Edebiyat
Yahya Kemal ve Sessiz Gemi
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mustafa Kara, Prof. Dr.2 Aralık 1884 tarihinde Üsküp’te doğan, 1 Kasım 1958’de İstanbul’da vefat eden ve Boğaziçi , Âşiyân mezarlığına defnedilen Yahya Kemal Beyatlı ,son yüzyılda yetişen şairlerin en büyüklerinden biridir. Hiç evlenmeyen Beyatlı’ya Allah dört tane hayırlı “evlat” lütfetmiştir:
Nihat Sami Banarlı: Yaşarken hiçbir kitap yayınlamayan şairimizin bütün eserlerini titiz bir çalışma ile neşrederek onun tanınmasına vesile olmuştur.
Münir Nurettin Selçuk: Bazı manzumelerini besteleyerek “gemiler geçmeyen” bir alemde yaşamalarını temin etmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar: Edebî/fikrî dünyasını şerhederek daha geniş kitlelerce anlaşılmasının yolunu açmıştır.
Süheyl Ünver: Sohbetlerinden tuttuğu notları yayınlayarak bazı mühim detayların kaybolmasının önüne geçmiştir.
Yaşayan torunları çok ise de şimdilik iki tanesinin ismini şükranla kaydedelim : Sadeddin Ökten ve Beşir Ayvazoğlu.
Şiirleri üç ayrı kitap olarak yayınlanmıştır:
- Eski Şiirin Rüzgârıyle
- Kendi Gök Kubbemiz
- Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş
Vefat yıldönümü vesilesiyle onun bazı dörtlüklerini çok kısa şerhlerle birlikte sunuyoruz. Şairimiz, bu dörtlüklerin bazılarını farklı meslekler icra eden dostlarına ithaf etmiştir.
Merhale
Merhaleler bazan azdan çoğa doğru bazan basitten mürekkebe doğru bazan küçükten büyüğe doğru sıralanır. Peki, hayatın merhaleleri nasıl sıralanabilir? İç içe merhaleleri ihtiva eden “üç boyutlu resim”burada sonsuzluğa açılabilmek için imdadımıza yetişebilir. Hayal gücümüzü biraz daha zorlamak gerekiyor.
Ömür
Bir merhaleden güneşle derya görünür
Bir merhaleden her iki dünya görünür
Son merhale bir fasl-ı hazândır ki sürer
Geçmiş gelecek cümlesi rüya görünür
İman Ve Şevk
İlimle imanı, imanla aşkı yoğurarak şevk haline getirmek dinî hayat için çok önemlidir. Bu ilahî aşk meşalesini tutuşturan aşıkların en büyüklerine peygamber denir. Peygamberlerin yolundan giden kahraman “çoban”lar ise bu ateşi elden ele ,dilden dile, gönülden gönüle yüzyıllar boyu derin bir vecd ile aktarmışlardır.
Şekip Tunç’a
İymân bir şevk olan zamanlar geçti
Peygamberlerle kahramanlar geçti
Dağ silsilesinde bir geçit bulmak için
Dağdan dağa seslenen çobanlar geçti
Âfak Ve Enfüs
İnsan eğitimi üzerine eğilenlerin yaptığı ikili tasniflerden biri enfusî ve afâkî diye bilinir. Yani iç ve dış gözlem, bir başka ifade ile zâhirî ayetler, bâtınî ayetlerin müşahedesi. Allah’ın “ayet”leri de iki yerdedir. İçinde bulunduğumuz dış alem, içimizde bulunan iç alem. Gönül gözünün açık olabilmesi için ilâhî aşk şarabının yardımı gerekir.
Tegâffül
Bilmem nedir enfüsî nedir âfâkî
Kimdir fanî cihanda kimdir bakî
Dünyayı saran boşluğu hissetmeyelim
Peymaneyi boş bırakma doldur sakî
İşret ve Bâde
İçmek ve mutlu olmak… Cennetin sonsuz nimetlerinden biri de budur: Şarab-ı tahûr. Fakat buradaki “içmek” ile haram olan işret/zehir birbirine karıştırılır, bazen da içinden çıkılmaz bir hal alır. Rindmeşreb olan arif ve kâmil insanlar ise bu lahutî şarabı kirletebilecek her hangi bir davranışta bulunmamaya özellikle dikkat ederler.
Nihat Sami Banarlı’ya
İhrâmı serenler bu bahar-âbâde
Dünya ile ukbayı getirmez yâde
İşretle keder bahsini açmaz bir rind
İçmez beşerin zehri katılmış bâde
Her Yerde O
Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’ı, herkes kendi kapasitesine göre tanır, hisseder, sever. O’nun ayetleri üzerinde derin tefekkür, bazen mümini deli divaneye çevirir ve o anda dilinden dökülen kelimelerin anlamını düşünemez olur. Kınayanın kınamasından korkmaz.“Enelhak” narası atmaktan başka çare bulamaz.
Fuat Bayramoğlu’na
İksiri içenler ezelî şağardan
Mestî-i melâmetle geçerler serden
Bir kere enelhak diyener bâb-ı dile
Hallâk-ı avâlim görünür her yerden
Tevhid
Her ilmin bazan zevkle yaşanan bazan da didişerek tartışılan konuları vardır. Tasavvuf aleminin böyle renkli konularından biri de vahdet-i vücud’dur. Bin yüz yıl önce “enelhak” dediği için Hallaç Bağdat’ta idam edildiyse de o gün bugün sözkonusu ifade âşıklar tarafından devamlı kullanıldığı halde ikinci bir idam bilinmemektedir.
Vahdet-İ Vücud
Bir zümre odur Hâlik-ı mutlak dediler
Bir benzeri yoktur bu muhakkak dediler
Bir kerre görenlerse o Rabb-i ezeli
Dil mesti-i rüyetle ‘enelhak’ dediler
Geçici Durak
Geçici dünya limanında herkes “göç” için sırasını ve esecek rüzgârını beklemektedir. Fakat şöyle büyük bir problem vardır: Enginlere açılmak için sırasını bekleyenler hem “şimdi” hareket emri verilecekmiş gibi , hem de hiç emir verilmeyecekmiş gibi bir hâlet-i rûhiyyenin içinde olmalıdırlar. Gözler ilâhî iklimin enginlerinde…
Mersâ-yı fenâda intizâr eylerken
Gâhi geç eser o bâd gâhi erken
İklim-i ilâhî’ye rucû etmek içun
Ervâh açılır engine yelken yelken
Rind Bilir
Hayatın barındırdığı hakikati derinden kavrayabilmek için imdadımıza her zaman yetişen ve bizi besleyen lütuflardan biri de musikidir. İlim, hikmet ve sanat ile gönlünü karanlıklardan arındıran arifin bir adı da rinddir. Bir tel üzerinde aşk ve şevk ile yürüyen ilâhî âhengin kadr u kıymeti her zaman bilinmelidir.
Vehbî’ye
Her rind bu bezmin nedir encâmı bilir
Dünyamızı nâgâh zalam örtebilir
Bir bitmeyecek şevk verirken beste
Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir.
Şöhret ve Kudret
Bazı dönemlerde bazı coğrafyalarda bazı kelimeler çok öne geçer. Adeta her yeri kaplar. Geçen yüzyılda hürriyet ve eşitlik kelimeleri bunlardan ikisi idi. Ruhunun sesini bayraklaştırmak isteyen şair ise başka bir sevdanın peşindedir. Aşkı terennüm edebilmek için onun tek bir şeye ihtiyacı vardır. Onun için Allah’a yalvarmaktadır: Ses kudreti.
Ses
Yâ Rab! Ne müsavâtı ne hürriyyeti ver
Hatta ne o yoldan gelecek şöhreti ver
Hep neşve veren aşkı terennüm dilerim
Yârab! Bana bir ses yaratan kudreti ver!
İnziva
Devletlerin üst yöneticileri ile ilim ve sanat ehlinin bir çoğu hayatında ikbal ve idbar dönemlerini ,cemalî ve celâlî tecellileri ,iniş ve çıkışları yaşamıştır. Üst makamlara çıkanlar bu inişe her zaman hazır olmalı ve gerektiğinde sessizce bir köşeye çekilerek hırs imparatorunu dize getirebilmelidir. Aziz İstanbul’ un yazarının tavsiyesi şöyle :
Rubâî
Beyhûde merâretleri kalbinden sil
İstanbul’un etrafı geniştir bunu bil
Nefrette isen bu beylerin halinden
Beylerbeyi sahilinden maziye çekil!
Kefen
Farsça meşhur bir beyittir bilirsiniz : “Çıplak olarak dünyaya geldim, bir kefen alıp geri döndüm”. İnsan hayat boyu bir çok yolculuklar yapar, hepsinden er veya geç evine döner. Bir tanesinden dönemez. Şairimiz o dönemeyen kişinin/kendisinin sözcülüğünü yapıyor. “Yârân-ı azizân” diye hitabettiği okuyucularından son istirhamını dillendiriyor:
Isfahanda Mezar Kitabesi
Efsûs ki şimdi ruhsuzdur bedenim
Ancak bir köhne pirehendir kefenim
Yârân-ı azizân beni yâd eyleyiniz
Zira ki dönülmez seferimdir bu benim
Son Beyt
Bu rubai ile önünüzdeki yazıyı tamamladığım zaman aklıma şöyle bir soru geldi. Yahya Kemal’in son şiiri belli mi idi? Biliniyorsa hangisi idi? Soruyu, konunun üstadı Beşir Ayvazoğlu’na sordum. Hemen gelen cevap bir cümle ve bir beytten ibaretti: “Aziz dost! Yahya Kemal öldüğünde hastahanedeki yastığının altında buruşuk bir kağıt buldular. Bu kağıtta eski harflerle ve kurşun kalemle şu beyit yazılıydı:
Ölmek kaderde var yaşayıp köhnemek hazin
Buna bir çare yok mudur yâ Rabbe’l-âlemin
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Dünden Bugüne-
Gazze, Gırnatâ’nın Kaderini mi Paylaşacak?
- Eğitim-
Millî Eğitim Müdürlüğü ve Kars Günlerim
- Söyleşi-
Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödüllü Yazar Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile Sohbet
- Genel-
Siirt: Ziyaretgâh Şehir
- Şahsiyet-
Benim Dedem Dua Profesörü
- Şahsiyet-
Şerafeddin Gölcük’te Billurlaşan Ümmet Bilinci
- Söyleşi-
Ercan Şen’le Başbaşa
- Edebiyat-
Münâcat