Bir varmış başka hiçbir şey yokmuş. Allâh her şeyi yaratmış, yaratılışını güzel yapmış.
Zulme taş savuran çocuğu dünya devlerinin korkulu rüyası yapmış. Adı Ubeyde soyadı cihat’mış bu çocuğun. Müslümanların unuttuğu Allah’tan başkasından korkmamayı onlara öğretmeye gelmiş.
O sıralar Müslümanlar siyonizmin ninnisinde mışıl mışıl uyur iken Cola’nın sihirli suyunda seküler bir hayatı yaşar imiş. Varsa yoksa bütün hayalleri mal mülk imiş. Çalıp çırpmak, yolsuzluk yapmak, haram helâl demeden kefenin cebini günahlarla doldurmakla meşgullermiş. Yani anlayacağınız ahiret uzak bir hayal bile değilmiş. Şimdinin yaşam odunlarıyla geleceğin ateşine hamallık yapıyorlarmış.
İşte böyle bir zamanda Ebu Ubeyde, dünya Müslümanlarına kapitalizm suyundan kana kana içenlerin, çocukların kanlarına sessiz kalacağını söylemiş. Ama siyonizmin suyu, ekmeği ucuzladıkça müslümanlar daha çok yiyip içmeye başlamışlar. Ve dünya rehaveti onları sarıp sarmalamış, bir çocuk gibi savunmasız yapmış. Ancak çocuk gibi olmuşlar olmasına da çocuk gibi masum değillermiş. Dünya halklarının gösterdiği vicdandan da mahrum kalmışlar.
Emperyalist olamamış dünya müslümanları ama emparyalist oyuncağı olmuşlar. Aslından uzaklaştıkça bir garip olmuşlar. Allah, Kur’an, Hz. Muhammed ve ahiret sadece ritüellerde gösterişe dönmüş. Pençesi olmayan Aslan ve Kartala dönmüş.
Avrupa halkları Ubeyde’yi duymuş ayağa kalkmış. Üniversite gençliği duymuş, kampüsleri kuşatmış. Siyonizme silah taşıyan gemileri durdurmuş. Hele güçsüz denilen Güney Afrika aslanları bu sesi onurlandırmış. Siyonizmin doyumsuz vahşetini Avrupa Adalet Divanı’na taşımış. Onların yargılanmasını sağlamış. Dünya günlerce onları konuşmuş.
Ama dünya müslümanları çağın Talutları Ahmet Yasin’e, Ubeyde’ye, Yahya Sinvar’a İsmail Heniye’ye sağır olmuş. Mutlu mesut çocuk kanlarına bulanmış bir dünyada namazlarıyla, oruçlarıyla, hac ve kurbanlarıyla cenneti hayal ederek yaşamış.
Mazlumların kanlarının aktığı bir dünyada zulme ses çıkarmayan Müslümanların abdest suyuna bebelerin kanları karışmış. Çünkü zulme sessiz kalmak zalimin ateşine odun taşımakmış. Hz İbrahim’i yakan ateşi söndürmek için şu taşıyan karıncayı anlatırken kendileri ateşteki İbrahimlere davul çalan Azer gibi yaşarmış.
Utanmadan zalimin ateşi olan ticaretini destekleyerek, mallarını satın alarak onların zulmüne odun taşırmış.
Zalim kınanmaktan, bağırılmaktan, lanet okunulmasında etkilenmiyormuş. Çünkü güçlü ve zenginmiş. Müslümanlar ise güçsüzmüş. Sesi çok çıkan ama içi boş olan davul gibiymiş yani çağdaş Azerlere özentiymiş.
Yahya Sinvar konuşmasını, bağırmasını seven biri değilmiş. Zalimin dilini çözmüş. O bir tek güçten anlarmış. Önderi Hz Muhammed’den öğrenmiş zalime anlayacağı dilden konuşmasını. Hayber’in kesilen ağaçları günümüzün ticaret yolları olduğu gibi suikast düzenlenen Yahudi liderler de günümüzün diktatör zalimleriymiş. Onların ağaçlarını kesmeden liderlerine suikast düzenleyip korku vermeden onlarla mücadele edilemezmiş. Bunun farkına varan Yahya Sinvar, Ahmet Yasin’in yiğitliğinden ilham alarak zalime ölümü hissettirmek gerektiğini düşünmüş. Zalimin barbar saldırılarına karşı Ebabiller gibi kanat çırpmaya başlamış. Yani Ebabilleri beklememiş kendilerinin Ebabil olnası gerektiğine inanmış. Geçilmez, delinmez denilen demir kubbeleri zalimlerin başlarına yıkılmaya başlamış. Milyarlarca kalabalığı muhatap almayan zalim ölümü hissettiren Ebabillerin önünde diz çökmüş.
Ancak Ebabiller bedeli ödenmeyen hiçbir şeye sahip olunamayacağını da çok iyi biliyorlarmış. Bunun için gözlerinde ve gönüllerinde ölümü öldürmüşler. Nicesi cennet nehrine su olmuş amma kanları da yeniden yeşeren İslam fidanına can suyu olmuş. Şehitlerin kanı zulme karşı uyanışın can suyuymuş.
Ve şehadet zalimin gücüne karşı en güçlü kalkan olarak tarihe yeniden altın harflerle yazılmış.
Diğer coğrafyalarda yaşayan tatlı su balıkları hiçbir şeyden habersiz kendi mecralarında mışıl mışıl uyumuş.