorumlar dizinin karakterlerine “bizden biri” muamelesinin yapılamıyor olmasıdır. Muhafazakâr yorumlarda dizideki gelenekselci-muhafazakâr karakterler, örneğin Meryem ya da abisi, bizden bir olarak görülmez. Aynı şekilde seküler yorumlarda da Peri ya da onun ailesi bizden birisi olarak ele alınmaz. Her ikisi, her iki yorum kümesinin kendilik algısı bağlamında karikatürize karakterlerdir. Ancak ilginç olan hususlardan birisi de tam bu noktada ortaya çıkar. Her iki yorum kümesinde de dizinin öteki mahallenin karakterlerinin tam da öteki mahallenin karakterlerine denk geldiği şeklinde bir vurgunun göze çarpmasıdır. Örneğin yukarıda ele alınan yorumların birisinde dizideki muhafazakâr karakterlere ve onların kurgulanmasına itina gösterildiği, buna karşın seküler karakterlere aynı itinanın gösterilmemesinin belirtilmesinde olduğu gibi. Bu anlamda dizi tek tek birkaç bireyin hayatını ve yazgısını, onların benzersizliğine rağmen, daha geniş ölçekte toplumsal bir hayat deneyiminin kendisi olarak sunmakta ve çerçevelemekte başarısız olmuştur denebilir. Zira bu özdeşlik esasında kabul görmemektedir.

Sonuç olarak her yorum kendi dünyasına sadık kalır. Anlamak ve yargılamak ikileminde salınır. Yorum, bir nevi penaltı noktasında topa vurmak gibidir. Etrafımızda hiç kimse olmaz, tamamen kendi dünyamız ve kavramlarımız içerisinden/üzerinden konuşuruz. Ancak bu, yargılarımızın gerçekçi, sağduyulu, yerinde, anlamlı, iyicil, hınçtan azade, restore edici ya da inşa edici bir niteliği haiz olduğu anlamına her zaman gelmez. Hepimiz nihayetinde kendi hakikatimizin ötekinin hakikati karşısında muzaffer olmasına çabalayan kimseler değil miyiz? En azından Bir Başkadır’ın buna dair bir şeyler/çok şeyler söylemeye vesile olan bir çalışma olması hasebiyle dahi olsa başarılı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Çok Okunanlar