Kıymetli dostum, sırdaşım!
Kurban Bayramı vesilesiyle sana yazma imkânı veren Rabbime hamd olsun. Rasulüne salat ve tüm kardeşlerimize selam olsun. Bu bayram, kardeşliğin yeniden ihyasının başlangıcı olsun.
Şayet on dakikan varsa kardeşine ayıracak derdine seni de ortak etsin;
“Kurban vesilesi olan Hz. İbrahim nasıl ‘Halilullah’ olmuş, ben de ‘halilullah’ olabilir miyim?” diye empati yapmak istedim. Ne var ki fakirin gücü buna kifayet etmedi.
Nemrut’un ateşine atılmayı bekleyen İbrahim oldum başladım Rabbim’e yalvarmaya: “Ya Rabbi beni kurtar, ya Rabbi beni kurtar!” diye. Derken Cebrail aleyhisselam gelip de “Dile benden ne dilersen…” deyince, “Hah işte Rabbim duamı kabul etti!” diye sevincimden göklere sıçradım, sonrada: “Bunların hepsini kendi yaktıkları ateşle yak! Beni de al götür buralardan.” diye duası kabul olunan bir kul sevinciyle olanca gücümle haykırdım. Arkasından Hz. İbrahim ne demişti diye hatırlamaya çalıştım, hatırladıklarım beni utandırmaya yetti. Hz. İbrahim; “Ey Cebrail! Rabbim benim durumumdan haberdar değil mi! Sen girme bizim aramıza, ben Rabbime sığındım, o ne güzel sığınaktır, o ne güzel mevladır.” deyişiyle halilullah olmuştu.
Urfa’daki İbrahim olamadım, bari Filistin’e gideyim dedim. Hacer’i ve İsmail’i çölün ortasına bırakıp, açlığa ve susuzluğa hatta vahşi hayvanlara yem etmenin bir mantığını aradım, bulamadım. Başladım mantık yürütmeye, te’viller yapmaya; sevdiklerimi ölüme terk etmenin aslında Rablerinin, asıl sahiplerinin kapısına bırakmak olduğuna bir türlü kendimi ikna edemedim, nefsime “pekey” dedirtemedim.
İsmail’i kesmek mi? Çocuklarımın dünyalık hevesâtını bile kesemeyen ben, nasıl olurda minnacık aklıma sığdıramadığım bir mantıkla oğlumu kesebilirdim! İsmail, İbrahim’in miydi ki düşünsün. Düşünmedi de. Emanetin asıl sahibi emanetini istemişti. Emanetçiye konuşmak düşer miydi? İyi de ben niye öyle düşünemiyorum? “Oğlum”, “kızım”, “eşim” dediklerim gerçekte ne kadar benim? Sahipleri ferman buyurmuşsa benim ne haddime yorum yapmak!
Hacer olayım dedim olmadı, İsmail olayım dedim olmadı; ne empati kaldı ne de halilullah olmaya mecalim.
Mademki Halilullah olamıyorum, Hacer ve İsmail olamıyorum; bari kurbanımı keseyim de taklidî Müslümanlığımı devam ettireyim istedim, yine sınıfta kaldım. Ucuzunu ve kolayını aradım. Bana kurban düşer mi, diye bile aklıma geldi. İşte buna hepten utandım. Nefsanî arzularımı sınırlandıramayan ben, “herkesin var benim de olsun” diyen ben, nice aldatmaca eşyayı evine yığıp adını “ihtiyaç” koyan ben, israfı ve “israfçıların; şeytanların kardeşleri” olduğunu düşünemeyen ben, “kurban bana vacip oluyor mu?” diye düşünmeye başladım. Utanmak kelimesi bile küçük kaldı. Parasına kıyamayan ben İsmail’ime nasıl kıyarım!
Bu bayram tefekkürden tezekküre seyri murad ettim. İmanımı kavileştiremesem de İslamsız, ibadetsiz olmaz dedim. Ömür kısa, ecel yakın dedim ve bir niyet tuttum.
İbadetlerimi yapmaya, haramlardan kaçmaya, ahlakımı güzelleştirmeye…
Şeytanla, dostlarıyla, nefs-i emmare ile ve nefsanî olanlarla mümkün olduğunca irtibatımı kesmeye… Allah’ın gazabını celp edecek ve cehenneme sürükleyecek tüm günahlarla bağımı kesmeye…
Siyah, beyaz, pembe bilumum yalanlarla, kalbimi karartan, ruhumu yoran sözlerle arama mesafe koymaya…
Her türlü dünyalık hırsı; makam, mal ve riyaset arzusunu terk etmeye…
Her türlü feminist, raculist, kapitalist, insanist, sonunda –cı-ci olan tüm görüş, grup, akım ve şahıslarla birlikteliğimi kesmeye, israfı, isyanı, modayı, özentiyi, “el ne der” anlayışını, kör taklitçiliği, suni kimyasal deterjan kullanmayı, hayvani ve zeytinyağı dışındaki sahte yağ kullanımını, uyduruk güzellik boyalarını terk etmeye niyet ettim. Arefe gününü oruçlu geçirmeye. Bismillah Allahu ekber.
Essahtan kul olmaya, Muhammed Mustafa’ya ve onun sünnetine sımsıkı sarılmaya, ona düşmanlık edenlere düşman olmaya yemin ettim. Bismillah Allahu ekber.
Aziz dost, seni de bu niyetime, azmime, kararlılığıma şahit tutmak, dua etmek ve duanı almak istedim.
Günahlarla bağımızı kesmeye, kulluk bağımızı kuvvetlendirmeye söz verdiğimiz Kurban bayramımız mübarek olsun.