Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Devran

Fidelerin üstünü erken açtık galiba, dedi yanındakine. Baksana soğuktan büyüyemediler yeteri kadar. Gündüz güneşli gibi hava ama akşamları soğuk oluyor. Tepede çok rüzgâr alan erik ağaçlarının çiçekleri yandı ayazdan. Kış ayazı değil, bahar ayazı…

EKLENDİ

:

Adam, ufka baktı, sonra da evrilmiş kahverengi siyah arası toprağa, toprak gözleriyle. Bir toprak parçası aldı eline, evirip çevirdi, ufalar gibi yaptı. Sonra birkaç metre öteye attı toprak parçasını. Çizinin içinde solucan, börtü böcek arayan birkaç iskete kuşu ürküp fırlayıverdi tam o sıra.

Fidelerin üstünü erken açtık galiba, dedi yanındakine. Baksana soğuktan büyüyemediler yeteri kadar. Gündüz güneşli gibi hava ama akşamları soğuk oluyor. Tepede çok rüzgâr alan erik ağaçlarının çiçekleri yandı ayazdan. Kış ayazı değil, bahar ayazı Nasip böyle. Erken uyanmasınlar diye bakır sülfat atarlarmış orda burda. Hem sen, kendin mi yetiştirdin sanıyorsun? Meyveyi veren ağaç mı, Cenâb-ı Hak mı kardeşim?  Cenâbı Hak ağacın dalıyla sunuyor sana erikleri, kirazları  

Ne diyorsun sen bu işlere, diye sorduğunda yanındakine, yanlarından geçen traktörün homurtusuiçinde verilen selamı duymuş, aleykümselamdan sonra, adam değiliz adam, ifadesini ekleyivermişti sorusuna. Yani demem o ki benden iki liraya alınan kıvırcıklar beş kilometre ötedeki her şey satılan mağazada nasıl oluyor da on liraya satılıyor, ben sen niye uğraşır dururuz? Baksana, uğraşmadan daha çok kazanılıyor. Mazot yirmi üç lira olduysa oldu, mazot değil asıl mesele, başka bir şey! Hadi bakalım ne zaman vazgeçirecekler beni de ekmekten?..

Hava ısısı yirmili derecelerdeydi, Siyah kahverengi arası toprak, boylu boyunca uzanmıştı önlerinde. Tarlanın alt köşesine iki leylek inmiş, toprağı gagalamaya başlamıştı. İskeçelere serçeler de karışmış, sürülmüş toprak üzerinde acele aceleyürüyorlar, ikide bir de gagalarını toprağa vuruyorlardı. Orman kenarındaki yaşlı meşe ağacının dalına konmuş gukuk kuşunun gukuuk, gukuuk!”sesi oraya kadar geliyordu.

Adam bu ara hicri ayın kaçı olduğunu öğrenmek için yeleğinin iç cebinden Takvim-i Râp’ı çıkardı, baktı. İyi iyi dedi, bugün Şevval yedi daha, dolunaya neredeyse bir hafta var. Ekim için uygun günler... Yanındaki adama bir açıklama yapma gereği duymadı. Dolunay, ayın çekim gücü filan diyecek olduysa da sustu. Hatta geçen gün caminin önüne gelen minibüsteki satıcı, üzerinde “Kaya tuzundan rafine edilerek üretilmiştir.” diye yazan billur tuzu, kaya tuzu diye satmaya kalkmıştı da, o zaman da susmuştu satıcının gevezeliği karşısında.

Tarlanın üst köşesindeki güdül armudunun yaprak hışırtısı daha bir duyulur olmuştu, Titreşen yapraklar arasında yeşilin ton değişmeleri çok fark edilmiyordu. Birkaç yüz metre ötede ıhlamur ağacı vardı, o ağaçta çok belirgindi ton farklılıkları, daha doğrusu renk farklılıkları. Bir koyu yeşil, bir beyazRenk değişimleri rüzgârın esişine göre hızlanıyor veya yavaşlıyordu.

Haydi bakalım dedi adam, öyle oturmakla, etrafa bakmakla olmaz. Tut bakalım şu kovanın kulpundan, sendeki beyaz mısır, benim kovamdaki kırmızı, hani kızıl derililerin ektiğinden

Kalktılar.

Adam bir çizide, yanındaki adam öbür çizide, avuçlarına aldıkları mısır tanelerini birer karış arayla çiziye bırakmaya başladılar. Bu sırada adamın ağzından şu dörtlük dökülüyordu:

Bismillâh, ​​​​​​​​​​​
Y
a Allah, ​​​​​​​​​                                      

Ben ektim,​​​​​​​​​​
Sen ver Allah!..

Okyanusu çağrıştıran gökyüzünde yer yer silik beyaz bulutlar görünüyordu.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar