1. Anasayfa
  2. Genel

Medine’den Payitahta Dersaadet’ten Başkente

Medine’den Payitahta Dersaadet’ten Başkente
0

Fethinin 700. Yılında Bursa’ya

Medeniyet kelimesi, medine kelimesinde türemiştir, bu kelime de Arapçada şehir anlamına gelmektedir. Hicretten sonra Müslümanların bağımsız bir devlet kurmaları sonucu Yesrib’in adı Hz. Peygamber (sav) tarafından Medine ya da Medine-i Münevvere olarak değiştirilmiştir. İslâm medeniyeti Mekke döneminden sonra esas itibarıyla Medine’de kurumsallaşmış ve yeryüzüne yayılmıştır.  İslâm medeniyeti bu anlamda bir şehir medeniyetidir. Müslümanlar hem fethettikleri kadim şehirleri hem de kendi kurdukları şehirleri İslâm medeniyetinin özellikleri ile bezemişler, bu şehirleri birer Müslüman şehri olarak donatmışlardır. Hazreti Ali, Medine’deki iç karışıklıklardan ve özellikle Cemel Vakası’ndan sonra, 36/656 senesinde İslâm devletinin merkezini Hazreti Ömer tarafından kurulan Kûfe’ye taşımış ve burası bir müddet başkent olarak kalmıştır (Casim Avcı, “Küfe”, DİA, cilt:26, s. 340). Hazreti Hasan, Müslümanlar arasında yeniden çatışma çıkmasını istemediğinden şartlı olarak Muaviye lehine hilafetten vazgeçmiş ve Muaviye yeni kurduğu saltanatın (Emevîler) başkentini Şam (Dımaşk) olarak belirlemiştir. Son Emevî Halifesi II. Mervan bir müddet Harran’ı başkent olarak seçmiş ise de gittikçe büyüyen Abbasî ihtilalinin önüne geçememiş ve 750 tarihinde Abbasi askerleri tarafından öldürülünce Emevî devleti yıkılıp, yerine Abbasiler iktidara geçmiştir (Ramazan Şeşen, “Harran”, DİA, cilt:16, s. 238).

Abbasiler yeni yönetim merkezi olarak İran topraklarını tercih ettiler ve ilk olarak 132/749 senesinde Kûfe Ulu Camii’nde devletin kurucusu Ebü’l-Abbas es-Seffâh’a biat edilmesiyle Kûfe Abbasiler’in başkenti olarak yeniden tarih sahnesine çıkmıştır. İlk Abbasi halifesi es-Seffâh bir müddet Fırat’ın doğu yakasında küçük bir şehir olan Haşimiye’yi, kısa bir süre de Enbar şehrini kendisine merkez olarak seçmiştir. Abbasi halifesi Ebû Cafer el-Mansûr Dicle kenarında Sasanî Devleti’nin eski başkenti Medâin harabeleri yakınında yeni bir şehir kurdu ve adına “Medinetüsselâm” dedi. Burası uzun yıllar Abbasilerin başkenti olarak devam eden ve eski bir İran köyünden adını alan Bağdat şehridir. Abbasi ordusunda Türk nüfuzunun artması sonucu Halife Mu’tasım Sâmerrâ şehrini kurmuş ve devletin başkentini buraya taşımıştır. 836-892 seneleri arasında burası devlet merkezi olarak ön plana çıkmıştır. Abbasi halifelerinden Mu’tasım, Vâsık, Mütevekkil, Müntasır, Müstaîn, Mu’tez, Mühtedî, Mu’temid Sâmerrâ’da görev yapmışlar ve devleti buradan idare etmişlerdir (Nahide Bozkurt, Abbasiler, İSAM, İstanbul 2014, s. 83-93). Daha sonra Bağdat yeniden başkent olacak ve 1258 yılında Moğollar tarafından yakılıp yıkılına kadar başkent olarak devlet yönetmenin ötesinde dünya ilim başkenti olarak da öne çıkacaktır. Şairler bu dönemde Bağdat’ı yeryüzünün cenneti olarak tavsif etmişlerdir. Güzel bahçeleri, yeşil çayırları, muhteşem dekorasyonlarla süslenen sarayları ile meşhur bir şehirdir. Bu doğal güzelliklerinin yanısıra Bağdat önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. Hanefi ve Hanbeli mezhepleri burada doğmuş, Beytülhikme gibi önemli ilim merkezleri bu şehirde kurulmuş, birçok âlim, şair ve yazar bu şehirde yetişmiş, birçok kütüphane ve kitapçı dükkânı burada faaliyette bulunmuştur (Abdülaziz ed-Dûrî, “Bağdat”, DiA, cilt:4, s. 429).

Abbasilerin hüküm sürdüğü dönemlerde Endülüs’te yeni bir hilafet oluştu ve III. Abdurrahman burada Endülüs Emevî halifeliğini kurdu ve Kurtuba’yı başkent yaptı. Kurtuba bu tarihten sonra büyük bir gelişme kaydedecek, özellikle ilim bakımından İslâm medeniyetinin göz bebeği olacaktır. Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in (961-976) yaptırdığı kütüphanede 400.000 cilt kitabın olduğu bu ifadenin doğruluğunu teyit etmektedir (Thomas B. Irving, “Kurtuba”, DİA, cilt: 26, s. 452).

Orta Çağ İslâm dünyasında hüküm süren Fâtimiler Kahire’yi başkent olarak seçmişler ve özellikle kurdukları el-Ezher ile ilim dünyasına büyük bir katkı sağlamışlardır. Bu dönem ve daha sonrasında gerek Kuzey Afrika gerekse Orta Asya’da kurulan Müslüman devletlerin kendileri için seçtikleri başkentleri birer ilim merkezi, kültür ve sanat atölyesi haline getirdikleri söylenebilir.

Türkler’in İslamiyet’i devlet halinde kabul etmelerinden itibaren kurulan devletler arasında Karahanlılar Kaşgar’ı başkent olarak seçmişlerdir. Gazneliler ise devletin adını aldıkları Gazne şehrini başkent olarak tercih etmişlerdir. İslâm dünyasında bir süre hüküm süren Büyük Selçuklu devletinin kurucusu Selçuk Bey, beyliğin merkezi olarak Cend şehrini seçmiştir. Sultan Tuğrul Bey, Abbasi halifesi tarafından sultan ilan edilince Selçuklular bağımsız bir devlet olarak, Nişabur’u başkent seçmişlerdir. Ancak daha sonra Merv şehrini fethedince, burayı 434/1042 tarihinde devletin başkenti yapmıştır. Selçukluların daha sonra bölünmeleri sonucu ortaya çıkan devletler kurulduğu yerde bir şehri başkent yaparken, Anadolu (Türkiye) Selçukluları devletini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah da İznik’i, kurduğu devletin başkenti yapmıştır (1078). İznik’in 1097 senesinde Haçlılar tarafından kuşatılması ve kuşatmayı kırmaya çalışan I. Kılıçarslan’ın bu kuşatmayı kıramaması üzerine Konya’yı devletin merkezi yapmıştır. Yirmi sene gibi kısa bir süre Anadolu Selçuklularının başkentliğini yapan İznik’te bu döneme ait hemen hemen hiçbir eser günümüze ulaşmamıştır.

Anadolu Selçuklu devletinin dağılma sürecinde beylikler arasından sıyrılarak altı asırlık bir devlet kuran Osmanlılar Batı Anadolu’da yer alan Karacahisar’ı fethederek beylik merkezi yapmışlardır. Rivayetlere göre Osman Gazi, Karacahisar’da kendi adına hutbe okuttu ve bağımsızlık ilan etti. Şehre Müslüman nüfus iskân edildi, mescit ve pazar kuruldu, imam, kadı ve hatip tayin edildi. Osman Gazi bir müddet sonra Yenişehir’i kurarak devletin merkezini buraya taşımıştır. Ancak beylikten devlete geçiş diye adlandırılan Osmanlı Devleti’nin devlet olma yolundaki en büyük adım Orhan Gazi tarafından atılmış ve bu dönem de Bursa’nın fethinden sonra (1326) gerçekleşmiştir. Orhan Gazi, uzun süre muhasara altında tutulan şehri 6 Nisan 1326 tarihinde fethetti ve Osmanlı’nın payitahtı artık Bursa olmuştur. Bursa o tarihte Osmanlı’nın payitahtı olmanın yanı sıra hem İznik hem de Yenişehir gibi iki eski payitahtı da şu anda bünyesinde barındırmaktadır

Osmanlı kroniklerinden Aşıkpazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserinde Orhan Gazi’nin Bursa’nın fethi ilgili olarak şu bilgiler yer alır:

Osman Gazi gördi kim bu hisar (Bursa Hisarı) cenk ile alınmaz, buna sabır gerek imdi, vardı bu hisara hâvâle yapmağa. Bir hisar yapdı. Kapluca tarafına. İçine kardaşı oğlı Ak Demüri (Ak Timur) kodı kim ol gayetde bahadır, yarar er idi. Anun ile hayli yoldaşı dahı kodı. Bir dahi dağ tarafına yapdı. Balabancık derler idi bir kuli var idi. Ol dahı gayet dilir er idi. Bu hisara da anı kodı. Ve bu iki hisarı iki yılda yapdı.” O günün dilini yansıtması amacıyla yukarıdaki satırlara müdahele edilemeden yazıldı. Bundan sonra Bursa’nın uzun süre kuşatma altında olduğunu ifade eden tarihçimiz, Osman Gazi’nin başka yerleri fethettiğini anlattıktan sonra oğlu Orhan Gazi’yi Bursa’ya gönderdiğini ve Bursa’nın nasıl fethedildiğini yazar. Orhan Gazi’ye Bursa hisarından bir haber gelir ki, içerde çok bunaldılar ve hisarı teslim etmek için bahane ararlar. Osman Gazi oğluna: “Oğul! Yanına Köse Mihal ve Turgut Alp’ı da al, önce Atranos (Orhaneli) üzerine git, çünkü oranın tekfuru Dinboz gazasında Bay Hocamın düşmesine sebep olmuştu…” Orhan Gazi’nin yanına ayrıca Şeyh Mahmud ve Şeyh Edebali’nin kardeşinin oğlu Ahi Hasan’ı da yoldaş olarak gönderildi. Orhan Gazi ve askerleri önce Atranos’u fethettiler, ondan sonra Bursa üzerine yöneldiler. Orhan Gazi, Köse Mihal’i Bursa tekfuru Baras’a gönderdi ve hisarı teslim etmelerini istedi. Baras, bir antlaşma dahilinde hisarı teslim edeceğini, antlaşmaya göre, hisar teslim edildiğinde kimseye zarar verilmemesinin te’min edilmesini istedi. Durum Orhan Gazi’ye bildirildiğine, gerekli teminatlar verildi ve Baras 30.000 filori karşılığında Bursa hisarını Osmanlı askerlerine teslim etti. Ahi Hasan hisara tırmanarak bayrağı kalenin burcuna dikti. Tarih: 6 Nisan 1326 (30 Rebiülevvel 726). Orhan Gazi Bursa kalesini niçin teslim ettiklerini Baras’ın veziri Saroz’a sorduğunda onun cevapları çok manidardır. Saroz’a göre kaleyi teslim etmelerinin sebepleri şunlardır:

  1. Sizin devletiniz günden güne büyümekte, bizim devletimiz ise günden güne çekmektedir.
  2. Baban Osman Gazi iki kule yaparak bizi muhasara etti ve hisardan dışarı çıkamaz olduk. Osman Gazi köylerimizi aldı ve o yerler size tabi oldular. Onlar sizin yönetiminizde rahatı buldukları için bizi aramaz oldular. Hatta biz dahi rahatlıkta onlara özendik.
  3. Tekfurumuz zamanında çok mal yığdı, malın bir faydası olmadı. İhtiyacımız olduğu zaman bu malı satın alacak kimse bulunmadı.
  4. Devlet yöneticisi aciz olur ise, ülke çabuk bozulur, bizim yöneticimiz bu durumdadır.
  5. Yaramaz bir kimse olan Kite (Ürünlü) tekfuruna uyduk, yanlış yaptık.
  6. Âlemde hayli değişiklikler olmaktadır. Bu değişiklik bizde de bozulmaya doğru oldu ve size teslim olduk.

Bursa bu şekilde fethedildi ve payitaht yapıldı. Bu durum İstanbul’un Dersaadet olmasına kadar devam etti. Küçük bir hisar içinde sıkışıp kalan Bursa bundan sonra gerçek bir şehir hüviyetine, payitaht olma özelliğine kavuşacaktır. Bu şehir olma özelliği fiziki unsurların yanı sıra kültürel kurumlar ve özellikle Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “Burc-ı evliyâ” olması ile anılacaktır.

Bursa’nın fethinin 700. yılı olan 2026 senesi bu manada önemlidir. Bakalım bir dönem “payitaht” olan şehir önümüzdeki sene hakkettiği şekilde tanıtılacak mıdır?


Faruk Sümer, “Selçuklular”, DİA, cilt:36, s. 368-369, 380-381.

Sezai Sevim, “Yenişehir’in Kuruluşu ve Başkent Yenişehir Hakkında”, Tarihten Günümüze Yenişehir Sempozyumu, ed. Mefail Hızlı-Sezai Sevim, Bursa 2014.

Aşıkpaşaoğlu Ahmed Âşıkî, Tevârîh-i Âl-i Osmân, Düzenleyen: Çiftçioğlu N. Atsız, İstanbul 1947.

1962 yılında Şanlıurfa’da doğdu. 1976 yılından beri Bursa’da yaşamaktadır. 1985 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1986 yılında İstanbul’da lise öğretmenliğinin yanısıra Marmara Üniversitesi’nde Bursa Şeriye Sicilleri ile ilgili hazırladığı tezle yüksek lisansını tamamladı. 1999 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Bursa’da Tasavvuf Kültürü konulu teziyle doktorasını yaptı. 1996 yılında Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde göreve başladı ve burada İslam Tarihi ve Medeniyeti, Osmanlı Türkçesi ve Arşiv metinleri gibi dersler vermektedir. Çalışmalarına ağırlıklı olarak arşiv belgeleri ve yazma eserlere dayalı olarak Bursa hakkında devam etmektedir. Bursa’da Malik Aksel’in taşbaskı halk resimleri ile yağlıboya ve suluboya tablolarından oluşan iki sergiye koordinatörlük yaptı ve kataloglarını hazırladı. Bursa mezartaşlarını (4 cilt) ve Bursa Vakfiyelerini yayına hazırladı. Halen Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde profesör olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda Tarih Bölümü başkanlığı ve İznik Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü görevini yürütmektedir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir