Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’in Kıskançlıkları

Büyük insanları gözümüzde o kadar büyütürüz ki, karşılaştığımızda, tasarladığımız ve tasavvur ettiğimiz o büyük insan, şablona uymuyorsa eğer, büyük bir hayal kırıklığı yaşarız daima. Şairleri, normal ölçülerle tartıp biçmek ve onları belli kalıplar içinde tasavvur etmek, yanlış durum ve yorumların ortaya çıkmasına neden olabilir.

EKLENDİ

:

Büyük insanları gözümüzde o kadar büyütürüz ki, karşılaştığımızda, tasarladığımız ve tasavvur ettiğimiz o büyük insan, şablona uymuyorsa eğer, büyük bir hayal kırıklığı yaşarız daima. Şairleri, normal ölçülerle tartıp biçmek ve onları belli kalıplar içinde tasavvur etmek, yanlış durum ve yorumların ortaya çıkmasına neden olabilir.

İşte bunun çok somut ve canlı bir örneği…

Konuyu değerlendiren ve bizi bu olaydan haberdar eden, Necip Fazıl’dan başkası değildir. Üstat Necip Fazıl diyor ki:

“O zaman Osmanlı Bankası’nda çalışan Ahmet Haşim’i görmeye giderseniz… Sizi koridorda karşılar ve bir aşağı, bir yukarı gidip gelerek Yahya Kemal’i yermekle dehasını göstermeğe bakar. Ahmet Haşim:

O, burun delikleri huni gibi açılan ve her şeyi içine çeken öyle esatiri (dasitani) hayvandır ki, kocaman bir sebze hali veya et sergisinin çöplüğünden geçse, yerde toz bile bırakmaz. Şair değil, zemin üzerinde ne bulsa midesine indirici bir elektrik süpürgesi. Niş’li Agâh Bey… (Güya Yahya Kemal’ in asıl adı). Şiiri ise adi bir “pastiş”(dıştan kopya).

Yahya Kemal’e gidersiniz, sizi “Serkl d’Oryan” kulübünde kabul eder ve yumar gözünü, açar ağzını:

Ha şu Bağdat fellahı, öyle mi? ”Alusi” lerdendir O… (Halbuki Alusiler, Bağdat’ta adlarına abideler dikilmiş ve bilhassa dini eserleriyle meşhur,soylu bir familya).

Benim de Bağdat’ta aynı familyadan gelen üç beş dostum vardır. Harika bir aile ve insanlardır gerçekten. Yahya Kemal, sözlerini şöyle sürdürür:

Nesebini unutuyor da bir de Türklük satmaya kalkışıyor! Şiirine gelince, o ne sun ’ilik, zorakilik ve özenti “sembolizm”… Ve en çetrefil ağdalı dolambaçlı dil!…”

Sonrasının yorumunu Necip Fazıl yapmaktadır.

“Ahmet Haşim hakkında ve bazı polemikler (yazıyla dövüş) sonunda bir aralık –Türklük meselesi, o kadar alevlenecektir ki, babasının Rum dönmesi olduğu söylenen Türkçülük kuyumcusu Hamdullah Suphi’den (Tanrıöver), Haşim’in tam ayar bir “bilirkişi” raporu istenecektir.

Her dönemde olduğu gibi o dönemde de rapor düzenleme adeti vardır. Polemikte üstat ve kimsenin sonuna kadar kendisiyle baş edemeyeceği Necip Fazıl, o dönemde düzenlenen iki rapora dikkati çeker.

Birincisi: Burslu olarak gittiği Fransa’dan zorunlu olarak geri çağrılan Üstat’ın vapurda iken keşfettiği zırdeli prens Seyfettin’in mirasa (Osmanlı İmparatorluğu) konmayı hak edici bir akıllı olduğuna dair, bir doktorun tereddüt göstermeyerek verdiği rapor…

İkincisi ise: Ankara silahşorlarından ve cezai ehliyeti tam yerinde, yani aklı başında bir haydut adına, metresini edep yerinden tabancayla vurup öldürmesine karşı, onu adli takipten kurtarmak için de deli raporu veren yine aynı doktor. ”Deliye akıllı dedirmekte amil, para; akıllıya deli dedirmekte de Ankara korkusu.”

Necip Fazıl, o zamanlar arası iyi olan Peyami Safa ile birlikte, ilim namusu adına bu cifte cinayetten o kadar üzüleceklerdir ki, tanıdıkları olan Doktor Bey’in muayenehanesine koşacaklar ve:

Bu işi nasıl yapabildin?

Diye onu hesaba çekecekler…

Ve mini mini elleri göğsüne, iman tahtasına kaldırarak doktorun verdiği şu cevaba muhatap olacaklar.

Ben ilmi ve vicdani kanaatimi belirtim… Başkaca söyleyeceğim bir şey yok!..

Bu raporları veren kişi (Doktor), Üstad’ın ifadesine göre: Muayenehanesi Babıali’ de bulunan ve Babıali ‘ den olan bir ruh doktorudur.

İşte bu dünyanın akıl ermez işleri ve paranın yaptırdığı akıl almaz gücü…

Çok Okunanlar