Edebiyat
Yeşil Gül
EKLENDİ
-:
Yazar:
Saniye MecekAli, Anadolu’nun her kasabasında görebileceğimiz sıradan bir çocuktu. Esmere çalan teni, koyu kahve olan küçük, biraz da çekik gözleriyle uyum içindeydi. Ortaokula yeni başlayan Ali üç kardeşten en küçüğüydü. Üzerinden zorla sıyırıp atmak istedikleri çocukluğunu kimselere vermeye niyeti yoktu. Ne zengindi ne de fakir. Çalışkan da değildi, tembel de. Yaramazlık yapmazdı ama içine kapanık sayılmazdı. Öylesine, sıradan bir çocuktu Ali. Ne fazlası ne daha azıydı.
Ali’nin ailesi çiftçiydi. İki dönümlük cam örtü altında sebze, açıkta meyve ağaçları yetiştirirlerdi. Güzün domates diktiler seraya, kışın yenilemede patlıcan. Yaz gelince yaylaya çıktılar, satmak için temellerden (taraça, maldan) ikisine fasulye tohumları serperken, eve yakın temele yemek için domates, salatalık, biber, maydanoz ve marul ektiler. Ali getir götür işlerini yaparak ailesine yardım ediyordu. İki abisinden biri kaportacıda çalışıyor diğeri ise üniversiteye gidiyordu. İkinci sınıfa geçen abisi yazın yaylaya gelmemiş harçlığını çıkarabilmek için işe başlamıştı. Anne ve babaya yardım etmek Ali’ye kalmıştı. Ailesinin söylediği işleri gocunmadan yapan Ali, toprağı ve toprakta can bulan her şeyi severdi. Babası küçük bahçeyi sularken ona yardım etmek için hortumu tutar bitkilerin zarar görmesini engellerdi. Evlek başında beklerken ıslanan toprağın yumuşak çamurundan küçük küçük oyuncaklar yapardı kendine. Filizlenen tohumların hayat mücadelesini hayranlıkla incelerdi. Büyümeyi onlardan öğrendi, sabrı babasından. İşi de öğrenmek istiyordu. Bahçede çapa yapan annesinin elindeki kazmayı hızla kavradı ve çekiştirmeye başladı. “Ben de kazmak istiyorum.” dedi. Annesi Ali’nin kendisini yaralamasından korkuyordu, tabii bir de fasulye fidelerine zarar vermesinden. Ne dediyse dinletemedi, Ali kazmaya adeta yapışmıştı bir türlü bırakmıyordu. Annesi en sonunda Ali ile bir anlaşmaya vardı; ona, gül fidanları alacaktı ve tüm gülleri evin önüne Ali dikecekti. Üstelik sulaması, çapası, gübresi tüm bakımından Ali sorumlu olacaktı. Sevinçle bu teklifi kabul etti.
Üç gün sonra nihayet Ali’nin gül fidanları geldi. Küçük bir kasanın içinde çiçekli beş adet fidan vardı. Biri kırmızı, biri pembe, biri sarı ve ikisi beyaz. Beyazlar birbirinden farklı biri tam beyazken diğeri çamaşır makinesinde atılmış yeşil giysi yüzünden rengi yeşile meyletmiş beyaz gömlek gibi. Yeşilimtırak belki biraz da sarımsı bir renk. Bu fidanın gülleri başka bir renk olsaydı keşke diye geçirdi içinden. Yapacak bir şey yok yaylaya kadar gelmiş güller dikilmeliydi bir an önce. Ali kolları sıvadı, çapadan daha küçük olan kazmasını eline aldı koşa koşa evin önündeki temele vardı. Kararını vermişti, gülleri buraya dikecekti. Dışarıdan gelenler temel başına sıralanmış gülleri görecek ve “Bunlar ne güzel gül böyle, kimin bu güller?” diye soracaklardı, o da gururla “Benim, ben diktim.” diyecekti.
Babasının yaptığı gibi, duyulacak bir sesle “Bismillah” dedi ve güllerin yerini kazmaya başladı. Önce beyazı, yanına kırmızıyı dikti. Sonra sarıyı aldı eline, onu da dikince pembeyi iliştirdi yanına, en son yeşili dikti. Bitirince şöyle bir baktı, sıralamadan memnun kaldı. Toprağa emanet ettiği güllere can suyunu verirken mutluluktan uçuyordu. Güllerinin büyüdüğünü hayal ederken mütebessimdi. Yüzündeki gülücük, kendisini de büyümüş hissettiğinde kahkahaya dönüştü.
Ali’nin artık gülleri vardı. Her gün sabah muhakkak güllerini kontrol ederdi. Hevesli ya bizim Ali, fazlaca sulardı gülleri. Annesinin uyarılarıyla artık gün aşırı az az su vermeye başladı, yabani otlar yüzünü topraktan çıkarmaya görsün hemen ölüm fermanı çıkardı. Babası fasulyelere gübre vermeye giderken Ali’nin karşı konulmaz tembihleri yüzünden illaki güllere de pay ayırırdı. Annesinin yaptırmadığı çapayı sık sık güllerine yaptı. Bu samimi sevgi ve ilgiden güller de hoşlanmış olacak ki boy attılar, yaprakları sıklaştı, yeni tomurcuklar verdiler. Ali güllerinin başına gelip onları seyretmeyi çok seviyordu, özellikle kırmızı, pembe ve sarı olanları, onları ayrı bir seviyor, bakmaya doyamıyordu. Kenardaki beyaz ve yeşil güllerin üzerinden seken bakışları diğer renklerin üzerine mıhlanırdı. O pek farkında değildi ama güllere bakım yaparken de ayırım yapıyordu, özellikle yeşil güle. Zaten görüntü olarak yapraklardan çok ayrılmayan güller sanki çiçekten sayılmazmış gibi geliyordu ona. Sularken en az suyu ona veriyordu. İnadına da en büyük, en canlı, en parlak güller yeşil güllerdi. Anlaşılan en mücadeleci, en çok ilgi isteyen, “Fark edin beni!” diyen oydu; kenara konulmuş, kenarda kalmış yeşil gül. Ali için yeşil gülün varlığı çok bir şey ifade etmiyordu, olmasa da olurdu.
Bahçeyi ve meyve ağaçlarını sulamak için yer altından çıkan ve havuza akan suyu kullanıyorlardı. Bir gün sular kesildi ve dört gün boyunca da akmadı. Ali’nin babası komşularla birlikte suyun çıktığı yeri biraz daha kazıp tıkanıklıkları açtılar ama su tekrar akıp havuzda birikinceye kadar bir hafta geçti. Zamanında sulanmayan sebzeler susadı, yaprakları buruştu. Su gelince suladılar, sebzeler kendine geldi ama hastalık girdi bir kere tarlaya. Fasulyelerde hem külleme hem de karaböcek baş gösterdi. Fasulyelerden diğer sebzelere de atlayan zararlılar gülleri es geçmedi maalesef. Külleme günden güne gülleri sardı, örümceğe benzeyen küçük böcekler de vardı. Ali’yi aldı bir telaş. Babasından tarlayı ilaçlamaya güllerden başlamasını istedi. Ali’nin babası öğle saatlerinde ilaçlama makinesini sırtlarken annesi, ninesine bir kap yemek götürmesi için Ali’yi çağırıyordu. Ali güllerin ilaçlanmasını göremeden mutfağa doğru koştu. Annesinin verdiği tepsiyi yemekleri dökmemek için ağır ağır ninesinin evine götürdü. Ninesinin evi yakındı, işini bitirince hızlıca eve döndü, , hemen güllerine bakıp, böceklerin ölüp ölmediğini kontrol etti. Bir de ne görsün; babası güllerini ilaçlamamış, kızgınlıkla babasına seslendi, kızgınlığı büyük bir hızla üzüntüye dönüşüyordu, sesi titremeye başlamıştı, ilk damla yaş yanağına süzülürken ikinci damla yaş dolu dolu gelerek çenesinden yere düştü. Babası oğluna ağlamamasını, biraz ilaç kaldığını ve geleceğini söyledi. Ali içini çeke çeke söylenirken işini bitiren babası Ali’nin yanına geldi ve “Tamam, geldim, hadi ilaçlayalım.” dedi. Makinede kalan ilaç çok azdı hepsine yetmeyecekti. Ali babasına ‘renkli olanları’ ilaçlamasını söyledi, yeterse ‘beyaza’ da yapmasını istedi.
Ali hiç düşünmeden bir seçim yapmıştı ve en başından beri gözüne güzel görünenleri seçmişti. Ali’nin bu seçimine yeşil gül kırılmış mıydı acaba? Çok içerlemiş, çok kırılmış olacak ki, o günden sonra mücadeleyi bıraktı. Goncalarını saran, yapraklarını büzüştüren böceklere teslim oldu. Denemişti, çok kez denedi, ilgi görmek, sevilmek için en çok o çabaladı. Üstelik diğerlerinden daha az su, daha az çapayla, hiç vazgeçmemişti hep bir umudu vardı, “Bir gün!” diyordu “Bir gün beni fark edecek, güllerimin güzelliğini görecek, beni de sayacak, beni de sevecek.” Bu inançla büyüdü, yeşerdi, tomurcuk üzerine tomurcuk verdi. Goncaları diğer goncalardan zarifti. O, en güzel olandı ama yeşildi. Kırmızı değil, pembe değil, sarı değil, beyaz hiç değildi, yeşildi. Güllerinin rengi yapraklarına benziyordu, ayırt edebilmek için yakından bakmak lazımdı. Yakınına gelenlerse ona bakmamışlardı. Diğer renklerin cazibesine kapılıp yönlerini çevirmişlerdi. Üzüldü, vazgeçti.
Zamanla solan yaprakları kurumaya başladı. Goncası boynunu büktü, açamadan taş kesildi. Ali de üzüldü ama yeşil gülün soluşuna değil, ilaçlanmayan yeşil gülden geçen zararlıların diğer güllerini sarmasına ve onları kurutmaya başlamasına. Gül fidanlarını yıkadı, suladı, hasta yapraklarını kopardı, tekrar ilaçlattırdı ama nafile, kurtaramadı. Yeşil gülün ardı sıra tüm güller kurudu. Ali temel başında oturup kuruyan güllerinin yasını tuttu. İlk kez dikkatli bir şekilde hepsini teker teker inceledi. Tabii yeşil gülün sırası her zamanki gibi en sondu. Ali diğerlerine bakarken güllere acımıştı ama yeşil güle bakarken kendisine acıdı. Niye böyle mahzun olmuştu önce anlayamadı sonra yeşil güle yaptığı haksızlıklar bir bir aklına düşmeye başladı. Şimdi tüm güller kurumuştu ve o canlı renkler gitmişti. Biraz koyu biraz açık hepsinin rengi birbirine benziyordu. İçlerinde en iyi durumda olanın yeşil gül olduğunu fark etti. En çok o büyümüştü, gonca güllerinin şekilleri kuruduklarında bile diğerlerinden güzeldi. Şimdiye kadar bunu görememiş olmasına hayıflandı. Yeşil güle çok haksızlık etmişti Ali, olağan sıradanlığıyla biraz da kendini gördü yeşil gülde. Kendisine neden acıdığını artık biliyordu. Göğsünde bir yer sızladı, üzüldü.
Beğenebileceğiniz Gönderiler


Kışın Serencamı

Yahudilikte Tanrı’yı Bilme ve İnanma

Vefa Taşdelen’in “Düşünmek Özgürlüğü” Kitabında Düşüncenin Diyalektiği veya Düşünceye Giden Yol Üzerine

Çok Okunanlar
- Düşünce-
Ayçin Kantoğlu: İsrail Örgütlü Bir Kötülüktür…
- Düşünce-
Prof. Dr. Erol Göka: Modern Zamanlar için Yeni Bir Milat; Gazze’den önce ve Gazze’den Sonra…
- Edebiyat-
Tiflis Müftüsü (Doğu Gürcistan Baş Müftüsü) Eminov Etibar Bey’le Röportaj
- Dünya-
Özbek Mutfağının Nazende Güzeli: Kök Çay
- Dünya-
Selam Sana Gazze
- Din ve Hayat-
Mehmet Taşkıran Hoca’nın Vefatına Tarih
- Din ve Hayat-
Elleriyle Yazıp Allah’a İftira Atanlar
- Edebiyat-
Kışın Serencamı