Gerçekten öğretmen mi olmak istiyorsun?
Öyleyse iyi dinle!
Önce eğitimin ne olduğunu iyice kavramış olmalısın! Bunun için başkalarının nasıl tanımladığı değil, senin onu nasıl çerçevelendirdiğin, ondan neyi anladığın, eğitimin senin için ne anlam taşıdığı önemli.
Sonra da bunun için kendinin ne kadar yeterli olduğunu dikkatlice ve bir güzel tartmalısın!
Eğitim için gereken sabrı gösterebilecek misin? Yoksa bir eksiklik gördüğünde ortalığı kırıp dökecek misin? Sinirlerin ne kadar sağlam? Gergin bir havayı kaldırabilecek ve hatta onu normal şartlara indirebilecek misin? Yani ateşi söndürebilecek misin?
Eksikleri olduğu için eğitilmesi gereken bir gençle karşılaşınca üzerine mi yürürsün, yoksa bunun başka bir yolu olmalı deyip konu ile ilgili kafa mı patlatırsın? Farklı seçenekleri kullanma yeteneğin ne kadar kuvvetlidir?
Bir ara eğitilmesi gereken genç için paralanması çok güç bir ağaç kökü örneğini düşünmüştüm. Yöntemini buluncaya kadar farklı yerlerinden parçalama girişimlerine dikkat çekmiştim. Bu da ancak deneye deneye bulunabilecek bir şeydir. Bu, hiçbir kurala sığmaz. Ama sabırla farklı noktalardan yapılacak paralama çalışmaları sonunda başarılabilecektir.
Eğitim de böyle bir şeydir. Doğru olanı değil, uygun olanı buluncaya kadar uğraşılması gerekir.
Eğitim için gerekli çabayı gösterebilecek misin?
Eğitimin gerçekleşmemesi hâlinde metanetini koruyabilecek misin?
Eğitimin, kitaplarda yazılı olanları gençlere anlatmak olduğunu düşünüyorsan kesinlikle yanılıyorsun. Eğitim bu demek olsaydı sana ihtiyaç olmazdı. Onları gençler, okuma yazmayı öğrendikten sonra kendileri de okur, öğrenirdi. Sonuçta eğitilmiş olurlardı. Hâlbuki eğitim için öğretmen olmak isteyene yani sana gençlerin şiddetle ihtiyaçları var. Çünkü eğitim ancak öğretmen marifetiyle gerçekleşebilir. “Aracılığıyla” demiyorum, dikkat edin, “marifetiyle” diyorum; eğitim alanında bu kavram oldukça önemlidir.
Öğretmen kelimesi de bana biraz yavan geliyor. Eğiticiye bazen hoca, bazen koç, bazen üstat, bazen de öğretmen diyorlar. Ama yine de kelimeye takılmıyorum. Önemli olan eğitme görevini yerine getirebilme yeteneğine sahip olmaktır.
Öğretmen olmanı sağlayacak bir marifetinin olması, belki de eğitimde birinci şarttır. Öyle ya sıradan bir insan hele günümüzdeki genç kuşakla nasıl baş edecek? Genç kuşağın ihtiyaçlarını nereden bilecek? Genç kuşağın beklentilerini nasıl hesap edecek?
Eğitimi ben şöyle tarif edebiliyorum: Bir boru, bir kablo veya daha başka bir düzenek düşünelim. Bunların bir ucu öğretmene çıkıyor, diğer ucu da öğrenciye. Bileşik kaplar örneği veya artı ve eksi kutuplar örneği bir düzenek. Sonunda bir akış olacak. Öğretmenden öğrenciye doğru bir akış. Bunun gerçekleşebilmesi için öğretmen tarafının dolu dolu olması gerekiyor. Öğrenci tarafı ise prensip olarak zaten boştur. O, bunu fark etmez. Galiba önemli bir iş de onun bunu fark etmesini sağlamanın bir yolunu bulmak olmalı.
Manzara zannediyorum oldukça açık: Kafasını, yüreğini, bileğini doldurmuş ve berkitmiş bir öğretmenden öğrenciye doğru bir akış…
Bunun için çok okumak, çok düşünmek, çok dinlemek, çok insan tanımak, çok insanla konuşmak, çarelerden bazılarıdır. Üstelik bütün bunları içine sindirmek gerekir. Bir şeyleri ezberlemek değil, onları özümsemek, kendi marifeti hâline getirmek, kendi birikimi hâline getirmek gerekir.
Bir örnekle açıklamam gerekirse bin bir çiçeği dolaştıktan sonra kendi içinde özümseyerek petek denen yeri onlarla dolduran ve sonunda dünyanın en tatlı yiyeceğini bize sunan bir arıyı düşünün. İşte işlem bu. İşte marifet bu! İşte dolu dolu olmak bu. İşte çalışma şekli, işte verim, işte karşı koyamayacağımız tat.
Bu süreçleri titizlikle izleyen kişinin dilinden elbette bal damlar. Ve hiç kimse buna burun kıvıramaz.
Bütün bu laflardan sonra sana dönecek olursam öğretmen olmaya hazır mısın? Kendini nasıl hissediyorsun?
Gençlerin karşısına geçince söze nasıl başlasam mı diyorsun yoksa… Hiçbirini tanımıyorum, ya beni anlamazlarsa ya kaytarmaya başlarlarsa ya da beni dinlemezlerse… Gürültüye getirirlerse her şeyi, kuru gürültüye boğarlarsa…
Bunların olmaması için çok ders çalıştım mı diyorsun? Bunun için alanımın bütün konularını biliyorum mu diyorsun?
Ama bunlar senin yeteneğini göstermez. Bu, senin bildiğini iddia ettiğin bilgilere sahip olmak marifet değildir. Asıl marifet, çok şey bilmek değil, bildiklerini kullanmayı bilmektir.
Şöyle bir ifade vardır: Çok dolu bir insan. İnsanın dinledikçe dinleyesi geliyor. Resmen ağzına baktırıyor. İnsanı bir yerlerden alıp bir yerlere götürüyor. Sözü sohbeti çok tatlı. Tadından yenmiyor.
Sen, ben bir matematikçiyim mi diyorsun? Bana ne bütün bu laf cambazlıklarından; ben bir problem bilirim, bir de onun çözümünü. Bunlar bana yeter de artar bile mi diyorsun?
Sen hele bir öğretmen ol ve karşındaki genç insanların nasıl bir problem olduğunu gör!
Seninle ondan sonra konuşalım, olur mu?