Edebiyat
Sezai Karakoç’un Şiirinde Çay ve Judy Garland
Judy Garland kimdir ve neden böyle bir benzetmeyle Karakoç’un Şiirine girdi? Frances Ethel Gumm ya da sahne adıyla Judy Garland, 1922 yılında dünyaya geldi. Oyunculuk ve şarkıcılık yapan yıldız isim “Oz Büyücüsü” filmiyle sinemaya çocuk yıldız olarak başladı. “Somewhere Over The Rainbow” (Gökkuşağının Üzerinde Bir Yerde) şarkısıyla tüm dinleyenleri ağlatan Hollywood oyucularından olan yıldız isim, Mickey Rooney ile bir ikili oluşturmuşlardır. Birkaç kez intihara teşebbüs etmiştir. 1969’da aşırı dozda ilaçtan ölmüştür. Aktris Liza Minelli’nin annesidir.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Şakir Diclehan, Dr.Çay, Anadolu’dan binlerce kilometre ötede keşfedilmesine karşın, bu topraklara geldiği andan itibaren kırk yıl hatırlı kahvenin tahtını sarsmış, en koyu muhabbetlerin vazgeçilmez bir içeceği olmuştur daima. Bunun içindir ki çaya, “Şerabü’l-Arifin” (Ariflerin Şarabı) adı verilmiştir.
Çayın Osmanlı’ya gelişi, 19. yüzyıl sonlarını bulur. Bu tarihlerde, İstanbul’daki bazı kimseler az miktarda çay ithal etmeye başlamış ve toplum yavaş yavaş bu maddeye karşı bir ilgi duyarak sonunda da tiryakisi olmuştur.
Çaya olan düşkünlüğü ile bilinen Hacı Mehmed İzzet Efendi’nin “Çay Risalesi” kitapçığı ise,1879’da İstanbul’da basılmıştır. Osmanlı’da çay yetiştirmeye yönelik bilinen ilk ciddi girişim, Sultan II. Abdülhamid dönemine rastlar.
Çin’den getirilen çay fidan ve tohumlarının Bursa’da ekildiği anlatılıyor, ancak ekolojik koşulların uygun olmaması nedeniyle sonuç alınamadığı belirtilmektedir. Japonya’dan getirildiğine dair iddialar da vardır.
“Çek bir çay tavşankanı olsun!” denir çoğu mahalledeki kahvehanelerde… Toplumumuzun her zaman vazgeçemediği yegâne sıcak içecektir çay… Buram buram demini almış mis gibi çay, bambaşka bir evrene götürür insanı.
Çay, Türk Edebiyatı’nda, özellikle şiirlerde, hikayelerde, anlatılarda, anılarda çokça işlenmiştir. Modern dünya insanının yaşadığı buhran, yalnızlık, keyif veren hayatında anlamlı bir ayrıntı olan çayla kendini gösterir. Yaşam içerisinde ikram, paylaşım, değer veriş olarak karşımıza çıkan çay, şairlerin kaleminde sembol, mecaz, metafor olarak ve yan okumalarla anlamını bulmuştur.
Edebiyatçıların çaya olan merak ve ilgisi, çok düşündürücüdür. Örneğin
Ahmed Arif’in şiirinde çay, başka bir güzelliğe bürünür:
“Biz kuyudan işliyoruz kaba-kacağa,
Çayı kardan demliyoruz”
Karakoç’la tanıştığım 54 yıldan beri onu bu tiryakiliğini en iyi bilenlerden biriyim ve Irak’a ticari amaçla gidip geldiğim 1980’li yıllardan başlayarak ta 2010 yıllarının başlarına kadar kendisine hep “kaçak” tabir edilen çaydan getirmekteydim. Ancak son zamanlarda yaşlanınca evde poşet çay kullandığını söylemesi üzerine bizim bu eylemimiz ve düşüncemiz de rafa kaldırılmış oldu.
Karakoç, askerliğini yedek subay olarak 1960 yılı Askeri Darbesi’nin ertesinde eskilerin “Karakilis” veya “Agiri” dedikleri Ağrı’da yapar. Oradaki askerlik anılarını kelime kalıplarına dökerek şöyle kalem oynatır Karakoç: “Ağrı’nın korkunç kışı, daha önceden hazırlıklı olmadığımız için büyük bir psikolojik gerginliğe sokmuştu bizi. Bir gece, otelde otururken, işlere bakan müstahdeme: “Allahverdi, bir çay ver” dedim. “Çay yok Sezai Bey!” dedi Allahverdi. İsmi Allahverdi’ydi ve her işi o yapıyordu. Pencereden dışarı baktım, kapkaranlık bir gece vardı. Gayr-i ihtiyari dilimden: “aysız geceler, çaysız geceler” sözleri döküldü.
Bir başka yolculuk esnasında yine çaya olan düşkünlüğünü şöyle dile getirir: “Adilcevazla Ahlât arasında bir hayli endişelenmiştim. Dönüşte ise karadan gitmek imkânsızdı. Adilcevaz’da durup çay içme mutluluğu geride kalmıştı. O iri bardaklardaki demli çayları içerken başka bir âleme dalma mutluluğuydu yani.”
Karakoç, 1954 yılında çayla ilgili bir şiir yazar. Oldukça değişik ve güzel imgelerle süsler bu benzersiz şiirini.
“Başköşeyi kim aldı, kime verdin?
Bir bardak soğuk su gibidir onlar
Ellerinin uzandığı her masada taş gibi bir çay.
Bizim içtiğimiz çay da çaydır.
Çarpık dudaklı, ezik gözlü allı mavili çaylar
Şehirlerden çok güneş vardır o çaylarda
O çaylar dağları bin parça eder getirir.
Yaşamayı çağıl çağıl getirir.
Karakoç bu şiirinde, biraz daha ileriye giderek ve kimsenin aklına gelmeyecek tarzda hareket ve canlılığı dile getirmek suretiyle ve merkeze oturtarak bir benzetmede bulunur ve çayı şöyle anlatır:
“Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir onlar
Judy Garland gibi çay, kan gibi çay
O çaylardan su içenlerin gözleri
Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardağınızda.”
Judy Garland kimdir ve neden böyle bir benzetmeyle Karakoç’un Şiirine girdi? Frances Ethel Gumm ya da sahne adıyla Judy Garland, 1922 yılında dünyaya geldi. Oyunculuk ve şarkıcılık yapan yıldız isim “Oz Büyücüsü” filmiyle sinemaya çocuk yıldız olarak başladı. “Somewhere Over The Rainbow” (Gökkuşağının Üzerinde Bir Yerde) şarkısıyla tüm dinleyenleri ağlatan Hollywood oyucularından olan yıldız isim, Mickey Rooney ile bir ikili oluşturmuşlardır. Birkaç kez intihara teşebbüs etmiştir. 1969’da aşırı dozda ilaçtan ölmüştür. Aktris Liza Minelli’nin annesidir.
Sezai Karakoç ve Cemal Süreya, iki yaş farkla, aynı nesle mensupturlar. Yüksek öğrenimlerini aynı fakültede yapıp, aynı yıl mezun olmuşlardır: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1954. Yani sınıf arkadaşıdırlar. İkisi de öğrencilik yıllarının Mülkiye Dergisi’nde şiirler yayımlamışlardır. Mezuniyet sonrasında, aynı yıl, dört aylık bir farkla, önce Cemal Süreya, sonra ardından Sezai Karakoç Maliye Bakanlığı bünyesinde maliye müfettiş muavini olarak göreve başlamışlar. Aktüaliteyi çok iyi takip eden Karakoç, Judy Garland’ı bir imge olarak şiirde kullanacak kadar dünya çapında bir şairdir. Cemal Süreya’nın ifadesiyle: “Öyle bir Müslüman ki, Marx da bilir Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever.”