Bizimle İletişime Geçin

Yazarlık Atölyesi

Öteki (The Elephant Man)

Filmin senaryo yönüne vurgu yapmadan önce değinmek istediğim bir hususta izleyiciye senaryonun siyah-beyaz sunulmasıdır. Siyah-beyaz bir ayrım. Siyah beyaz dünyaların işlenmesi. Bana göre sinemanın kendi içindeki büyük keşfi. Özellikle tür belirtmem gerekirse dram, savaş, biyografi eserlerinin hele de psikolojik yönü ağır basıyor ise dertlerini renkli bir dünyayla anlatması daha zor kanaatimce. Siyah-beyaz tercihleriyle vermek istedikleri mesajı daha doğru bir şekilde aktarıyorlar izleyiciye.

EKLENDİ

:

Sinema sektörü zamanla maddi kaygılara göre şekil alsa da bir sanat dalını icra etmekte. Bu sanat dalı makyajdan kostüme, taklitten montaja kadar birçok alt kola sahiptir. Sektörde işlenen hikâyeler ister realist olsun, ister sürrealist olsun, bir şekilde hayattan izler taşırlar. Hayatın içinden olan bu hikâye, sinema perdesine sanatla yansıtılmıştır. İzlerken bana düşündürdüklerini ve hissettirdiklerini kalemim yettiğince sizlere aktaracağım. Kısmi spoiler içerir.

Tanıttığım film, 1980 David Lynch filmografisinden, biyografi-dram türünde The Elephant Man. Filmin sloganı “An incredible but true story” cümlesinden anlaşılacağı üzere; gerçek bir hikâyenin beyaz perdeye uyarlanması.

19. yy. İngilteresi’nde geçen filmin ana karakteri John Merrick/Elephant Man (John Hurt), vücudunun büyük bir çoğunluğu deformasyona uğramış bir insandır. Filmin sonunda şunu düşündüm. Zamanında sahnelerde geçen bir hayatın sahnelenmiş halini izliyoruz. Ve John Merrick’e gösterilen ön yargıyı içimizden İngiliz toplumuna karşı gösteriyoruz. Biz olsak çok mu farklı davranırız. Misal; filmde, tek gözü açık bir başlık ile yaşayan Elephant Man’in bakışından daha dar bir bakış açısına sahibiz. Ötekinin imtihanı, ötekiyi düşman görme, geçmişten geleceğe insanlık kodunun vazgeçilmez mirası. Aslında anlatılan insanın acımasızlığı ve birbirimizin kurdu oluşumuz.

Filmin senaryo yönüne vurgu yapmadan önce değinmek istediğim bir hususta izleyiciye senaryonun siyah-beyaz sunulmasıdır. Siyah-beyaz bir ayrım. Siyah beyaz dünyaların işlenmesi. Bana göre sinemanın kendi içindeki büyük keşfi. Özellikle tür belirtmem gerekirse dram, savaş, biyografi eserlerinin hele de psikolojik yönü ağır basıyor ise dertlerini renkli bir dünyayla anlatması daha zor kanaatimce. Siyah-beyaz tercihleriyle vermek istedikleri mesajı daha doğru bir şekilde aktarıyorlar izleyiciye. Zaman içerisinde renklenen reklam, medya ve sinema sektörlerine rağmen bir örnek verecek olursam: “The Painted Bird” (Drama-Savaş)  2019 yılında yine birbirine zıt iki rengin etkileyiciliğiyle izleyicinin karşısına geçti. Türlerin kesin çizgilerle çizilmemiş duygu renkleri vardır. Dram ve umut bu iki renk gibidir. Ne kavuşabilirler, ne de ayrılıkları bakidir. Birbirlerine hep göz kırparlar umudun içinde dram, dramın içinde umut vardır.

John Merrick’in hikâyesi de tam olarak bu. Umudun ve dramın, siyah ve beyazın hikâyesi. Yönetmen David Lynch, filminde bunu başarılı işlemiştir. Geçmişini hatırlayarak, eline geçen umudun bir gün elinden alınacağı korkusu ile yaşamak. Geçmişindeki acıları zihninde taze tutarak, hep dramını beslemek. Elephant Man, ikilemlerin, bu ikilemlerin içerisinde sıkışarak açığa çıkan haykırmanın gerçekliği.

Aslında görsel yönden insanlara sıkıntı veren bu adamın hikâyesi bir fil ile başlar. Devamında hayatını bir mecburiyet gereği olarak, toplumsal merakın ön planda olduğu sahnelerde geçirir. Bu sahneleri bir süreliğine Frederick (Anthony Hopkins) sayesinde tıbbi merakın ön planda olduğu hastane süreci takip eder. Bu süreç bizlere Elephant Man’in ruhi yönüne bir pencere açar. Onunla başka sebeplerle ilgilenen insanların göz ardı ettiğinin aksine o; zeki, nazik, duygusal, ince ruhlu ve şahsiyet sahibi bir beyefendidir. Hastanedeki merak zamanla yerini göz aşinalığına bırakmasıyla onun bir birey olduğu gerçeğine varılarak, ona özel bir yaşam alanı sağlanacaktır.

Ancak zaman yine zıtlıkları, umudu ve dramı peşinde sürükleyecektir. Hastane, Mrs. Kendal vasıtasıyla güzellik ve çirkinlik dediğimiz iki zıt olguyu karşı karşıya getirecek. Mrs. Kendal’ın aksine insanlar, gösteriş merakı ile yine onu sergileyecekler. Yaşamı kendi içinde bir kısır döngüye dönecek. Umuda sarılamayışı bundan sebep.

Film burada bir aynalı oda görevi görür. Toplumun onda ruh güzelliği görmesi gereken yerde, her birinin farklı insani arzularını tatmin etme isteğini gösterir. Süreç, Frederick’e Elephant Man’in hayatını bir sahneden başka bir acımasız sahneye sürüklediğini düşündürtür.

Film bence insan olabilmeyi anlatıyor. Meğerse insanlık, biyolojik bir vasıf olmanın çok daha ötesindeymiş. İnsan olmanın verdiği istek ve hayaller. Hayalleri, beyazı; umudunun kırılması, şüpheleri siyahı temsil ediyor. Filmin nihayetinde o da sıradan bir insan olmayı tercih ediyor. İşte burası insanın neleri göze alabileceğinin gösterildiği, siyah sonlu bir beyaz perde baş yapıtı: “The Elephant Man”.

“I am not an elephant! I am not an animal! I am a human being! I am a man!

Çok Okunanlar