Edebiyat
Gül/lük – Ankara, İnsanın Takvasını Bozar
Daha önce de defalarca uğurlamış ama böylesine hüzünlenmemiştim. Öğretmen oluşu değildi sebep. Sadece ayrılık da değil. Öğretmen oluşundaki tek korkum olan başörtüsü de değildi. “Ne pahasına olursa olsun, sakın başını açma!” deyişime, sevgili kızımdan beklediğim cevabı almıştım zaten. Belki bunu söylemem, onun böylesi bir zorluğu yaşayacak olmasıydı ağlamamın sebebi, bunu da bilemiyorum. Belki de bunların hepsiydi. Biraz da sanki bu gidişle artık evden uçuyormuş gibi bir duygu yaşıyordum kim bilir?
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mehmet Nezir Gül“Günler Geçiyor, Ömür Bitiyor.”
Annefatma’nın bize sıkça söylediği söz. Artık bunu da söyleyemiyor. Yatağa mahkûm. Zaman zaman kalkmaya davransa da buna gücü yetmiyor. Hayli zayıflamış. Kemikleri daha ön planda. Her şeye rağmen bazı gözlemlerim…
Namazı aksatmıyor. Sık sık namaz vaktinin gelip gelmediğini soruyor.
Gelen misafirleri görünce hatırlattığı şey; yemek ve çaylarının verilip verilmediği.
İlk anda tanıyamadığı birini görünce başında tülbenti hemen düzeltmesi, görünen saçlarını içeri sokuşturması.
Zaman zaman bazı isimler soruyor. Ne yaptığını, evlenip evlenmediğini, evliyse çocuklarını, bana ev alıp almadığımı soruyor.
Ve her defasında havadisleri soruyor; ne var ne yok?
En zor soru ve cevabı karışık bir soru aynı zamanda.
Sahi ne var ne yok?
18 Şubat 2018/Ankara
Ah Hama!
Bu yıla kadar, sömestr tatilindeyken, okulun açılmasını istediğim, olmamıştı. Heyecanla sevgiyle, istekle gittim. İlk dersimiz Mehmet Sezer Hoca’ya. Ve ilk konumuz, mü’min-müslüman, dinin toplum ve devlet üzerindeki etkisi.
Akşam arkadaşlarla Mehmet Ali Yaşar Hoca’ya gitmeyi kararlaştırdık. Beni almaya gelen arkadaşımla yolda konuşuyoruz. Mustafa, Marksist bir grupla yaptığı tartışmayı anlatıyor. Müslüman bir ülkede Marksizm, ateizm, dinsizlik, ne acayip şey Allah’ım.
Akşamki sohbetimizin ağırlıklı konusu, Hama ve Müslüman Kardeşler çerçevesinde geçti. Hocanın okuduğu haberde 20 uçağın Müslüman Kardeşler safına geçtiği ve şehrin, teşkilatın denetiminde olduğu yazılıydı. Nasıl sevindik ve o kardeşlerimize içten dualarımızı hemen yolladık. Bu yazıdan sonra Erdem Beyazıd’ın Savaş Risalesinden, Afganistan şiirini okudu hocamız. Ve bu kez bir başka İslam coğrafyasına dalıp uzandık. Yine dualar, yine umutlar…
Yine gönülden gönüle akan ılık duygular.

Erdem Beyazıt-Savaş Risalesi
16 Şubat 1982/ Nizip
Boğazdaki Düğüm
Rümeysa’yı otobüse bindirip el sallarken; boğazımdan, ciğerimden, içimden, kanatıcı, acıtan çelik teller geçti sanki. Boğazım düğümlendi. Suskundum. Hanım da suskundu. Arabaya sessizce bindik. Eve gidinceye kadar yine suskunduk. Susarak, hüzün yayarak konuştuk.
Evin önüne gelince hanım indi, kendimde eve çıkacak mecal bulamadım.
Zoraki bir sesle mırıldandım.
“Sen eve çık ben bir yere uğrayacağım.”
Hâlbuki uğramam gereken bir yer yoktu.
Nereye gideceğimi bilemeden arabayla ilerledim.
Hanımın eve çıkması ve benim arabayı gazlamamla da gözkapaklarımın freni boşaldı.
Ağladım yol boyu, ağladım ve durdum bir kenarda.
Saate bakmadım ne kadar zaman geçtiğini bilemedim.
Daha önce de defalarca uğurlamış ama böylesine hüzünlenmemiştim. Öğretmen oluşu değildi sebep. Sadece ayrılık da değil. Öğretmen oluşundaki tek korkum olan başörtüsü de değildi. “Ne pahasına olursa olsun, sakın başını açma!” deyişime, sevgili kızımdan beklediğim cevabı almıştım zaten. Belki bunu söylemem, onun böylesi bir zorluğu yaşayacak olmasıydı ağlamamın sebebi, bunu da bilemiyorum. Belki de bunların hepsiydi. Biraz da sanki bu gidişle artık evden uçuyormuş gibi bir duygu yaşıyordum kim bilir? Daha önce öğrenciydi. Hâlâ bizim eve aitti. Gitse bile geleceği yer belliydi. Ama artık kendi evini kuruyordu. Sanki evlenmiş de gidiyordu. Sahi evlendiğinde nasıl ağlayacağım acaba?
Arabayı gayesizce sürdüm. Seyit Ahmet Uzun’un evinin önünden geçerken durdum. Ona uğramaya karar verdim. Çıkmadan Ahmet Çiçek’i aradım. Ve buluştuk, konuştuk.
O gece zor uyudum. Rümeysa da zor uyumuş mudur acaba?
Yoksa kızlar, babalarının uyumadığını, ağladıklarını hissetmezler mi?
Eylül 2012/ Nizip
“Eeee Anlat Bakalım, Ne Var Ne Yok?”
Annefatma deriz biz, Fatma Ana. Büyük annemiz. Az önce yanından geldik. Yaşlandı bu yıl, hemen hemen yatağa mahkûm gibi. Hamdolsun konuşuyor, çok fazla olmasa da anlıyor dediklerimizi. Soruyor aile fertlerini, herkesi olmasa da.
“Eeee anlat bakalım Nezir, ne var ne yok?”
Zor bir soru, ne var ne yok?
Neyi anlatmalıyım Annefatma’ya?
Amerikan’ın emperyalist ve fitneci politikalarını mı?
Avrupa’nın Haçlı ruhuna geri döndüğünü mü?
Fetö’nün ihanetini mi?
Siyonist İsrail’in vahşetlerini mi?
Arakan Müslümanlarının mazlumiyetini mi?
Müslüman ülkelerin Batı’nın oyuncağı olduğunu mu?
Cumhurbaşkanımızın ülkeyi ve ümmeti diri tutmak için çırpınışını mı?
Neyi anlatsam?
“Allah’a şükür hepimiz iyiyiz Annefatma…
Herkesin selamı var sana. Dua ediyor, dua bekliyorlar…”
“Eeee Nezir, anlat bakalım, ne var ne yok?”
Ne anlatsam Annefatma’ya?
İslam ümmetinin Türkiye’den büyük umutlar beslediğini mi?
Kimi makam sahiplerinin, geldikleri yeri unuttuklarını, davayı geride bıraktıklarını mı?
İktidardan nemalanan sahte mücahidleri mi?
Teşkilatlara yine ihalecilerin talip olduğunu mu?
İnsanların kolayca harcandığını, binbir umutla göreve getirilenlerin fiyaskosunu mu?
“Havalar serinlemeye başladı Annefatma. İstanbul’da seller akmış caddelerden, fırtınadan dolayı vapur seferleri iptal edilmiş.”
“Allah muhafaza eylesin yavrum.
Eeee Nezir, anlat bakalım, ne var ne yok? Başka ne var ne yok?”
“Bayram geliyor Annefatma. İki gün sonra bayram. Sevinçliyiz hepimiz.”
“Allah sevincinizi daim kılsın oğlum.”
30 Ağustos 2017/ Ankara
Hedef
Ankara’da bir söylenti çıktıysa büyük ölçüde doğruluk payı vardır. Muhakkak konuşuluyordur, konuşulmuştur. Şartlar olgunlaşırsa gerçekleşecek değilse beklemeye alınacaktır.
Ankara insanın takvasını bozar.
1 Şubat 2016/ Ankara
Memurların Hedefi
Ankara’da her memurun hedefi var.
Memur şef, şef şube müdürü, şube müdürü daire başkanı, daire başkanı genel müdür, genel müdür müsteşar, topu birden de kapağı meclise atmak istiyor. Normal mi? İnsanın görevde yükselme isteği gayet normal elbette. Ancak anormal olan insanların kendini bilmemesi, acele etmesi, ayak kaydırmaya çalışması, olmadık manevra ve ilişkilerle bunu gerçekleştirmeye çalışması.
Ne diyelim, Rabbim hayırlısını versin.
30 Aralık 2015/ Ankara
Beğenebileceğiniz Gönderiler


Çok Okunanlar
- Genel-
Öğretmenliğimin Üşüdüğü Günler
- Şahsiyet-
Vefatının 40 Yılında N.F. Kısakürek ve Son Mısraları
- Edebiyat-
Sürgün Çekirdek
- Tarih-
Feth-i Mübîn ve Fetih Rûhu
- Düşünce-
Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
- Din ve Hayat-
Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi
- Edebiyat-
Hortum, Yılan ve Duvar
- Kültür Sanat-
Mehmet Akif İnan Vakfı: Vefatının 40. Yılında Necip Fazıl Kısakürek