Edebiyat
Mehmet Âkif Ersoy ve Son Mısralar
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mustafa Kara, Prof. Dr.Bütün büyükler gibi, insanların onunla ilgili kanaatleri çeşit çeşittir.
Kimi onu Sultan II. Abdülhamid’in siyasetini beğenmediği için beğenmez.
Kimi onun “Bedr’in arslanları ancak” dediği için dedikodusunu yapar.
Kimi onu vatanı terk edip Kahire’ye gittiği için terk eder.
Kimi onu, Efgânî-Abduh çizgisinde gördüğü için çizer
Kimi onu Fikret’i ve Haluk’u tutmadığı için tutmaz.
Şimdilik bu konuların hiçbirinden bahsedilmeyecektir. İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin yıldönümü vesilesiyle çileli ömrünün son yıllarında kaleme aldığı mısralarından söz edilecektir.
Duymuşsunuzdur, şöyle bir kanaat vardır: Büyük sanatkârların gönüllerine akan ilham ırmakları, yaşlandıkça kurumaya , azalmaya başlar. Bereketli , çağıldayarak akan coşkun sular azaldıkça eserler de azalmaya,zayıflamaya ,mürekkep kurumaya başlar. Herkes için değilse de bazı sanatkârların eserlerinin yazılış tarihleri bunun bir gerçek olduğunu gösteriyor.
Safahat’ta yer alan ve mısra sayısı olarak onikibine yaklaşan şiirlerin yazılış tarihi açaba bize ne söylüyor?
Yaklaşık olarak 1909-1929 tarihleri arasında bazen sessiz ve derinden , bazen çağıldayarak/köpürerek akan bu ırmağın, son senelerde daha sakin aktığı görülmektedir. Yüzlerce beyitlik uzun şiirler yerini , dört mısralık manzumelere bırakmıştır. Bu mısraların da kimi fotoğraflarda beliren yaşlılığın hazân mevsimine bakan izlerini, kimi ebedî âleme göç eden can dostlarının derin hüznünü, kimi de hayat arkadaşına, titreyen parmaklarla yazılan veda mektubunu ihtiva etmektedir. Şu da ilave edilmelidir: Akif’in son yıllarda şiirle fazla meşgul olamamasının bir mühim sebebi de gecesi ve gündüzüyle, aklıyla ve gönlüyle kendini verdiği Kur’an-ı kerim tercümesidir.
Mısır/Hilvan’da yazdığı son uzun şiir yüz beyitten fazla olup 22 Ağustos 1933 tarihini ve San’atkâr başlığını taşımaktadır. Ertuğrul Düzdağ’ın ifadesiyle “Safahat’ın son şaheseri, kendi davasının ızdırabının ve derunî hayatının bir hulasası, adeta son nefesiyle fırlattığı bir feryâd olan San’atkâr…” 1933 tarihinde Mısır’da basılan Gölgeler’in son manzumesi olan bu şiir yabancı bir kişiye, Mister Archibald Bullok Roosevelt’e ithaf edilmiş.
Kim bu adam şeklindeki sorunuza şair dibnotta cevap veriyor:
“Vaktiyle Amerika’da iki defa reisicumhur intihab edilen meşhur Roosevelt’in oğludur. Afrika’daki bir münzevinin böyle Yeni Dünya evlâdından birine eser ithafına kalkışması garib görünmesin: Şerif Muhyiddin Beyefendi Newyork’ta iken bu asîl genç kendisine karşı ihlasın, mihmânperverliğin, biz Şarklıları bile hayran edecek derecesini gösterdi. Bunun için giyâbî minnetdârıyım”
Şimdi de kim bu Şerif Muhyiddin Beyefendi diye bir soru soruyorsunuz. Akif’ten yirmi yaş küçük bir udî. Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Efendi’nin oğlu. Kimin torunu olduğu ise adında saklı.
Tekrar son uzun şiire dönelim.
Onun son satırlarında da gözyaşı var:
Huda bilir ki dayanmaz taş olsa bir sine
O gözlerinde dönen sağnağın dökülmesine
Hayır! Yakar beni derdimle âşina çıkman
Bırak ben ağlayayım, sen çekil de karşımdan
Belâ mı kaldı ki dünya evinde görmediğim
Bırak, şu yaşları, hiç yoksa görmeden gideyim
Son beş yılın mahzûn mısraları ile devam edelim:
RESİM İÇİN
Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, bir gün
Şu sağır kubbede, hâib, sesimin dindiğini
Bu heyülâyâ da bir kerecik olsun bak ki
Ebediyyen duyayım kabrime nûr indiğini (Hilvan 10 Kasım 1931)
NEVRÛZ’A
İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevrûz
Ne büyük söyle, ne çok söyle,yiğit işte gerek
Lâfı bol karnı geniş soyları taklit etme
Sözü sağlam, özü sağlam adam ol ,ırkına çek (Hilvan,15 Kasım 1932)
NERDESİN
Lâ-mekânlarda mısın , nerdesin ey gâib ilâh
Dönerim enfüsü, âfâkı ezelden beridir
Serpilip kubbene donmuş, o ışık damlaları
Seni, yer yer arayan yaşlarımın izleridir (Hilvan,19 Kasım 1932)
HAYAT ARKADAŞIMA
Seni bir nûra çıkarsam diye koştum durdum
Ey, bütün dalgalı ömrümde hayat arkadaşım
Dağ mıdır karşı gelen, taş mı hep aştım lâkin
Buruşuk alnıma çarpan, bu sefer kendi taşım!
KIT’A
Virânelerin yasçısı baykuşlara döndüm,
Gördüm da hazânında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum
Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu ?.. (Ağustos, 1935)
KASR-I GÜLŞEN
Kasr-ı Gülşen’sin evet, lâkin gönüller şen değil
Durduğum, mâzine hürmet, yoksa neşvemden değil
Var mı loş sinende cânandan kalan nur izleri
Ey yeşil yurt, istenen senden odur, sinen değil…
(4 Eylül 1935 (Abbas Halim Paşa’nın vefatı üzerine köşkü için kaleme alınmıştır.)
RESMİMİN ARKASINA
Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok
Sen mi kaldın, yalınız kâfileden böyle uzak
Postu sermekse meramın yola serdirmezler
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak
(1935)
RESMİM İÇİN
Şu serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim
Ne saadet, hani ondan bile mahrumum ben
Daha bir müddet eminim ki hayatın yükünü
Dizlerim titreyerek çekmeye mahkümum ben
Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını
Bana çok görme İlâhî bir avuç toprağını!…
(1935)
SERAP
Arkamda serilmiş yere bir mâzi var
Karşımdaki müstakbelim ondan da harâb
Hâl ortada, bir çöl ki sudan vaz geçtim,
Yok ye’simi aldatmaya bir damla serap
(1936)
Safahât için kaleme alınan dörtlük ile perdeyi kapatıyoruz:
“Arkamda kalırsın,beni rahmetle anarsın”
Derdim,sana baktıkça,a bîçâre kitabım
Kim derdi ki: Sen çök de senin arkana kalsın
Uğrunda harâb eylediğim ömr-i harâbım
Beğenebileceğiniz Gönderiler


Çok Okunanlar
- Düşünce-
Muvvakkat Ömürler ve Mekânlar
- Söyleşi-
D. Mehmet Doğan: Bizim Hakikatle Temasımız Kelimeler Üzerindendir
- Ramazan-
7 Soruda Ramazan – Nurullah Öztürk – RTÜK Üyesi
- Ramazan-
7 Soruda Ramazan – Abdullah Yıldız – Yazar
- Tarih-
II. Abdulhamit ve Sosyal Devlet
- Ramazan-
Yeni Bir Ramazan Olsun
- Ramazan-
Peygamberimizin Ramazan Ayını İhyası
- Edebiyat-
Âşık Veysel’in “Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana” Adlı Şiirine Bir Yaklaşım Denemesi