Kavram
İnsaniyet
İnsaniyet/insanlık üstün ve yüce bir değerse, her şeyden üstün tutulmalıdır; bu değeri üstün/yüce tutacak olanlar da insanlardır; insanları özlerindeki/fıtratlarındaki o yüce değere sahip çıkmaya çağırmaktan başka seçenek görünmüyor. Her geçen gün “insaniyetimizi/insanlığımızı” kaybediyoruz, çünkü fıtrat ile ilişkimiz kopunca “Tanrı” ile ilişkimiz de koptu; modern insan aklının ürettiği paradigma (bilim, kültür, sanat ve felsefe) Tanrı’yı hayattan kovdu…
EKLENDİ
-:
Yazar:
Hasan Metinİnsaniyet, fıtrattan bakınca İslâmiyet, Allah’a teslimiyettir; fıtrattan değil de herhangi bir yerden bakarsak “hayali/afaki bir şeyden” söz ederiz. İnsaniyetten kasıt insanlığın ortak paydası ise bunu hiçbir zaman bilemeyiz, insanlığın ortak vicdanı ise fıtrata yaklaşırız. İnsanlık, gözümüzde bir “ideal” ise, bu ideale insanlık tarihi hiçbir zaman ulaşamamıştır, ulaşamayacaktır, çünkü onun ne olduğu bilinememektedir. Böyle bakınca (fıtrattan bakmazsak) Auguste Comte’un ne olduğu bilinmeyen “İnsanlık dini” dediği şey ile insanlık ideali ya da insaniyet aynı noktada birleşir.
İnsaniyet, merhamet, şefkat ve insanlık anlamında kullanılıyorsa bir değer ifâde eder; ona o değeri ya insanın/insanların kendi yükler ya da onları Yaratan. Birinci şıkta uzlaşı mümkün değil, geriye ikinci kalıyor ki bu da fıtrat ve İslâmiyet demek olur. “Varlık, Müslim’dir”, teslim olmuş = İslâm olmuştur” sözü, teslim olunan ilahî ve kutsal bir Gücü gerekli kılar ki, O Güç, insan dahil her varlığa kendi fıtratını/yapısını vermiştir; insanı da irade ile fıtratına uygun davranıp-davranmayacağı noktasında serbest/özgür bırakmıştır.
İnsaniyet, tüm insanların ortak paydası ise ve tümelse -ki öyle bilinir- o zaman insana dair tüm iyi ve kötü huyları içine alır, bir “çorbaya” döner; ondan kasıt kötünün içinde bulunmadığı, “ünsiyeti” referans alan bir şeyse, şu soru aklımıza gelir. Kime, neye ünsiyet? İnsanların birbirlerine ünsiyeti ise, yine iyi-kötü karışır, ne olduğu bilinmeyen bir şeye dönüşür; Yaratan’a ünsiyet ise, -Yaratan bilin(e)mese de- onunla “İyi, İdeal ve Mükemmel Bir’i” kastedilir. Bizim zihin dünyamızda daha çok bu anlam vardır; bu anlamıyla insaniyet, İslamiyet’e yakındır, İslâmiyet ise Allah’a teslimiyet, O’nun emirlerine/dinine, yasalarına ünsiyet demektir. Yaratan’dan bağımsız insaniyet fikri afakîdir, görelidir, tüm insanların fikirlerini bu kavram altında buluşturmak da mümkün değildir.
İnsaniyet, insandan mastar ve insana yakışan hâl, insan olma durumu anlamında ise insan tanımında anlaşmak icap eder. İnsanı biyolojik yönüyle ele alırsak, iki ayaklı dik yürüyen canlı gibi “basit” bir tanım yaparız, bu tanımdan ahlâkî bir sıfat çıkmaz. İnsan, özgür, iradeli ve akıllı bir canlıdır dersek, irade/özgürlük, iyiyi de kötüyü de tercih demek olur; aklı da bağımsız ve ölçüt belirleyen bir kıstas olarak alırsak, tüm insanlar için “ortak bir akıl ve irade” belirlememiz icap eder bu da ontolojik olarak insaniyetteki sorunla aynı kapıya çıkar, ki, tüm insanların aklı ve iradesi aynı şekilde çalışmaz, her insanın aklı ve iradesi farklı motiflerle çalışır. Bizi bu tür sıkıntıların kurtaracak olan, “ortak bir temele” yaslanmaktır, bu temel de “fıtrat” temelidir; fıtrat, Arapça fatara’dan mastar. Fatara : yarmak, açmak, iftar etmek, ortaya çık(ar)maktır; dil bilgisinde mastar, fiilin isim hâli, eyleyen isim demek; mastarlama ise düzeltme/düzleştirme. İnsan isminden insaniyet mastarı söz konusu olunca insaniyet, insanlığımızı düzeltme demek olur; insan, kâinat ve içindeki her şey, kendi kendine yarılmaz, düzelmez, onları yaran/çıkaran, düzelten bir fâil (kişinin kendi ve yaratıcısı) vardır ve bu fail, o şeyi ne için (niçin) yaratmışsa, o şeye ona uygun fonksiyon, özellik ve yapı verir, onun potansiyellerini belirler. Biz de o ortak potansiyele göre hareket edersek fıtrata/insaniyete göre hareket etmiş oluruz, şayet insanlardaki ortak özelliklere insaniyet (=fıtrat/insan fıtratı) diyorsak bu, yaratılışta insana yüklenen mizaç, yapı ve meşrep anlamına gelir ki, bu fıtrat ile aynı yerde/kökte birleşir. Böyle bakmaz isek (Yaratıcı’dan bağımsız, insan merkezli bakarsak), insan sayısı kadar insaniyet tanımı ortaya çıkar ve böyle bir tanımda anlaşmamız/uzlaşmamız imkânsız olur.
İnsaniyet, insanın özüdür, ilinek değildir. İlineklerin kendi başına bir varlığı yoktur, bir öze bağlı olarak var olurlar; özlerin ise kendi başına bir varlığı olur, şeyleri birbirinden ayıran özlerdir, özlere çok farklı ilinekler ilişebilir, insaniyet/insanlık özüne ilişen ilineklerin farklılığı, insanları farklı gösterebilir ama insanı tüm ilineklerinden sıyırdığımızda geriye kalan öz/çekirdek o insanın insaniyetini verir, bu öz/çekirdek her insanda aynıdır. İnsanlardaki “ortak özün” ilinekleri etkilemesi beklenirken, çoğu insan ilineklere bakarak insanı tanımaya çalışır. Tür olarak insanı belirleyen özken, iradî olarak ilinekleri uzun süre huy hâline getirenlerin biyolojik yönden olmasa da davranışsal yönden özleri de etkilenir, insaniyetleri bozulur, zarar görür. Kitap (Kur’an), küfre, kötülüğe ve nankörlüğe sapanları, aklını kullanmayanları, özlerine yerleştirilen insaniyet gücünü harekete geçirerek kullanmayanları daha aşağı varlıklara “hayvanlara” benzetir, hayvanlardan bile daha aşağıya inebileceklerini söyler. (Furkan, 44. Araf, 179.)
İnsaniyet/insanlık üstün ve yüce bir değerse, her şeyden üstün tutulmalıdır; bu değeri üstün/yüce tutacak olanlar da insanlardır; insanları özlerindeki/fıtratlarındaki o yüce değere sahip çıkmaya çağırmaktan başka seçenek görünmüyor. Her geçen gün “insaniyetimizi/insanlığımızı” kaybediyoruz, çünkü fıtrat ile ilişkimiz kopunca “Tanrı” ile ilişkimiz de koptu; modern insan aklının ürettiği paradigma (bilim, kültür, sanat ve felsefe) Tanrı’yı hayattan kovdu. Modern insan Tanrı’dan bağımsız keyfince bir hayat arayışı peşinde, kendini Tanrı yerine koyuyor, Tanrı olmadan hayata düzen vermeye çalışıyor, başaramıyor, başaramayacak da…
İnsaniyetini, insanlığını kaybeden, her şeyini kaybeder, kaybedecek…