Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Olay Çankırı’da Geçiyor

Nehir kenarına tekrar indiğinde tırıvırılarda bir hareketlilik görüyor. Heyecanla ama usul usul çekiyor ağları. Ağlara toplamda yedi alabalık takılmış. Yavru olup olmadıklarına bakıyor. Hepsi kocaman balık. Tırıvırıyı dolaştırmadan özenle çıkarıyor bugünkü rızkını. Balıklar kovaya girince kurtulduklarını sanıyor ama nafile bir umut. Daha çok balık tutma hırsını bastırıyor. Hem zaten ancak taşır eve kadar. Kovasını alıp bisiklete tırmanıyor. Pardon, dağ bisikletine…

EKLENDİ

:

Bozkırın sıcağıyla erimiş Amerikan asfaltında bıraktığı teker izlerine baka baka ilerliyor yolda. Arada bir kafasını dikip selvi ağaçlarına bakıyor. Yol boyu sıralanmış selvi ağaçları bir illüzyona dönüşüyor. Çok fazla bakamıyor bu yüzden. Bisiklet gidonunun sağına astığı yoğurt kovasını düşürmemek için çok dikkatli davranıyor. Bisikleti Bisan marka… Abisi kupon biriktirip almış, sıkılınca da kardeşine vermiş. Tabii sıkılana kadar bindirmemiş. Kardeşi, yani Basri.  Yani Basri şu an bisikletin sahibi. Basri aslında amcaoğlununki gibi amortisörlü ve tekerleri traktörlerinki kadar kocaman olan dağ bisikletlerinden istiyor. Frenleri de hidrolik miymiş, neymiş. Olsun, onun bisikletinde de Mountain Cat yazıyor. İngilizcesi iyi olmayanlar için; Dağ Kedisi… Yani Basri’nin bisikleti de dağ bisikleti… Bu düşüncelerle pedal çevirirken nehrin sesini duyuyor ve hafifçe gülümsüyor. Bu nehri imamın oğlu önerdi ona. “Orada çok balık olur, biz orada tutuyoz.”

Bisikletini bayırın başında bırakıp kovası elinde nehre doğru dikkatli dikkatli indi. Hemen kovaya su çekti. Tırıvırılarını cebinden çıkarıp şöyle bir nehri süzdü. Nehir de onu süzdü. Sudaki balık hareketlerini görmeye çalıştı Basri. “Balıklar kayaların diplerine saklanır.” demişti imamın oğlu. Tırıvırıları olabildiğince kaya diplerine doğru attı. Bazılarını da nehri ortalarına… Çünkü ona göre balıklar illaki taş diplerinden çıkıp yüzmek isteyeceklerdi. Kıyıda oturmaya uygun bir taş ve istediği uzunlukta bir değnek buluyor. Oturduğu yerden, saklanan balıkları meydana çıkarmak için değnekle kıyıdaki taşlara, yosun diplerine ve zaman zaman da nereye denk geldiğini bilmeden suya vuruyor. Canının sıkıldığını kendisine itiraf etmemek için bir türkü söylemeye başlıyor. Sonra bisikleti geliyor aklına. Pardon, dağ bisikleti… Tırıvırıların uçları zaten dallara bağlı. Hemencecik bayırı tırmanıyor ve içini rahatlatacak manzarayı görüyor. Bir ayaklık taktırsa iyi olacak. Böyle düşünüyor.

Nehir kenarına tekrar indiğinde tırıvırılarda bir hareketlilik görüyor. Heyecanla ama usul usul çekiyor ağları. Ağlara toplamda yedi alabalık takılmış. Yavru olup olmadıklarına bakıyor. Hepsi kocaman balık. Tırıvırıyı dolaştırmadan özenle çıkarıyor bugünkü rızkını. Balıklar kovaya girince kurtulduklarını sanıyor ama nafile bir umut. Daha çok balık tutma hırsını bastırıyor. Hem zaten ancak taşır eve kadar. Kovasını alıp bisiklete tırmanıyor. Pardon, dağ bisikletine…

Bisiklete eklenen ağırlığa alışmaya çalışarak pedala yükleniyor. Denge önemli. Vitesleri doğru geçirmek önemli. Fren zamanlaması daha da önemli. Mesela Basri arka freni durmak için kullanır, bu yüzden sürekli sıkılar freni. Ön freni yavaşlamak için kullanır, bu yüzden daha serbest bırakır fren kablosunu. Maazallah taklaya gelmemek lazım. Şu bayırı birinci vitesle rahat rahat çıkarsa gerisi kolay. Annesi balıkları görünce ne kadar da sevinecek. Babası hemen mangalı yakar, afiyetle yerler. Çoktan yokuşun tepesine gelmiş. Şimdi vitesi arttırma zamanı. Zincir atmasın diye dua ederek vitesi bir bir arttırıyor. Bisiklet hızlanıyor, rüzgâr hızlanıyor, dünya hızlanıyor. Bu yol asfalt değil. Tekerin kaymaması lazım, çok dikkatli sürüyor. Aman diyeyim şu taşa dikkat. Orada çukur mu var, kaç! Basri belki de dünyadaki en iyi bisikletçi olduğunu düşünüyor. Tamam tamam, ülkedeki… Çankırı’daki…

Basri’nin önüne kocaman bir taş çıkıyor. Mesafe çok az. Manevra yapsa dengeyi sağlayamayabilir. Zemin kaygan. En iyisi ön frenle yavaşlayıp öyle hamle yapmak diye düşünüyor. Asılıyor frene. Yerçekimine aykırı bir usulde havalandığını hissediyor. Sağ tarafında da fışkıran suyun içinde çırpınan balıklar uçuyor. Babasının görüntüsü geliyor gözlerinin önüne. Bisikletin başında penseyle bir şeyler yapıyordu babası. Basri ön freni sıkmış olduğuna hiç ihtimal vermemişti. Bu görüntü kafasının üzerine düşmesiyle kayboluyor. Basri bir top gibi sekip yüz üstü tekrar düşüyor ve bu sefer de çenesini vuruyor. Metrelerce sürükleniyor. Bu kadar yeter mi? Yetmez. Bisikleti de tam sırtına düşüyor. Pardon, dağ bisikleti… Basri, tekerin dönüş sesini ve balıkların çıkardığı şıpırtıları duyuyor.

Etrafı dinlemesi bitince gözlerini açmak istiyor. İstiyor da açabilen kim? Herhalde toprak kaçtı. Şöyle bir ovalıyor gözünü.  I-ıh. Görüntü gelmiyor. Eliyle kontrol ederek tekrar deniyor. O da ne? Gözlerini açabiliyor. O zaman tek ihtimal kalıyor geriye, o da kör olmak mı dersin? Doğru cevap. Basri kör olmuş. Oturup ağlamaya başlıyor. Annesine ne diyecek? Babası çok kızar mı? Abisi kesin küser, konuşmaz bir daha. Ablası çok ağlar. Basri şu an iyi ki de göremiyor. Görse çenesinden sarkan deriyi, kollarına nüfuz etmiş kum ve taşları görecek. Basri bilmiyor. Bilse çenesinin kırıldığını, omurgasının yamulduğunu bilecek. Basri şanslı mı, değil mi, bilmiyoruz. Şimdilik ağlıyor ve yardım istiyor. Burası bir dağ yolu… Patika… Ne araba geçer ne de insan. Geçen de çok hayırlı biri olmaz. Basri gözlüğünü aranıyor. Elleri ıslak toprağa ya da balıklara değiyor ama gözlüğe asla. Gözlüğünü bulsa ne olacak? Belki de görecek mi? Yapma Basri!

İnsan körlüğü kabullenebilir mi? Basri de kabullenememiş ağlıyor hâlâ. Arı vızıltısı duyuyor; nehrin, ağaçların, kuşların seslerini duyuyor. Ama göremiyor. Bir de toprak yolda yürüyen birinin ayak seslerini duyuyor galiba. Onu da göremiyor. Ah bir görse! Ses yaklaşıyor. Yaklaştıkça emin oluyor Basri. Birisi geliyor. Korksun mu, sevinsin mi? Seviniyor. “Kim var orada? Lütfen bana yardım et! Kör oldum!” Gelen kişi bir adam. “Gördüm, gördüğüm gibi koştum. Kalk bakalım…” diyor. Basri’yi yumuşakça tutuyor, kaldırıyor. Bisikleti yükleniyor. Balıkları kovaya topluyor. Alabalıklar çoktan ölmüş, güneşin alnında kurumaya başlamış. “Şimdi balıkları da, seni de bir yıkayalım.” diyor adam. Basri “Beni eve götür… Kör oldum… Eve götür…” diye sayıklayadursun, bir su kenarına yaklaşıyorlar. Adam kovaya su dolduruyor. Balıklar kıpraşmaya başlıyor. Basri yanlış duyduğunu düşünüyor. Ama biz görüyoruz, Basri gibi kör kalmadık ya! Sesinden yaşlı biri olduğunu düşündüğü adam —yaşı konusunda yanılıyor, çünkü adam orta yaşlarda— çaydan aldığı suyu pamuk gibi elleriyle Basri’nin yüzüne sürüyor. Bunun ne işe yarayacağını düşünüyor. Adama neden güvendi ki? Belki de meczubun teki? İnsan kör kalınca yılana bile sarılırmış ya da öyle bir şey işte.

Basri ve adam yürümeye başlıyor. Basri’nin çenesi ve sırtı ağrıyor. Derisi sızlıyor. Üstüne bir de kör. Bu adam onu nereye götürüyor, onu da bilmiyor, çünkü evinin nerede olduğunu sormadı. Bunları düşünürken sarı lekeler görmeye başlıyor. Sonra biraz yeşillik. Hemen ellerine bakıyor. İnsan görmeye başlayınca ellerine bakar, nasıl tespit? Kötü değil mi? Evet… Basri görüyor. Adama bakıyor, yaşı konusunda yanıldığını anlıyor. Yamulmuş bisikleti adamın omzunda. Pardon, dağ bisikleti… Balıklar kıpır kıpır. Bir gariplik var. Hiç kaza geçirmiş gibi değil. Ağrıları yok, burnu bile kanamamış yani o derece. E etraf da değişik! Nerede Basri’nin bozkır köyü, nerede bura? Burası resmen tropik bir yer. Şelaleler, bin bir çeşit çiçekler, meyve ağaçları… “Ulan, öldüm mü?” diyor Basri. Adam gülüyor. “Hayır!” manasında kafasını sallıyor. Böyle olmuyor o işler çünkü, biliyor adam. Dümdüz çayırlardan geçiyorlar. Papatyalar, nergisler, kasımpatılar, öbek öbek kekikler… “Nereye gidiyoruz?” diyor Basri. “Eve.” diyor adam kısaca. “Neredeyiz?” “Köye farklı yoldan mı gidiyoruz?” “Beni nasıl iyileştirdin?” “Adın ne? Ben Basri.” Adam sessiz kalıyor. Gülümsüyor. Çiçeklere dokunuyor.

Basri artık soru sormuyor. Mekânın güzelliği ona huzur veriyor. Korkuları silinip gidiyor. Az mı gidiyorlar, uz mu gidiyorlar, bilmiyor ama önemi de kalmıyor. Gidiyorlar. Etraftaki kokulardan mıdır, nedir, uykusu geliyor. Bacakları sanki ufala ufala yok olmuştu. Basri kendisini kır çiçeklerinin içine bırakıveriyor.

Uyandığında evin arkasındaki odunluğun önünde yatarken buldu kendini.  Bir süre boşluğa bakıyor. Evden babası çıkıyor. Basri’yi yerde oturur görünce şaşırıyor. “Ne oldu, oğlum?” diyor. Basri çenesini, kollarını ve en önemlisi gözlerini yokluyor. Hepsi tastamam. “Biraz dinlendim ya…” deyip kalkıyor. Kovadaki balıkları gösteriyor babasına. Babası “Aferin lan!” diyor. Bisikletini odunluğa dayıyor. Pardon, dağ bisikletini…

Basri arada sırada çenesini ya da gözlerini ovuştururken o adamı düşünüp duracak. Bir gün kızını okuldan almış dönüyorken anlayacak o adamın kim olduğunu.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar