Edebiyat
Hayatımızın Acıklı Noktaları
Yaşamaya uğraşırken, şurada burada bulunurken, su içerken, yemek yerken, çalışırken, rızkımızı temin etmeye çalışırken velhasıl yatarken-kalkarken ve en önemlisi bu âlem-i devranda bir başımıza olmadığımızı idrak etmişken ve bu dünyada mukim topluluklardan bir topluluk içinde yaşayanlardan bir yaşayan insan olarak.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Nurettin Durmanİçinde var olduğumuz hayatı yaşamak mecburiyetinde miyiz? Yaşamak keyfiyetini bilakayduşart uygulamak zorunda olduğumuz bir vakıa. Bundan kaçış varsa eğer haydi görelim. Takdir edilenin ötesine geçmek mümkün değil zaten. Hayata dair notlarımızı alırken, bize yöneltilen soruların cevaplarını vermeye çalışırken dersimize ne kadar çalıştığımız da ortaya çıkmış oluyor böylece. Çünkü hayatın içinde sorular ve cevaplar sürekli olarak birbirleriyle karşılaşırlar. Bir yerde soru varsa cevabı da vardır elbet. Yaşamaya uğraşırken, şurada burada bulunurken, su içerken, yemek yerken, çalışırken, rızkımızı temin etmeye çalışırken velhasıl yatarken-kalkarken ve en önemlisi bu âlem-i devranda bir başımıza olmadığımızı idrak etmişken ve bu dünyada mukim topluluklardan bir topluluk içinde yaşayanlardan bir yaşayan insan olarak…
*
Hakkımızın, hukukumuzun olduğunu söyler dururuz.
Hakkımız nedir, hukukumuzu nasıl koruyacağız, ya da hukukumuzu nasıl tespit ve tesis edeceğiz-ettireceğiz? Bana göre burada bir açıklıktan veya tavırdan ziyade meseleyi kavrayışta bir kopukluk var veya burada anlaşılmazlık durumu, bir kaotik durumla birleşip kendini açığa vurmuyor, kendini gizliyor ve o sebepten olsa gerek kendini vehim tarlasına salıveriyor. Artık ne var ne yok darmadağın ediyor, bozuyor, perişan ediyor, ortalığı ve kendini rahatlatmış olarak çekip gidiyor. Bu zamana mahsus bir şey mi yoksa eski, kadim zamanlarda da var mıydı bu haller? İhtimal aynı şeyler devam edip gidiyor. Çünkü insan bu… Mayasında olanı dışarı veriyor. Yoksa kendinde olmayan bir şeyi açığa vurmuş olmuyor.
*
Zamanımızın hırçın aklı evvelleri mutlak surette BEN’liklerini ortaya koyacak bir terslik, bir aymazlık, bir yaramazlık olsun isterler bulundukları mekânlarda. Bunun olmasını zoraki bastırılmış eğilimleriyle içten içten zevklenerek beklerler. İştahlarını kabartır ve öylece beklerler. Eğer bu aradıkları olmuyorsa veya her şeye karşın kendiliğinden oluşmuyorsa ne yapar eder bir vesile çıkarıp onları o tarz bir havaya sokacak pürüzü icat ederler. Ha bu pürüz küçük olmuş veya büyük olmuş, başkalarına göre pürüz değilmiş hiç önemli değildir artık. Varsa yoksa kendilerinin bir anlık, sadece o anlık ve orada olmasıdır önemli olan. Çünkü bunu yapmak zorundadırlar. Eğer yapmazlarsa veya yapamazlarsa kendilerini yarım sanır, eksik hisseder, diğer insanlarla aynı olacakları zehabına kaptırırlar kendilerini ve rahat huzur bulamazlar. Onun için fırsat bu fırsat deyip o her neyse aykırılık durumu olmuş olacak ve kendileri hemen bir pundunu bulup olur olmaz salvolarını en nazik, en acıklı, en yumuşak bir halet-i ruhiye pozunu da takınıp öylece sergileyeceklerdir. Bu olmazsa hayat olmaz. Bu olmazsa kendileri olmaz. Kendilerinin zaten varlık sebebi de bu olguların olgunlaşmasını vücuda getirecek olan olgulardır. Hayatın devam etmesi için bir gerekliliktir aynı zamanda. Yoksa hayat durur.
Aslında hayat acıklıdır.
Bunu görelim veya görmeyelim hayat hadd-i zatında oldukça acıklıdır. Çünkü her an bir darbeyle yokluyor bizi. Her an tüketiyor kendimiz dediğimiz BEN’in uçkun taraflarını. Haberimiz dahi olmadan alıp götürüyor içimizdeki hain planları. Kötücül tasarımları alıp yok ediyor ve çırılçıplak bırakıyor bir başına bizi. Yazık ki iyi taraflarımızı da acımasızca yok ediyor azıcık kötülüğümüzün karşılığında. Yoksa iyi olmaya yatkınlığımızı da mı alıp götürüyor bizden. Eğer biz bırakıveriyorsak kendimizi boşluğa kime suç atabiliriz ki, kime bahanelerimizle birlikte baş vurabiliriz ki? Baş vursak dahi kim dinler ki bizi! Ancak kendimizi avutmuş oluruz, ancak kendimizi oyalamış olacağız bu bir oyun ve oyalanma yeri olan dünyada. Şaşkınlıklarımızı dahi kendimizle bütünleştirip benliğimizi kutsayacağız ki nefsimiz alkışlasın bizi. Bizi diğer bir bizle karıştırıp azaba düşürsün ki keyfi yerine gelsin.
Hülasa, Farabi, “El-Medinetü’l Fâzıla” kitabının yirmi birinci sayfasında, “Halbuki insanın kendisi mâkûl olduğu halde, insanın düşündüğü şey bilfi’il mâkul değildir” diyerek bir dahi hatırlatıyor kendini bize…